Yahudi-Hıristiyan Siyonizminin Kökündeki Belâ: DİNDE AŞIRILIK
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
Hak şerleri hayreyler…
Yedinci ayına doğru ilerleyen Gazze katliâmında nice dersler ve ibretler var. Manzaranın şiddeti, gören gözlere din bahsinde de hak ve hakikati sergiliyor. Hak din nedir, muharref dînin bütün foyası nasıl meydana çıkar mevzuu üzerine çekilmiş bir belgesel gibi…
Talebeliğimin geçtiği doksanlı yıllarda dünyaya pazarlanan mefhumlar vardı:
Fundamentalizm. Köktencilik, kökten dincilik. aşırı dincilik… Radikal İslâm. Bugün bu mefhumun tersi olan moderate / ılımlı İslâm tabiri, Suud gibi ülkelere kabul ettirilmiş görülüyor. Bu sayede İsrail, onlarca müslüman ülkenin ortasında soykırımına devam ediyor.
Soğuk savaş yıllarında, iki tarafın (sosyalist doğu ve kapitalist batının) da yanına çekmeye çalıştığı İslâm âlemine düşmanlık bir nebze ertelenmişti. Fakat komünist blokun çökmesiyle, İslâm düşmanlığı bütün kuvvetiyle batılı hâfızada hortladı. Bazı rivâyetlere ve teorilere göre; batı dünyası, komünizmle mücadele mantığı altında, millî duygular kadar dînî heyecanlardan da yararlanmak istemişti. Yani aşırı dinci dediği gerçek teröristler varsa; onları da aslında kendisi üretmiş, desteklemiş ve Rusya’ya karşı kullanmıştı.
Fakat fundamentalizm ve aşırı dincilik, müslümanları baskı altına almak için bir vasıtaya dönüştürüldü. Dînin gereğini yapmak isteyenlere derhâl «aşırı» yaftası yapıştırılıyordu. 28 Şubat’ta başörtüsüyle üniversiteye girmek isteyenlere «aşırı dinci» yakıştırması yapılırdı.
Zaman içinde stratejiyi değiştirdiler. Şimdi liberal, serbestiyetçi bir anlayışla başörtüsüne bir şey diyen yok. Fakat müslümanların, bu müsamahadan; homoseksüel, feminist vb. aykırılıklarla beraber yararlanması gerekiyor! Onlara dil uzatırsa, yine fundamentalist!..
Gazze katliâmı, asıl kökten dincinin kim olduğunu gözümüze soktu. Asıl aşırı dincilerin kimler olduğunu bütün dünyaya anlattı.
Yahudilik üzerine mühim araştırmalar yapan Prof. Dr. Nuh ASLANTAŞ’ın makalesinden, yahudi ve hıristiyan siyonizminin nasıl bir aşırılık içinde olduğuna şâhitlik eden satırları iktibas edelim:
“Evanjelistlerin Eski Ahit’in Vahiy kitabına (15-16. bap) dayandırdıkları görüşlerine göre; dünyada 7 belâ gerçekleşmeksizin İsa tekrar gelmeyecek, kıyâmet de kopmayacaktır.
Vahiy kitabında, Evanjelistlerin gerçekleşeceğine inandıkları 7 belâ, meâlen şöyle tasvir edilmektedir:
Gökte son 7 belâyı taşıyan büyük 7 melek görünecek, Tanrı’nın öfkesi bu belâlarla son bulacaktır. 7 melek, gökteki Tapınak’tan ellerinde belâlarla çıkacak, Tanrı’nın öfkeyle dolu 7 tasını yeryüzüne boşaltacaktır.
1. Birinci melek; öfke tasını yeryüzüne boşalttığında, insanlarda acı veren onulmaz yaralar oluşacaktır.
Evanjelistler, yeryüzünde yaygın hâle gelen AIDS ve Covid-19 gibi salgınlarla bu alâmetin gerçekleştiğini düşünmektedirler.
