BAKIŞ AÇISI

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

mustafa_kucukasci_yuzakidergisi_ocak2016

Birçok lisanda «görmek», idrak etmek, anlamak mânâsında kullanılır. Görmek için bakmak gerekir. Bakışın da açıları olur. Maddî ve mânevî…

Bakış açısı, görüşü keskinleştirir, derinleştirir, idrâkin ufkunu geliştirir. Tabiî tersine de sebep olur. Dar bir bakış açısı idrâki daraltır.

Ne büyüktür, gözün bakış farkı,
İki zıt ufka dev akış farkı…
Aynı kudrette yıl boyunca güneş;
İşte dünyâda yaz ve kış farkı…

Evet, güneş aynı uzaklıktan bakar fakat bir yarım kürede kış, bir yarım kürede yaz yaşanır.

Hâdiseler kiminin gözüne ibret sürmesi olur, kiminin gözüne gaflet sürgüsü…

Cimri bir insan, kendisinden yardım istendiğinde daralır. Beni mi buldu, diye düşünür. Yâsin Sûresi’nde nakledildiği üzere şöyle felsefeler dahî üretir:

“Onlara infâk edin denildiğinde şöyle derler:

«Allah dilese onları doyururdu, onları biz mi doyuracağız?»” (Yâsîn, 47)

Hazret-i Ali ise, böyle bir durumu iki kat sevinç sebebi saymıştır:

“İki nimet var ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilemiyorum.

Birisi, bir kişinin yardım isteyeceğinde bana gelmesi, benden yardım istemesidir.

Diğeri de, o kimsenin arzusunu Allâh’ın benim vasıtamla yerine getirmesi yahut kolaylaştırmasıdır.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, VI, 598/17049)

Geçenlerde sosyal medyada bir afiş gördüm. Dînî bir kuruluşun hazırladığı afişte, bir günlük maîşeti olan için dilenmenin haram olduğu, bu sebeple dilencilere para vermeyerek, onların haram işlemesine yardımcı olmamamız gerektiği ifade ediliyordu.

Musa Efendi -rahmetullâhi aleyh- ise, dilenen bir kişiye az da olsa ikramda bulunarak nefsimizin cimriliğinden korunmamız gerektiğini hatırlatıyordu.

Çünkü içimizde; «Başkasına verme, bana ver!» diye dilenen bir nefs dilencisi var. Asıl onu bu kötü alışkanlıktan kurtarmak gerek!

Nefsânî bakış açısı ile, nefsi terbiye bakış açısı ne kadar farklı neticeler ortaya çıkarmakta.

Bakış açısını düzelten en mühim ayar, manzarayı kadraja sığdıracak kadar geniş bakabilmek.

Günü kurtarmak dar bir açıdır.

Amma;

Her fiilin, her adımın, her sözün tâ öbür dünyada mahkeme-i kübrâda hesabının sorulacağını, mîzânın hayır veya şer kefesinde tartıya gireceğini, amel defterinde karşısına çıkacağını düşünen bir kişi için, görüş ve idrak çok geniş ve dolayısıyla çok farklı olacaktır.

Kur’ân-ı Kerim; “Bak, bakın!” emirleriyle doludur.

Nasıl; “İkra’!: Oku!” emri; okunacak her şeye “Bismi Rabbike: Rabbinin adıyla” kaydıyla tevcih edilmişse, “F’enzur!: Bak!” emri de «Keyfe?: Nasıl?» soru ismiyle, bakılacak, ibret alınacak, tefekkür vesilesi olacak manzaralara istikametlendirilir. Keyfiyet, «keyfe»den meydana getirilmiş bir kelimedir. Kalite… Nitelik… Bakışın keyfiyeti, Rabbin tasarrufları açısından bakıştır:

“Allâh’ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kādirdir.” (er-Rûm, 50, Ayr. Bkz. el-Ankebût, 20)

“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (el-Ğâşiye, 17-20)

Hâlbuki, kâinâta dar açılarla bakan nice bilim adamları görüyoruz ki, tabiattaki bu mesajı alamıyorlar. İlâhî sanattan; «canlılığın her şartta var olma direnci» gibi donuk mesajlar alıyorlar! Böyle olunca idrakleri, kabrin ötesine geçemiyor. Tasavvurları da kıyâmetin ötesine geçemiyor.

Bu bakış, yarınları olmayan mahlûkat için normaldir. Nitekim Cenâb-ı Hak, kâfirleri;

“Onlar davarlar gibi (tefekkürsüz) yerler…” (Muhammed, 12) diye tasvir eder. Bu bakış açısıyla şu manzûmeyi yazmıştım:

Kediler, köpekler, kuşlar, balıklar…
Fareler, öküzler, foklar, tavuklar…
Öteki dünyadan payı olmayan,
Akıldan nasipsiz tüm yaratıklar…
Kâinâta bakar, tek gıda görür,
Sıçrayana koşar, duranı koklar…
Ne kadar keskinse göz ve burunlar,
O kadar mutlular, o denli toklar!..

İnsansa, zâhirde bâtını arar;
Fikreder, perdenin ardını yoklar…
Tefekkür, teşekkür ve muhasebe…
Varlar neden mevcut, niye yok yoklar?
Sorar bu sanatta kimindir imzâ?
Hâlık’ı gösterir mânevî oklar…
O sâfî merakın ve tecessüsün,
En güzel timsâli, masum çocuklar!..

