BAŞINA DERT AÇMA!

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

e_notlari-SAYI-141

Zannettiler:

–Dürüst olunca işler düzgün gitmiyor, çünkü her çarşı eğilmiş, bükülmüş.

–Aynen öyle, zaten virajlı ve zikzak yollarda düzgün gidilemez ki!

–Üstelik herkes böyle.

–Olmayan varsa da avcunu yalıyor.

–Dil varmıyor ama dürüstlük, artık kötülükten beter başa dert!

Farz ettiler:

–Doğrulukla ticaret yürümüyor.

–Yalana kim mecbur değil ki!

–Mecbur ne kelime, şart o şart.

–Hakkı söyleyene çözüm yok artık.

–Ne çözümü, sadece başa dert!

Yorumladılar:

–Şu sıkıntılar iyice rahatımızı kaçırdı.

–Aldırma, keyfimizce bir hayat yaşamak varken psikoloji bozmaya gerek yok!

–Ama ille bir baş ağrısı her şeyde, çatlatacak bizi.

–Âhirete faydalı diyorlar ya, bence hayalci lâkırdı, saftirikler için bir kandırmaca.

–Haklısın, yıkık bir dünya ile âhiret mi îmar edilir? Boşu boşuna başa dert!

Karıştırdılar:

–Ne yana baksan çile, dert, felâket ve harabe!

–Hepsi de mânâsız.

–Bunlar olmasa, dünya ne güzel olurdu.

–Tuhaf bir felek programı, bir türlü içime sinmiyor.

–Gerçekten öyle, çareler bile başa dert!

Kararlaştırdılar:

–Umursama; her şeyi boş ver! Nasılsa bir şey değişmiyor.

–Evet, birçok ağır hastalığın sebebi de, her şeyi kafaya takmak yüzündenmiş.

–Zaten bunca dert; beyne felç, kalbe kriz!

–Bu yüzden hepsi de artık çöpe.

–Aksi hâlde her biri ölümden de ağır ve gereksiz yere başa dert!

Duydu, dinledi. Esefle inledi. İşittikleri karşısında eğitim bülbülünün küçücük kalbi büyük bir daralma yaşadı. Gözlerinden birkaç damla yaş düştü. Gaflet erbabının imtihan dolu sırlar çarşısı olan fânîdeki şaşkınlıklarına ve hikmetler pazarı olan bir âlemdeki kör ve sağır hâllerine içinden kopan bin bir feryat boğazında birikti. Uçtu, uçtu; her meydana hâkim dev bir çınarın üstüne konarak başladı şakımaya. Şakımaktan ziyade gönülleri ve idrakleri uyandırıcı bir haykırmaydı bu:

“–Ey insanoğlu!

Sıkıntılardan kaçacağım diye başına çaresiz dertler açma! Hayatı anlamadan ve hikmetlerini çözmeden yaşarsan, aradığın keyif ve rahatlık, bir adım sonra görürsün ki, azap ve felâketin tâ kendisi imiş!

Zaten;

Zavallı beşer, kendi başına bütün dertleri yine kendisi açıyor.

Dert nedir?

Canları ezici olan, aşılamayan dağlar; insanı un ufak eden ağır devâsâ kayalar.

Fakat ey gafil!

Allâh’ın verdiği çileler, asla dert değil!

Onlar baştan sona devâ.

Şu kendini ve haddini bilmez, şımarık, arsız, gafil, cahil, zalim ve mağrur tipler için bile bilhassa öyle bir şifâ ki, olmazsa olmaz. Mazlumlar, masumlar, mahrumlar ve muhtaçlar için de tüm dertler, bambaşka birer derman.

Bizler, hikmetsiz ve yanlış öğrendiğimizden dolayı onları dert zannediyoruz. Şu fânî dünyanın, bu şaşkın nefsin ve o âsî iblisin gözüyle bakmaktan dolayı belâ zannediyoruz.

Eğer, sonsuz âhiretin; ârif aklın ve hikmetli bir kalbin gözüyle bakabilsek, göreceğiz ki;

Allah’tan gelen bütün dertler; aslında bizim, gaflete düşüp de dünyaya dalarak kendi başımıza açtığımız gerçek dertleri ortadan kaldırmak için takdir edilmiş ilâhî yardımlardan başka bir şey değil.