2. İkinci melek; tası denize boşalttığında, denizler ölü kanına benzer kızıl renge dönüşecek ve içindeki her şey ölecektir.
3. Üçüncü melek; öfke tasını ırmaklara boşalttığında ise, ırmaklar kana dönüşecektir.
Evanjelistler; çevre krizleri, kimyevî atıklarla nehirlerin ve denizlerin kirlenmesi, balıkların toplu ölümü, özellikle denizlerde mültecîlerin ölüm ya da ölüme terk edilmeleriyle bu alâmetlerin de gerçekleştiğini düşünmektedirler.
4. Dördüncü melek, tasını güneşe boşaltacak ve böylece güneş insanları yakmaya başlayacaktır.
Evanjelistlere göre; ozon tabakasının delinmesi, kutuplarda buzulların erimesi, son dönemlerde yaşanan iklim değişiklikleri kıyâmetin son alâmetleridir. Onların; Mesih’in gelişini geciktireceği için, bu tür çevre felâketlerine kayıtsız kalması, hattâ BM’de çıkarılacak bazı çevre kanunlarını engellemeye çalışmalarının sebebi budur. Geçtiğimiz senelerde Evanjelistlerin sâdık hizmetkârı Donald Trump’ın ABD’nin BM’deki çevre koruma anlaşmasından çekildiğini açıklaması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
5. Beşinci melek; öfke tasını canavarın tahtına boşaltacak, böylece canavarın hâkimiyeti karanlığa gömülecektir.
Evanjelistler; bu canavarın, Bâbil bölgesindeki ülke yönetimleri olduğuna inanmaktadırlar. Suriye başta olmak üzere; bugünkü Irak ve çevresinde yer alan devletlerin hâkimiyetlerini kaybetmelerinin, kaosa sürüklenmelerinin ya da yıkılmalarının sebebi budur. Türkiye bu yönüyle Evanjelistlerin de hedefindedir. ABD’nin PKK başta olmak üzere terör örgütlerini desteklemesi, terörün her türlüsünü himaye etmesi, ülkemizi istikrarsızlaştırma çabası, Suriye ve İran gibi bölge ülkelerini karıştırmasının arka plânında bu da vardır.
6. Altıncı melek; öfke tasını büyük Fırat Nehri’ne boşaltacak, Fırat’ın suları kuruyacak, doğudan gelecek orduların önünü açacaktır.
Evanjelistler; Fırat’ın doğusundan gelen bu savaşçı orduların, Amerika’nın düşmanı olan İran olduğuna inanmaktadırlar. İsrail’in Lübnan üzerinden İran’a gözdağı vermesinin bir sebebi de budur.
Kıyâmeti kopartacak 7 belâdan 6’sının gerçekleştiğine inanan Evanjelistler, yedinci belânın gerçekleşmesinin de an meselesi olduğuna inanmaktadırlar.
Onlara göre dünyanın başına gelecek son ve en büyük felâket Armegedon [Har Megiddo: Megiddo Dağı] savaşıdır.
Bu savaş, İsa Mesih’in gökyüzünden inmesinden hemen önce vukû bulacaktır.
Savaştan önce bölgenin mutlaka karışıklıklar içerisinde olması ya da oldurulması gerekmektedir.
Zira; dünyanın İsa’nın gelişine hazırlanması, kan dökmek, başka milletlere ve halklara acı çektirmek pahasına da olsa göz kırpmaksızın yapılmalıdır.
Bu sebeple hedefine belli bir bölgeyi koymayan Evanjelik hıristiyan siyonizm; küresel olması yönüyle sadece bölgemiz için değil, dünyanın her yeri için büyük bir tehlikedir.”1
Evet, bu manzara karşısında, aynaya bakıp söylesinler:
Kim fundamentalist, kim ılımlı, kim saldırgan, kim Orta Çağ zihniyetinde?
