Bereket

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

Hayatımızdan Çekilip Giden Mânevî Bolluk:
BEREKET

BİR HADİS:

عَنْ صَخْرٍ الْغَامِدِيِّ عَنِ النَّبِيِّ j قَالَ: «اَللّٰهُمَّ بَارِكْ لِأُمَّت۪ي ف۪ي بُكُورِهَا»

Sahr el-Ğâmidî -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiğine göre Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Allâh’ım! Sabahın erken saatlerini ümmetim için bereketli kıl!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 78)

BİR MESAJ: “Berekete inan, bereket dolu bir hayat yaşa!”

Okusak, bir kapı yok, besmelenin açmadığı,
Okusak, bir köşe yoktur, bereket saçmadığı. (Seyrî)

Bereket, kesilmeyen mânevî bir bolluktur. Bereket, tarif edilemeyecek bir saâdettir. Bereket, Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına bahşettiği bir lütuftur. Bereket, «Tebâreke» vasfıyla Rabbimiz’i andığımız; «Allâhümme bârik» ifadesiyle salevatlarımızı süsleyen ilâhî bir neşedir.

Mübârek Kitâbımız, mübârek gün ve geceler, mübârek saatler, hep bu ilâhî ve mânevî bolluktan nasibini almıştır. Hava, su, toprak, türlü türlü yiyecek ve içecekler, hepsi bu bereketin tecellî ve tezâhürlerindendir.

Aslında bilelim bilmeyelim, bereket hayatımızı kuşatmıştır: Tebrik ederim, mübârek olsun, Allah bereket versin, bereketli olsun, siftahı senden bereketi Allah’tan, nerede hareket orada bereket gibi ifadeleri günlük hayatımızda sıklıkla kullanırız.

Teberrük de bereketten gelir, mübârek de bereketten gelir. Bunların hepsi mânevî bolluğa işaret eder.

Ancak bütün bunların yanında üzülerek ifade edelim ki bereket; yani mânevî bolluk, hayatımızdan sessizce çekilip gitti, hayatımızın bereketi kalmadı.

Hâlbuki bir zamanlar bu topraklarda hayat, sabah namazıyla birlikte başlardı. İnsanların zamanları, kazançları, yemekleri, içecekleri, bütün hayırlı işleri bereketliydi. İnsanların yüzlerinde bir bereket ve beşâret, işlerinde muvaffakiyet vardı. Ama neredeyse bunların tümü aramızdan ayrılıp gitti. Geriye israf, bereketsizlik, mutsuzluk, rızâdan uzak, ruhtan uzak iskelet gibi kuru kazançlar kaldı.

Evet, hayatımızın bereketi kalmadı. Öyleyse yeniden bereketli günlere dönme ihtiyacı ve zarureti vardır.

Zira besmelede bereket vardır. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, besmeleyle başlamayan işlerin güdük olduğunu yani bereketsiz olduğunu bizlere haber vererek şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allâh’ı zikrederek (besmeleyle) başlanmayan her anlamlı söz veya iş bereketsizdir/sonuçsuzdur.” (Ahmed bin Hanbel, II/359)

Onun için yemeğine besmeleyle başlayan mü’minin yedikleri ve içtiklerinde bereket vardır. Bir gün henüz îmandan nasibini almamış bir kişiye Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- süt ikram etmiş, adam üst üste tam yedi tas süt içmişti. Ertesi güne İslâm’ın aydınlığında giren aynı kişi bu kez bir tas süt ile doymuş, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Mü’min bir mide dolduracak kadar içer, kâfir ise yedi mide doldurana kadar içer.” (Müslim, Eşribe, 186)

Mübârek Kitâbımız Kur’ân, mahzâ berekettir. Güne Kur’ân okuyarak başlayan bir mü’min, güne bereketle başlamış olur. Kur’ân-ı Ke­­rim’deki âlî mânâları anlamaya çalışıp onları hayatına aksettiren mü’min, tarif edilemez bir berekete mazhar olur. Onun için güne Kur’ân’la başlamalıyız, Kur’ân’ı anlamaya çalışmalıyız, Kur’ân çerçevesinde bir hayat yaşamalıyız ki; günlerimiz bereketle geçsin, işlerimiz doğru ve düzgün gitsin, gönlümüze saâdet damlaları damlasın.

Kâinâtın incisi, yaratılmışların en şereflisi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- berekettir. O’nun dokunduğu yerler, O’nun ayak izlerinin bulunduğu yerler, bereketle doludur. O’nun sohbeti, O’nun tebessümü, O’nun duâsı bereketlidir.

Hulâsa O’nun varlığı berekettir. Yüce Rabbimiz;

“Hâlbuki Sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir.” (el-Enfâl, 8/33) buyurarak, Peygamber Efendimiz’in varlığındaki berekete işaret etmiştir.

