ALEMİN DAĞI

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Ömer Efendiyi tanıdığımda kırklı yaşlarda; kır ama gür saçlı, tıknaz, yere sağlam basan, iş bitirici, çevik, kuvvetli bir adamdı. Kimi kimsesi yoktu.

Köyde herkesin bahçe işlerini, hayvan bakımını yapar; hayvanları meraya getirip götürür çobanlık yapardı. Aslında yapamadığı iş yok gibiydi. Yaptığı işe dört elle sarılır, âdeta kendisini işine adardı.

Köyde, çoğunlukla dedemlerin işlerini gördüğü için; akşamları onlarda kalır, koyun ağılının içindeki tek kişilik odasında anneannemin götürdüğü yemeği yer, sabah namazının ardından da hemen işe koyulurdu.

Ömer Efendinin en önemli özelliği konuşamaması idi. Konuşmaya çalışır, tam konuşacakken tutulurdu. O da konuşmaktan vazgeçer, büyük bir hırsla işine sarılırdı.

Bir orman köyü olan Alemdağ’ın en yüksek yeri olan tepede; o yıllarda, Amerikalıların bir füze üssü vardı.

Zaman zaman Smith Wesson tabancalı iki Amerikan inzibâtı; gülücükler saçarak köy meydanında dolaşır, köyün bakkalında ayran içer, peşine takılan çocukları; «alemin dagi, alemin dagi» diye çağırıp şeker, çikolata verirlerdi.

O yaz Ömer Efendi bize gelmemeye başladı. Cami cemaatinden öğrenildiğine göre; Amerikan üssünde çalışan bir Amerikalı başçavuşun çiftlik evinde, tam gün çalışmaya başlamış.

Bir müddet sonra camiye de gelmemeye başlamış. Yine duyduğumuza göre, ondan çok memnun kalan Amerikalı başçavuş; vazifesi bitince, Amerika’daki evinde çalıştırmak üzere onu yanında götürmüş.

Artık Ömer Efendiden ümit kesilmişken, tahminen üç yıl kadar sonra Ömer Efendi ortaya çıktı.

Fakat o tanıdığımız Ömer Efendi gitmiş, yerine bambaşka biri gelmişti.

Bir kere bülbül gibi konuşuyordu, başçavuş onun tedavisini üstlenmişti.

Ayrıca kılık kıyafeti değişmiş, sakalını her gün tıraş eder olmuştu.

Kısa zamanda; orada kazandığı parayla köyde bir yer aldı, üzerine iki katlı bir ev yaptırdı.

Bu evini yapmak için yer ararken, arsa alım satım işine merak sarmış; İstanbul hengâmesinden kaçan İstanbullulara emlâk temin etmek için evinin alt katını bir emlâk komisyonculuğu ofisine çevirmişti.

Kısacası Allah Teâla, Ömer Efendiye;

“Yürü yâ kulum!” demişti.

Demişti de;

Ömer Efendi, o yıl seçimlerde muhtar adayı oldu ve seçildi. Artık köyün muhtarıydı.

Bir yandan da emlâk komisyonculuğu işine devam ediyordu.

Bir gün jandarma gelip, Muhtar Ömer Efendiyi alıp götürdü.

Duyduğumuza göre; arsa alım satım işinde bazı usûlsüzlüklere bulaşmış, orman arazileri ile ilgili haksız kazançlar elde etmiş, para ve hapis cezaları almıştı.

İki yıl kadar sonra, Ömer Efendi yine köyde göründü.

Başta evi olmak üzere, bütün mal varlığını kaybetmişti.

Yaklaşık beş yıl içerisinde, Ömer Efendi onu ilk tanıdığım hâline dönüş yapmıştı.

Yine köyde, bahçe bakımı ve çobanlık gibi işlerde çalışmaya başladı. Dedemlerde koyun ağılındaki yerinde kalıyor, kaldığı yerden işlerine devam ediyordu.

Ve yine artık kimseyle konuşmuyordu.

Bir gün akşam yemeğini ben götürdüm ve ona;

“–Eskisi gibi yine konuşmuyorsunuz Ömer Efendi?” dedim. Maksadım onunla dertleşmekti.

“–Bak evlât!” dedi.

“Güçlüydüm, kuvvetliydim, akıllıydım, bir kelâmım yoktu ki; Allah Teâlâ onu da nasip etti. Ama bunları nerede, nasıl kullanacağımı bilemediğim için; sabah rüzgârında savrulup gittim. İnancım ardımdan geldi, öfkem ve nefsim bir olup aklımı yendi. Sabır, sebat gösteremedim, irademe sahip olamadım.

Ben de Allâh’ın verdiği nimetlerle avunamadığım için; bundan sonra O’nun verdikleriyle avunanlara, toprağa, bitkiye ve hayvanlara adadım kendimi…”

Doğrusu söyleyecek bir şey bulamadım.

Sağlıcakla kalın.