Harun ÖĞMÜŞ de bu noktaları kinâyeli bir dille şöyle mısralara dökmüştü:
Beyhûde uğraşıp da lâik olmuşuz, yazık!
Din harbi açtı bak «medenî» garb açık açık!
«Aydın» sanıp da gitmişiz ardınca nâfile!
Köktenci bir yobazmış o aslında bak hele!
Din buysa nezdinizde eğer olmasın o din!
Şâyet Mesîh’iniz de bu dindeyse gelmesin!
Ahlâk, hukuk, değer tanımaz dîni neyleyim?
Ahmak mıyım ki böyle bir Îsâ’yı bekleyim?
Lâkin diyorsanız gelecektir O hak ile,
Bin bir zulümle karşılamak hakkı nâfile!
(…)
Sapkınlığında böyle fütursuz evangelist!
Gel gör ki müslümanlara der «fundamentalist»!
AŞIRILIK…
Kur’ân-ı Kerim’de aşırılık; ifrat, teaddî ve gulüv gibi mefhumlarla ele alınmakta.
Yahudi ve hıristiyanlar, bilhassa «dinde gulüvv»e aşırılığa gitmemek hususunda îkaz edilmekteler.
Nisâ Sûresi 171’inci âyet-i kerîme:
“Ey ehl-i kitap! Dîninizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin!
Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allâh’ın rasûlüdür, (o) Allâh’ın, Meryem’e ulaştırdığı; «Kün!: Ol!» kelimesi(nin eseri)dir, O’ndan bir ruhtur. (O’nun tarafından gönderilmiş, Cebrâil tarafından üfürülmüş bir ruhtur).
Şu hâlde Allâh’a ve peygamberlerine îmân edin!
«–(Tanrı) üçtür» demeyin!
Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin!
Allah ancak bir tek Allah’tır.
O, çocuğu olmaktan münezzehtir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.
Vekil olarak Allah yeter.”
Saf bir zihin;
“Biraz abartıp, peygambere Allâh’ın oğlu deseler ne olur ki?” diye düşünebilir. Bunu masum bir sevgi mübâlâğası olarak görebilir. Fakat mesele böyle basit değildir.
Akîdeyi Allah Teâlâ belirler. İnsanlar, kendileri akîde uydurmaya başlayınca, onun sonu gelmez. Aşırılıkların peşindeki insan; bebek öldürmeyi, hastahâne yıkmayı, o «tanrı»yı getirmenin yolu olarak kendince meşrûlaştırır. Uydurdukça kudurur. Kudurdukça uydurur! Bu sebeple, akîdede en ufak bir sapmaya, en küçük bir beşer müdahalesine müsaade edilmemiştir.
Peygamberimiz -aleyhisselâm-; Hıristiyanlık’ta yaşanan bu aşırılığın, müslümanlar arasında yaşanmaması için, daima kul olduğunu vurgulamış, kendisinin ilâh edinilmesine götürebilecek ifratlara karşı tedbirler almıştır. (Müsned, I, 23; IV, 25; Buhârî, Enbiyâ, 48)
Buna rağmen İslâm dünyasında, Hazret-i Ali ve evlâdı hakkında inanç sapmaları meydana gelmiş; Şiî-Sünnî ayrımı yüzünden günümüze kadar uzanan savaş ve ihtilâfların ardı arkası kesilmemiş; Şia’nın içinde de gulât (gulüvve düşenler) denilen, İslâm dairesi içinde görülemeyecek derecede aşırılığa savrulanlar da olmuştur.
Kur’ân-ı Kerim, 23 sene boyunca müslümanlara gerek sabrı, gerek cihâdı emrederken daima îtidal çerçevesinde yürümeyi temel esas belirlemiştir. Takvâyı birinci şart sayıp, haddi aşmaktan daima men etmiştir:
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.” (el-Bakara, 190)
İsrail; sivil hayatları hiçe saymanın yanında, bölgede hizmet veren batılı yardım kuruluşu çalışanlarını ve gazetecileri de fütursuzca katlediyor ve; «Savaşlarda böyle şeyler olur.» deyip özürle savuşturuyor.