Çünkü;

Cenâb-ı Hakk’ın takdiri olan her şey, her hâliyle kusursuz bir çözümden ibarettir. Bunu, nefsâniyet yüzünden insanların yanlış anlamaları, maalesef dertleri, boşu boşuna yalan yanlış ifadelendiriyor. Tam bir şeytan tuzağı bu. Kör nefisler o tuzağa, akıllar da o nefislere yakalandığı an; iş değişiyor. İlâhî çare ve çözümlere dert, keder, âfet, belâ, felâket gibi olumsuz ve kötü şeylermiş gibi yorumlar peş peşe diziliyor ağızlarda. Hepsi de nefse ait. Hepsi de hakikatsiz algı. Oysa, nefsin kıskacından kurtulan her ârif, tüm dertleri hazinelerden daha değerli görür. Ehl-i basîret de, en ağır çileleri bile Hak’tan müstesnâ birer hediye olarak idrak eder.

Ancak ince bir nokta var:

Bu hüküm, Hak’tan gelen dertler hakkında geçerli. Yani kul tercihlerinin karışıp da rahatlık adına ebedî hüsrana yol açtığı dertler, hazine değil. Onlar ilâhî hediye değil.

Yani;

Hak’tan gelene âmennâ. Keyfe düşkünlük ekseninde kul bulamaçlarından gelene lâ.

Yani;

Ne gelirse, Hak’tan gelecek. Kul tercihi karışmayacak.

Yani;

Kul, kendi başına kendisi dert açmayacak. Çile satın almayacak. Bin bir hevese kapılıp da rahatlık felâketini ve keyfin doğurduğu kahredici musibetlere balıklama dalmayacak. Ene ve egosunun çıkarttığı dertlere bulaşmayacak.

Yani;

Sadece ilâhî çerçevede ve Hakk’ın tasdik ettiği bir iyilik ve afiyeti isteyecek.

Bir ömür;

«–Ey Rabbimiz! Bize, dünyada da âhirette de iyilikler ve güzellikler ihsan eyle!» diyecek.

Seçtiği ve istediği bu olacak.

Sonra da;

Allah ona iyilikleri ve güzellikleri, bereketleri ve afiyetleri hangi yolla verirse; buna râzı olacak. Yağmuru şimşeklerin içinde mi veriyor Allah, derhâl idrak içinde şimşeklere rızâ göstererek rahmete şükredecek. Sayısız ağrılar ve sancılar içinden mi derman veriyor Allah, hemen acılarına rızâ hâlinde sabredecek ve bu şekilde verilen şifâya şükredecek.

Şayet bundan başkasını seçerse, eyvahlar ola.

Çünkü o zaman zavallı insan, kendisine hakikaten çözümsüz bir felâket seçmiş olur. Kaldıramayacağı bir derdin altına girmiş ve hüsranına karar vermiş olur.

Ey uyanık!

Uyan!

Kast ettiğimiz derdi doğru anla!

Nedir asıl dert?

Başımıza açmamamız gereken dert nedir?

Âkıbet;

İnsana zararlı olan her şey.

Evet, asıl dert; bize acı çektiren, bizi boğup daraltan ve hiç hoşumuza gitmeyen şeyler değil. Son derece bizi memnun etse de, bize zararlı olan şeylerdir asıl dert. Tarifsiz lezzetler yaşatsa da nihayetinde kulu ebedî cehenneme götüren bir şeyden daha büyük bir âfet olabilir mi? Olamaz. Cennet ferahlığında ve zevkinde yaşatıyor görünse de, o âfetten daha büyük bir hüsran ve felâket yoktur.

Burada;

Hüsran, âfet ve felâket, kötülük ve belâ tabirlerini de doğru anlamak şart. Çünkü;

Nefsin nazarındaki tarifler ile kalbin nazarındaki tarifler çok farklıdır. En doğru tarif, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hakk’ındır. İşte ancak o tarif ile terazi tutmak ve tartıyı o tarif ile kullanmak, en isabetli neticeye ulaştırır. Ebedî olan o netice de, rahmet ve lutfun ta kendisi olur.

O hâlde ey insan!

Sen, sen ol, başına dert açma!

Ne olursa olsun;

İlâhî emirlere uy! Farzları ve sünnetleri yerine getir!

Haram ve yasaklara riâyet et!

Bir âhiret tarlası burası;

Emri ve nehyi ihmal ederek başına dert açma!

Bir gurbet ve hicran iklimi burası;

Ebedî af ve mağfiret fırsatlarını tüketip de başına dert açma!

Bir imtihan dünyası burası;

Dertlerden kaçıp da başına dert açma!

Yoksa;

Çözümsüz kalırsın. Çaresiz kalırsın. Elde edeceğin karşılık, sadece ateşte azaplara çarpılmak olur. Üstelik gafletin yüzünden şu fânîde bu gerçeği bir türlü göremezsin de dünyanın en akıllıca işini yapıyormuş gibi kendini kabara kabara cehenneme yuvarlarsın.