Fakat her şeye aç gözlerle bakan,
Nice insancık var, hem ne de çoklar!..
Hayvanın suçu yok, öyle kodlanmış,
Ya neden idraksiz şu domuzcuklar?!.
Hayvanlıkta hayvanları aşanlar,
İşrette çoklar da ibrette yoklar…
Tâlî, sakınalım «bel hüm edall»den,
Yoksa kıyâmette bekliyor şoklar!..

Bir başka bakış açısı, bütün mahlûkatın Allâh’ı zikrettiği, tesbih ettiği zâviyesinden bakmaktır ki, o zaman, inkârcılar hakkında; «bel hüm edall: Hayır! Onlar hayvanlardan daha aşağıda, hidâyetten daha ziyade uzaktırlar.» (el-A‘râf, 179) hükmünü vermek zaruret olur.

Hele şu bakış açısına bakar mısınız?

“Bilindiği üzere; şimdiye kadar hiçbir kuş, komşusundan daha çok sayıda yuva yapmaya uğraşmadı. Şimdiye kadar hiçbir tilki, saklanacak tek bir deliği olduğu için üzülmedi. Şimdiye kadar hiçbir sincap bir yerine iki kış yetecek kadar ceviz toplayıp saklamadığı için endişeden ölmedi ve hiçbir köpek yaşlılık yılları için birikmiş kemiği olmadığı gerçeği üzerine, uykusuz geceler geçirmedi.”

YARIN

İnsanda yarın endişesi aslında haklı…

Yarın fakat hangi yarın?

Yarına bakış açısını değiştirmeli…

İlâhî emir, yarına bakmaya çağırıyor:

“…herkes, yarına ne hazırladığına baksın…” (el-Haşr, 18)

Bu yarın, âhiret…

Bu emrin başında da sonunda da takvâ emri var. İnsan meçhul bir vadiye temkinle girer. Takvâ tam da bu temkin ve sakınmayı ifade ediyor.

Bugün, bazılarının yarınıydı. Geçmiş ümmetlerin, mâzîde kalmış kavimlerin, toplulukların âkıbeti…

Cenâb-ı Hak onlara da bakmayı emrediyor. İbret nazarıyla ve Allah onlara «nasıl» muâmele etmiş, âkıbetleri nasıl olmuş bakış açısıyla:

“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allâh’ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!” (Âl-i İmrân, 137)

«Bakın!» buyuruluyor çünkü;

Âhireti yalan sayanların âkıbeti; daha bugünden, kıyâmet gelmeden bile perişan. Azametlerinin yerinde yeller esiyor, üzerine titredikleri hazinelerinde fareler ve hırsızlar cirit arıyor.

Acaba arkeoloji ilmiyle meşgul olanlar bu nasibi alabiliyor mu?

Bakış açısı bozuksa hayır.

Dar bakış açısıyla; onların silinişlerini bir helâk olarak değil, normal bir yok oluş olarak görüyorlar. «Her şey, her toplum yok oldu!» diyorlar. Avâmî ifadelere bile düşen; “İçen de ölüyor, içmeyen de…” tarzı bahaneler gibi…

Tıpkı Uhud Harbi sonrasında Ebû Süfyan’ın gelip;

“Bedir’de bizimkiler öldü, Uhud’da sizinkiler…” demesi gibi.

Hâlbuki Ebû Süfyân’a;

“Fakat bizimkiler şehid ve cennette, sizinkiler ise leş ve cehennemde!” diye haykıran Hazret-i Ömer’in bakış açısıyla bakarsak olup bitenler hiç de öyle değil.

Hazret-i Âdem’den ukbâya kadar geniş bir tarih çizgisi çekerseniz;

Hazret-i Nuh kazandı, devam etti; muârızları mağlûp oldu ve ceza gününü bekliyorlar.

Hazret-i Hûd kazandı, devam etti; Âd helâk oldu ve hesap gününü bekliyor.

Hazret-i Sâlih kazandı, devam etti; Semûd perişan oldu ve daha da olacak…

Hazret-i İbrahim, mü’minlerin salâtlarında bile yaşıyor. Nemrut, müstehzî bir sineğe tuş oldu ve kendi âciz ateşinden milyon katı bir ateşin ortasına atılacağı günü bekliyor.

Hazret-i Yûsuf, iffetli gençlerin duâlarında yaşıyor. Onu kendi ayıplarını örtbas etmek için hapsedenler, bugün toprağın yarın cehennemin zindanında mahpus olacaklar.

Hazret-i Musa, onu öldürmek için öldürülen binlerce bebeğe rağmen yaşıyor. Ümmet-i Muhammed’in Musa namlı evlâtlarıyla dahî yaşıyor. Fakat Firavun, kâbuslar içinde alaşağı edileceği günü bekliyor.

Bir başka «f’enzur» tam da bu mevzuda:

“Onların hile ve tuzaklarının sonuna bir bak! Doğrusu onları ve kavimlerinin hepsini yok edip (ülkelerinin) altını üstüne getirdik.” (en-Neml, 51)

Bugün de, kâbuslarında kendilerini bertaraf etmek üzere arza vâris olacak nesilleri görmüş ve onları beşiğinde boğmak için İslâm beldelerine çullanmış bebek katillerinin de âkıbeti farklı olmayacak.

Bizim bakış açımızdan hâdiselerin akışı çok yavaş görünebilir. İçinde yaşadığın hâdiseyi görmek, açı ve zaman farkı sebebiyle zor olduğu için yüce Mevlâ;

«Geçmişe bak!» diyor.

Keyfiyetli bir şekilde bak…

Doğru bir bakış açısıyla bak…

İşin sonunu yani âhireti içine alabilecek geniş bir açıyla bak!..

Bir gün âkıbetine ibretle değil, hayranlıkla bakılanlardan olabilmek niyazıyla…