Onun için Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, berekettir. O, bereket dolu bir hayat yaşamış, ashâbı da O’nun sayesinde berekete mazhar olmuştur. O’nun namaz kıldığı yeri namazgâh edinerek, hurmayı O’nun mübârek ağızlarında çiğneterek yeni doğan bebeklerine tahnîk yaptırarak, O’nun bereket ikliminden istifade etmek istemişlerdir.

Yukarıdaki âyetin devamında Cenâb-ı Hak, şöyle buyurmaktadır:

“Onlar (mü’minler) istiğfâr ederlerken de Allah onlara azap edici değildir.”

Demek ki istiğfar da berekettir. Her gün istiğfâr eden; «Estağfirullah! Estağfirullah!» diyen bir mü’min, gönlünde ferahlık bulduğu gibi hayatında da berekete nâil olur.

Bu anlamda salevat da berekettir, zikir ve tesbihat da berekete vesile olur.

Cemaat hâlinde yaşamada bereket vardır. Sevgili Peygamberimiz, bir hadîsinde cemaat hâlinde olmanın bereketi celbettiğini bildirmektedir. Onun için toplu yenen yemekleri Rabbimiz bereketlendirir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye ve hattâ dört kişinin yemeği sekiz kişiye yeter.” (Müslim, Eşribe, 181)

Nitekim bir rivâyete göre ashâb-ı kiram, Peygamber Efendimiz’e gelip;

“–Ey Allah’ın Rasûlü, yiyoruz ama doymuyoruz!” deyince, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Ayrı ayrı yiyor olmalısınız.” buyurmuştu. Onlar da;

“–Evet.” deyince özlediğimiz bereketin nasıl hâsıl olacağını veciz bir şekilde anlatan şu sözlerini aktarmıştı:

“Yemeği topluca yiyin ve (başlarken) Allâh’ın adını anın ki, bereketli olsun.” (Ebû Dâvûd, Et‘ıme, 14)

Büyüklerimiz, bereket vesilesidir. Büyüklerimizle beraber olunan mekânlar, büyüklerimizle geçirdiğimiz zamanlar, bereket yüklü bulutlar gibidir. Onun için; annelerimiz, babalarımız, ninelerimiz ve dedelerimiz berekettir. Allah dostu büyüklerimiz, berekete vesiledir. Bütün büyüklerimizin duâları bereketlidir. Bu bakımdan büyüklerimizle beraber olmaya gayret gösterip onların duâlarını almaya çalışmalıyız.

«Sıla-ı Rahim»de bereket vardır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Rızkının genişletilmesini ve ecelinin geciktirilmesini (ömrünün uzatılmasını) arzu eden, akrabalarını görüp gözetsin!” (Buhârî, Büyû‘, 13)

Erken kalkmakta bereket vardır. Günün en bereketli saatleri, erken saatlerdir. Günümüzün bereketli ve huzurlu geçmesini istiyorsak, sabah namazından sonra uyanık olmalıyız. Özellikle güneşin doğduğu ilk zamanlarda uyumamalıyız. Uzmanların tespitlerine göre, güneşin ilk olarak doğduğu saatlerde vücudumuz Hareket Hormonu salgılıyormuş. Eğer bu saatleri uykuda geçirirsek vücudumuz farz edelim on hormon üretiyor; şayet bu değerli vakitleri ayakta uyanık bir hâlde geçirirsek vücudumuz yüz belki bin hareket hormonu üretiyor. Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;

“Sahura kalkın! Çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 20) sözü de, günün erken saatlerinin ne kadar bereketli olduğunu vurgulayan bir sözdür

Yüce Rabbimiz; geceyi dinlenmemiz, gündüzü de çalışmamız için yarattığını bildirmektedir.

Bu bakımdan erken yatmakta da bereket vardır. Peygamber Efendimiz, akşam ile yatsı arası uyumanın ve yatsıdan sonra kelâm etmenin mekruh olduğunu bildirmektedir. Onun için Rabbimiz’in kâinatta tesis ettiği dengeyi, itidali, fıtratı bozmamak elzemdir. Uyunması gereken saatlerde uyumak, uyanık olunması gereken saatlerde ayakta olmak, bu denge ve itidalin bir zaruretidir.

Günümüzde birçok insan maalesef bu dengeyi bozarak zaruret olmaksızın gece geç saatlere kadar ayakta vakit geçirmekte, sabah da geç saatlerde kalkmaktadır. Bu şekilde başlayan hattâ neredeyse bitmek üzere olan bir günden nasıl bereket umulabilir ki?

Helâlde bereket vardır, haramda ise bereketsizlik vardır. Az da olsa helâl yolla elde edilen bir kazanç, haram yollarla elde edilen yığınlarca kazançtan daha bereketlidir.