Peygamberimiz’in bu husustaki tâlimat, teftiş ve ısrarına bir örnek verelim:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- savaş alanını teftiş ederken bir kadın cesedine rastladı.
“–Bunu kim öldürdü?” diye sordu.
Hâlid bin Velîd’in öldürdüğünü söylediler. (el-Bûtî, Fıkhu’s-Sîre, s. 425)
Hazret-i Peygamber öfkelendi ve;
“–Hâlid’e haber gönderin! Rasûlullah seni, çocuk, kadın, işçi ve kendisiyle yardım görülen köle gibi kimseleri katletmekten nehyetti.” diye buyurarak yeni bir hata yapmaması için uyarmak üzere bir sahâbîsini gönderdi. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 337)
O sırada Üseyd bin Hudayr -radıyallâhu anh-;
“–Yâ Rasûlâllah! Onlar müşriklerin çocukları değil mi? Öldürülmesinde ne sakınca var?” deyince Hazret-i Peygamber ona döndü ve;
“–Sizler ve çocuklarınız da müslüman olmazdan önce müşrik çocukları değil miydiniz?” buyurarak îkaz etti. Sonra;
“–Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra anne ve babası onu putperest, yahudi ve hıristiyan yapar.” buyurdu.2 (Vâkıdî, Meğâzî, III, 915)
Müslümanlar; îtidâli terk edip, Allâh’ın helâl kıldıklarını haram kılmak (hiç evlenmemek, gece hiç uyumamak) seviyesindeki aşırılıklardan da men edilmişlerdir. (el-Mâide, 87) Hattâ duâda ve Allah rızâsı için infakta bile (el-A‘râf, 55; el-İsrâ, 26-27) haddi aşmamak gerektiği bildirilmiştir.
Tabiî ki bütün bunlarda ölçü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. O’nun yaptığı ve tavsiye ettiği ölçülerde; gecelerin ihyâsı, riyâzat, nefisle mücâhede, sadelik, gayret ve fedâkârlıklar, asla aşırılık olarak gösterilemez.
Dinde ruhbanlık yoktur, fakat müttakî, muhsin, sâbik, mukarreb, muhlis/muhlâs dereceleriyle tarif edilen, fazîlet yarışında ileri gitmeye çalışan mü’min seviyelerine ulaşmaya teşvik vardır. Tabiri caizse; «ileri» ile «aşırı» arasındaki farkın mîyârı Rasûlullah Efendimiz’in sünnet-i seniyyesidir.
Gulüvvün bir çeşidi teşdiddir. Yahudiler; bakara kıssasında yaptıkları gibi, güya ince eleyip sık dokuyormuş gibi davranarak, emrin îfâsını geciktirir ve güçleştirirler.
Uzmanlar, cumartesi hakkındaki yasağın; bizdeki cuma saatinde alışverişi bırakmak seviyesinde bir nehiy iken, yahudi teşdîdi yüzünden günümüzdeki gibi, elektrik düğmesini açamayacak seviyeye taşınmış olabileceğini anlatıyor.