Heyhat, ardınca sadece hazin bir ibret kalır.

Ey akıl satan!

Erken fark et;

Günaha dalan kimsenin nasibi keyif değil, başına açtığı sonsuz bir derttir.

Kötülüğe bulaşan biri; bir şekilde işini çözmüş değil, sadece başına dert açmıştır.

Dedikodu bataklığına dalan da, başına dert açmıştır.

Cimri ve gaddar olan da, başına dert açmıştır.

Yalancılık yapan da, o yalanlarını ne kadar beyaza da boyasa, başına dert açmıştır.

Fitne ve fesat çıkaran da, başına dert açmıştır.

Rahatı ve keyfi seçen de, başına dert açmıştır.

Din yolunda; «Yoruldum, daha fazla çalışmayacağım, biraz da yatacağım!» diyen de, başına dert açmıştır.

Allah için nefes nefese koşmayan da, başına dert açmıştır.

Bir türlü Hazret-i Hakk’a tam teslim olamayan, Hazret-i Peygamber’e ve Hazret-i Kur’ân’a sadâkat gösteremeyen de, başına dert açmıştır.

İki günlük hayatta nefsin câzibelerine karşı; «Ne çıkar bu dertten, böyle derde canım fedâ!» deyip âkıbetini hiç umursamadan keyfine göre yaşayan da, başına çok belâlı bir dert açmıştır.

Fakat bilmez.

Yazık ki düşüncesiz insanoğlu, başına nice dert açtığını bir türlü bilmez. Kendisinin kendisi hakkında en faydalı olanı yaptığını düşünür her zaman. Bu sebeple dört elle sarılır başına belâ açacak türlü türlü hâdiselere.

Oysa;

İnsanın, daima kendisine faydalı olanı tercih etmek ve bundan asla vazgeçmemek gibi bir anlayışı daima vardır. Lâkin bu yönünü ters orantı ile kullandığında ille zararlı olanı tercih eder ve bunda da inatçı olur. Şeytanın vesveseleri de işin içerisine girdiğinden dolayı tamamıyla kendi mahiyetine ters bir çukura yuvarlanır.

Onun için;

İnsan başkalarına değil, sadece kendisine demeli ki;

Ey akıllım!

Sen, sen ol, başına dert açma! Unutma; bir kimsenin başına dert açan kişi, gerçekte bir başkası değil, ta kendisidir. Yani daima her derdi kendi başına insan yine kendisi belâ etmektedir. Fakat ne hikmetse devamlı başkalarıyla muhatap ve karşılık içerisinde olduğundan dolayı, her başına geleni bir başkasından bilmekte ve sürekli başkasını suçlamaktadır.

Hâlbuki;

Bu suçlama psikolojisi, insanı çözümden daha da uzaklaştırıcı bir şeytan tuzağı veya nefsin oyunudur. Bu tuzak ve oyuna yakalananlar, maalesef ki gece-gündüz çözüm için sadece görüntüde çırpınan fakat aslında çözümsüzlüğü merkeze almış olan ve bir bakıma asıl çareye hiç sıcak bakmayan ve kesinlikle doğru bir derman içerisinde olduğunu zanneden gafillerdir.

Bunların;

Konuştukları hayır, yaşadıkları şerdir. Kalemleri hayır, yazdıkları şerdir. Sayfaları hayır, satırları şerdir. Yani niyetleri hayır, istedikleri şerdir. Tam âyette buyurulduğu üzere;

“İnsan, hayrı istediği gibi şerri de ister.” (el-İsrâ, 11)

İlâhî beyan ve tespit, gayet açık.

Çok açık ey bilgili cahil!

Şu insanoğlu, hayrı için nasıl duâ ediyorsa, aynı şekilde şerri için de duâ etmekte. Hem de ısrarla. Nasıl ki, hayır olan bir şeyi şiddetle istiyorsa; şer olan bir şeyi de aynı, hattâ daha da şiddetli bir şekilde isteyebilmekte. Tek aldandığı nokta;

Şerri de, kendisi için hayır zannetmesi. Yani şer denilen hususun, onun için baştan aşağıya hayır olarak görülmesi. Çünkü şerrin süsü ve püsü, hayrınkinden her zaman daha fazladır.

Ey fark etmeye talip olan!

Mesele;

Neyin hayır, neyin şer olduğunu doğru ve açıkça bilebilmek.

Neyin hak, neyin bâtıl olduğunu isabetli bir şekilde fark edebilmek.

Neyin belâ, neyin şifâ olduğunu, gerçeğine göre idrak edebilmek.

Hâsılı;

Dünya ve âhirette neyin başa dert, neyin de derman olduğunu tam kavrayabilmek.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn!..