Onun için fâizde bereket yoktur ama; sadakada, zekâtta bereket vardır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Sadaka malı eksiltmez!” (Müslim, Birr, 69) buyurmaktadır. Cenâb-ı Hak; kendi rızâsı için verilen sadakaları, on katından yüz katına kadar artıracağını va‘detmektedir. Zekâtı verilmeyen mal, ne kadar çok olursa olsun sahibine ateş ve yükten başka bir şey değildir. Nitekim anahtarları bile güçlükle taşınabilen Kārûn’un hazinelerine ne oldu? Köpük gibi uçup gitti, geriye ateş kaldı, büyük bir hüsran kaldı.

Kanaatte, cömertlikte bereket vardır. Mekke fethedildiği gün müslüman olan Hakîm bin Hizâm, kalpleri İslâm’a ısınsın diye kendisine verilen ganîmeti az bulunca Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona da bize de nasihat edercesine şöyle buyurmuştur:

“Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır.

• Kim bu mala cömert bir gönülle sahip olursa, kendisi için malı bereketlenir.

• Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa, onun için malın bereketi kaçar.” (Buhârî, Zekât, 50)

Dürüstlükte, doğrulukta bereket vardır. Yalanda ise bereketsizlik vardır. Nitekim bir sözünde Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Yalan yere edilen bir yemin, malın sürümünü artırır ama bereketi yok eder.” (Müslim, Büyû‘, 25)

Toprak berekettir. Cenâb-ı Hak toprağa bitmez tükenmez bereket ihsan eylemiştir. Aslında insan da topraktan yaratılmıştır. Topraktan çıkan mahsûller berekettir, bereketlidir.

Toprağın bir mahsûlü olan ekmek berekettir. Onun için ekmeğe hürmet ve tâzim gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Birinizin lokması yere düşerse hemen alıp üstündeki kiri temizledikten sonra onu yesin, şeytana bırakmasın. Çünkü siz, bereketin yemeğin hangi kısmında olduğunu bilemezsiniz!” (Müslim, Eşribe, 136)

Bu bakımdan toprakla haşır neşir olan insan bereket bulur. Cenâb-ı Hakk’ın izniyle toprağın bahşettiği mahsûllerle bir ömür geçirdikten sonra yine toprağa döner, toprağa gömülür, toprakla beraber olur. Artık toprak, insan bedeninin ayrılmaz bir parçasıdır.

Suda bereket vardır. İnsanın özünde de su vardır. Su berekettir. Su yücedir. Halk arasında; “Su gibi azîz ol!” derler. Azîz, kıymetli, değeri yüksek olan, yüce anlamlarına gelir. Onun için su hayattır. Suyun olduğu yerler, yemyeşil hayat dolu yerlerdir.

Abdestte bereket vardır, namazda bereket vardır. Duâda bereket vardır.

Selâmda bereket vardır. Mü’minler birbirleriyle görüştüklerinde;

“es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtühû” diyerek selâmlaştıklarında, aynı zamanda birbirlerine duâ etmekte ve Allâh’ın rahmet ve bereketinin üzerlerinde olmasını niyaz etmektedirler.

Nitekim bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Sen, evine, aile halkına vardığın vakitte onlara selâm ver; senin bu selâmın hem sana hem de evinin halkına hayır ve bereket olur.” (Tirmizî, İsti’zân, 10)

Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ, bereketli mekânlardır. Zira buralarda kılınacak bir rekât namaz, diğer yerlerde kılınandan yüzlerce, binlerce kat daha sevaptır. Onun için hac berekettir, umre berekettir. Onun için Mescid-i Aksâ’yı unutmamak, bereket katar hayatımıza.

Her şeyi yaratan yüce Rabbimiz olduğu gibi, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in lisânıyla;

“Bereket de Allah’tandır.” (Buhârî, Eşribe, 31) Yani bereket, Rabbimiz tarafından kâinâta nakşedilen ilâhî bir lütuftur, mânevî bir bolluktur.

Bu bakımdan muhtelif tamahkârlıklarla dolu günümüz insanının gönlü, berekete muhtaçtır. Bereketli bir hayat onun için elzemdir. Keşke bunu anlayabilsek, keşke maddî-mânevî bereketlerle dolu bir hayat yaşayabilsek…

Eğer yeme ve içmelerimizde, ev hayatımızda, iş hayatımızda, ticaretimizde, bütün hayırlı işlerimizde kısacası bütün hayatımızda bereketi hâkim kılabilirsek; huzurlu, mutlu ve başarılı günler bizim olacaktır Allâh’ın izniyle.

Ne mutlu bereketi idrak edip bereket dolu bir hayat yaşayabilenlere…

Rabbimiz, bizlere bereket dolu bir hayat lutfetsin!

Rabbimiz; zamanlarımızı, mekânlarımızı, yediklerimizi, içtiklerimizi bereketli kılsın!

Rabbimiz; bizleri Kur’ân’ın bereketinden, Peygamber Efendimiz’in bereketinden, zikir ve tesbihatın bereketinden mahrum eylemesin!
Âmîn…