Hadîs-i şerifler, Yahudiliğin teşdid yoluyla zorlaştığını ve önceki kavimlerin gulüv / aşırılık sebebiyle helâk olduğunu şöyle bildiriyor:
“Kendinizi teşdîde (sıkıntı ve zorluğa) sokmayın, zira böyle yaparsanız (Allah tarafından) daha çok teşdîde (sıkıntıya) uğratılırsınız. Nitekim sizden önceki bazı topluluklar bunu yaptılar ve Allah da onları daha çok teşdîde uğrattı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 52)
“…Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının! Çünkü sizden öncekileri dinde aşırılık helâk etti.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 63; Nesâî, Menâsikü’l-hac, 217)
Gulüvden bahseden ikinci âyet, yahudilerin taşkınlıkları etrafındadır:
“De ki: Ey kitap ehli! Dîninizde haksız yere haddi aşmayın! Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın!” (el-Mâide, 77)
Müteâkip âyette; bu topluluğun, hem Hazret-i Davud’un hem Hazret-i İsa’nın diliyle lânetlendikleri bildirilir. İmam Mâtürîdî, yahudilerin; hem demirin, zırhın, krallığın ve harbin peygamberi Hazret-i Davud’dan, hem de merhamet ve re’fetin peygamberi Hazret-i İsa’dan lânete uğramış olmalarına dikkat çeker.3 Bu lânetin / rahmetten kovuluşun sebepleri; isyanları, haddi aşmaları ve birbirlerini günah ve isyanlardan sakındırmamalarıdır.
Gulüvve, aşırılığa nasıl düşüldüğüne misaller verelim:
Cenâb-ı Hak; insanlığa bir nümûne / prototip olsunlar diye İsrailoğullarına çok sayıda peygamber göndermiş, onlara, firavundan kurtuluş, denizin yarılması, kudret helvası-bıldırcın ikrâmı gibi sayısız mûcizeler ve yardımlar yaşatmıştır. Bunlara şükretsinler, nankörlüğe düşmesinler diye, Mennân Allah; onlara nimetlerini hatırlatmış ve bütün nimetler ve nusretlerde, onları zamanlarındaki insanlara üstün tuttuğunu, tercih ettiğini bildirmiştir.
Yahudiler ise; bu üstün tutuluşu, fizyolojik, ırkî bir iddiaya taşımış ve kendilerini Allâh’ın oğulları ve sevgili kulları görerek, tanrıyı kabîlelerine tahsis etme dalâletine düşmüşlerdir.
Öyle bir gulüv ki; İsrail Devleti’ne savaşta sivilleri öldürebilme yolunda fetvâ yayınlayan hahamlar, Filistinliler hakkında, «insan görünümlü hayvanlar» ifadesini kullanıyor. Niye? Çünkü yahudi değil. Herkes yahudinin hizmetçisi!
Cenâb-ı Hakk’ın her zaman ve zeminde, vaat ve ikramları; sahip olunan, sahip çıkılan vasıflar ve hasletler üzerinedir. Bedir’de, büyük inâyet ve ilâhî yardımlara nâil olan sahâbe; iki yıl sonra Uhud’da bazı hasletlerdeki zedelenme sebebiyle, ciddî bir sarsıntı ve ihtarla karşılaşmıştır.
Kaldı ki, üstün tutuluş aynı zamanda bir imtihandır. Kur’ân-ı Kerim’de, asr-ı saâdet müslümanlarına hitâben de, Cenâb-ı Hak, defalarca;
“–O dilerse, sizi giderip yerinize başka bir topluluğu getirir!” îkazında bulunmuştur.4
Tevrat’ta aslında; yahudiler hakkında övgüden çok, yergi ve îkaz vardır. Prof. Dr. Nuh ASLANTAŞ; Hazret-i Musa’nın, kavmine karşı, «Allâh’ın emirlerine uymazsanız başınıza gelecekler» diye saydığı pasajları, yahudilerin hızlıca okuyup geçmeyi âdet edindiklerini söylüyor.5
Yahudilerin gulüv mantığıyla çarpıttığı bir başka mesele, arz-ı mev‘ûd / va‘dedilmiş topraktır.
Cenâb-ı Hak; sadece Filistin’i değil, yeryüzündeki hâkimiyeti sâlihlere va‘detmiştir:
“Yemin olsun ki biz Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da;
«–Yeryüzüne ancak sâlih kullarım vâris olacaktır!» diye yazdık.” (el-Enbiyâ, 105)
Yani yine şahıs değil vasıf esastır.
ÂHİRZAMAN HABERLERİ
Tarihin akışını ve hâdiseleri değerlendirirken âhirzamana dair haberleri yorumlamak hususunda da gulüvve düşüldüğünü görmekteyiz.
Hak Teâlâ ve peygamberleri, istikbâle dair haberler vermişlerdir. Bunların iki temel sâiki vardır:
•Tehlikelere karşı uyarmak, tedbire davet etmek,
•Ümitsizliği bertaraf etmek.
Nübüvvet nûrundan uzaklaşıldıkça, dînî hassâsiyetler; nesillerin Allâh’ın râzı olduğu değerlerle yetiştirilmesi ihmal edildikçe, toplumlarda bozukluklar ortaya çıkar. Geçmişte de kavimlerin helâkinde görülen adım adım akış, istikbalde de hem de daha büyük ölçekte tekerrür edecektir.
Bunların anlatılması; yazılmış ve önceden de bildirilmiş bir hâdise karşısında ümitsizliğe ve çaresizliğe sevk etmek için değildir. Bilâkis âdeta sosyolojik bir kanuna dikkat çekmektir:
•Yeryüzü sâlihlere mîras olduğuna göre, salâhınızı kaybederseniz; topraklarınızı da kaybedersiniz. Başınıza işgaller gelir.
•İttihâdınızı, kardeşliğinizi kaybederseniz; hercümerç gelir, fitne çıkar, kimin kimi neden öldürdüğünü bilmediği kargaşalar meydana gelir.
•Evlâtlarınıza iffeti, hayâyı öğretmez, yabancı kültürlere hayranlık besleyecek şekilde yetiştirirseniz; giyinik çıplaklar hâline dönerler.
•Aranızda, yardımlaşmayı, infâkı, merhameti, cömertliği, helâl lokma hassâsiyetinizi yitirirseniz; fâize kapılırsınız, paranızın, toprağınızın bereketi kalmaz, yokluklar yaşarsınız vb.
Yani bunların hepsi; «bunların yaşanmaması için, önleyici tedbirlere sarılın» meâlindeki îkazlar olarak değerlendirilmelidir.
Bir misal olarak;
Zamanımızda, yapay zekâ, insan sesini kopyalıyor ve bunun dolandırıcılıkta kullanılması örneklerine rastlandı. Hologram denilen üç boyutlu görüntüler de ilerleme safhasında. Deccal ile alâkalı îkazlarda, kişinin babasını mezardan çıkarıp ona kendisinin hak olduğunu söyleteceği yolunda îkazlar vardır. Yani Deccal’in yapacaklarını önceden anlatmak;
“Akîdene öyle sağlam sarıl ki, birtakım cerbeze ve hilelerle îmânınla oynayamasınlar!” demektir.
Ez-cümle;
İstikbâli karanlık gösteren bütün îkazlar; “Elinizdeki İslâm nûrunu iyi koruyun!” demektir. Çünkü teminat vardır:
“Ümmetimden daima hak üzere galip ve zâhir bir tâife hiç eksik olmayacaktır. Muhalifleri (dalâlet ehli) onlara zarar veremeyecektir.” (Müslim, İmâre, 170)
Hıristiyan siyonizminin, evanjelist hıristiyanların gulüvdeki şiddetlerine bakın ki, onlar bu îkazları;
“Öyleyse biz de şu kötülükleri bir körükleyelim de ne olacaksa olup bitsin!” şeklinde bir ahmaklık ve sapıklıkla anlıyorlar. Üstelik bu haberler üzerinden müslümanları ötekileştiriyor, şeytanlaştırıyor ve ölümü hak etmiş şerliler olarak gösteriyorlar.
Hâlbuki;
Yahudi ve hıristiyanlar, tarihen; bize olan düşmanlıklarından daha derin bir şekilde birbirlerine düşmandırlar. Düşünelim:
Biz müslümanlar; Hazret-i İsa’nın, Meryem Vâlidemiz tarafından babasız dünyaya getirildiğine inanıyoruz. Yahudiler ise bunu reddediyor ve -hâşâ- Meryem Vâlidemiz’e iffetsizlik ve yalancılık isnâd ediyorlar. Hıristiyanlar da, peygamberlerine (onlara göre hâşâ tanrılarına) gayr-i meşrû çocuk diyen bir dînin azgın müntesiplerine yardımcı oluyorlar.
Hazret-i Ömer ve Salâhaddîn-i Eyyûbî tarafından Kudüs iki defa, hıristiyanların elinden alınıp fethedildi. İkisinden önce de; yahudiler, hıristiyanlar tarafından Beyt-i Makdis’e sokulmuyorlardı. İki fetihten sonra da, müslümanlar, yahudilerin Kudüs’e girmelerine ve orada yaşamalarına müsaade etti.
Bugün Katolikler ile yahudiler arasında gerginlik, eskisi kadar olmasa da mevcut. Fakat Protestanlar; tersinden anladıkları bir kehânetle, yahudilere yardım ediyorlar. Bu haberin son safhasında ineceğine inandıkları İsa’nın, yahudi mâbedini yıkacağına da inanıyorlar. Yani bu ittifak son kertede, birbirleriyle çatışmayla sonuçlanacak. Ne gam! O zamana kadar müslüman kanı dökmekte ittifak ediyorlar.
Ama aşırı dinci kim oluyor? Başını örten, sakal bırakan, evlâdını şerlerden korumaya çalışan ve ona dînî bir eğitim vermeye çalışan müslümanlar!
Âhirzaman haberlerinin müjdeli olanları sayıca azdır. Fakat; onlar da, acı hakikatleri bildiren ve tedbire davet eden haberlerin meydana getirebileceği ümitsizliği bertaraf etmek içindir. Âkıbet müttakîlerindir. Bu mutlu âkıbet, en geç ve en garantili olarak âhirettedir. Fakat dünyada da zaman zaman sâlihler hâkimiyete geçecek ve altın çağlar yaşatacaktır.
Ne korkutucu, ne müjdeleyici haberlerde kesin bir tarih vardır. Dolayısıyla; bunlar bizden önce yaşanmış da olabilir, bizim zamanımızdan sonra tahakkuk edecek de olabilir. Sembolik ifadelerin, mecazların, perdeli ifadelerin tabiatı itibarıyla bolca yer aldığı bu rivâyetler; muhkem nasslar gibi amel edilmeye müsait metinler değildir. İbret ve mesajı alınıp; yola, muhkem emir ve yasaklar ışığında devam edilir.
Öyleyse;
Müjdeli bir haberle, yani meselâ Mehdî gelecek diye, gevşemek, onu bekleme refleksi ile çalışmayı bırakmak diye bir şey asla bu haberlerin maksat ve hedefleri arasında yoktur. Recâ yani ümidin fazlası gevşekliktir. Kıyâmet kopsa elindeki fidanı dikmeye devam edecek kadar ümitvâr ol, pozitif ol, fakat nasıl olsa buralar güllük-gülistanlık olacak diye o fidanı elinden bırakma!
Hâsılı;
Hâdiseler, hak din İslâm diye haykırıyor.
Duyanlara ve hidâyete tâbî olanlara selâm olsun!..
__________________
1 Prof. Dr. Nuh ASLANTAŞ, Filistin-İsrail savaşında dînî söylemler ve Mesih getirtme çabaları, Independent Türkçe, 18 Ekim 2023, bit.ly/3UbRuPG
2 Nurgissa DUİSENOV, Sebep ve Sonuçlarıyla Huneyn Gazvesi, Yüksek Lisans Tezi, 2011, s. 40.
3 Matürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, IV, 294.
4 en-Nisâ, 133; el-Mâide, 54; el-En‘âm, 133; İbrâhîm, 19; Fâtır, 16; Muhammed, 38.
5 Ankara Sosyal Bilimler Vakfı çevrim içi konferansı, 2 Kasım 2023, bit.ly/3Up