MAZLUM COĞRAFYALARIN İYİLİK MÜHENDİSLERİ

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

2021 Kasım ayının son günlerinde, sabahın erken saatlerinde, haber bültenlerine bir kaza haberi düştü. Her kazanın elbette acı neticeleri vardır; ama bu kazanın detayları ortaya çıkmaya başlayınca, yüreklerdeki acı katlanmaya ve bütün memlekete yayılmaya başlamıştı. Kaza geçiren otomobilde dört genç bulunuyor ve Bursa’da düzenlenen bir programa gitmek için yola çıktıkları anlaşılıyordu.

Vefat eden gençlerin her biri farklı işlerde çalışıyordu. Bazıları resmî kuruluşlarda vazifeliyken, bir yandan da gönüllü olarak insânî yardım faaliyetlerine ve son yıllarda ülkemizde gençlerin alâkasını celp eden, teknoloji alanında düzenlenen çalışmalara iştirak ediyorlardı.

«Doğan her insan, ölecek yaştadır.» demiş ehl-i irfan. Lâkin genç ölümlerin yüreklere dokunan farklı bir yanı olduğunu zannediyorum. Bu farkı bilen Yûnus Emre şöyle demiş:

Bu dünyada bir nesneye; yanar içim, göynür özüm
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi.

Kaza yapan araçtaki dört fidan da vefat etmiş ve Rablerine vâsıl olmuşlardı. Arkalarında; yürekleri yakan hikâyeleri, hâtıraları, idealleri ve yeni nesillere örnek olacak hayatlarının detayları kalmıştı. Vakit ilerledikçe kazanın ayrıntıları ortaya çıkıyor ve vefat eden gençlerin acıları, memleketin birçok hânesine misafir oluyordu.

Onları tanımıyorduk. Ölümleri ile kendilerini bütün memlekete, hattâ dünyanın birçok ülkesine tanıttılar. Hem ülkemizden hem dünyanın birçok memleketinde, gıyâbî cenâze namazları kılındı. Hatimler, duâlar ve taziye dilekleri yayınlandı. Bu gençler farkında olmadan; dünya üzerinde paramparça olan müslümanları bir anda birleştirmiş, onların kalplerini aynı potaya sokmuşlardı.

Bazı insanları illâ da herkesin tanıması gerekmiyordu. Onları; bugün öğrendiğimiz hususiyetleri ile tanısak, belki de tılsım bozulacaktı. Öyle demişti, kendisini bir trafik kazasında kaybettiğimiz Adnan DEMİRTÜRK Ağabey;

“–Tılsımı bozmayın! Tılsım kanlı bir kefenle Allâh’ın huzûruna çıkmaya gönüllü olmaktır.” demiş ve kendisi de kanlı bir kefen ile Rabbinin huzûruna yürümüştü.

Onları tanımasak da kısa bir süre sonra anladık ki; hepsi Anadolu’nun bağrına yıllar evvel, nurlu eller ile saçılan tohumlardanmış. Hepsi yine nurlu eller ile beslenmiş, büyütülmüş ve ümmetin yüz akı olmaya hazırlanmışlar. İhlâs ile atılan tohumlar tutmuş, filiz verip kocaman ağaçlar olmuşlardı elhamdülillâh.

Aynı vasıta ile aynı gaye için yola çıkan bu gençlerin hayatlarındaki ortak noktaları, bize çok önemli bir örnek oluşturuyor. Zira vefatlarından sonra yakınları ile yapılan röportajlarda bu gençlerin, en önemli vasıflarının kendileri için değil, başkaları için yaşamış olmaları olduğu ortaya çıkıyor. Anadolu’yu mayalayanlardan biri;

“Bizim dâvâmızda kimse kendi için yaşamaz. Herkes kardeşi için yaşar. Menfaati öldürmenin en kolay yolu budur.” demişti.

Küçük bir köy hâline gelen dünyada, ferdiyetçilik ve bencilliğin mârifet sayıldığı bir çağda;

“Ülkem için ne yapabilirim? Ümmet için ne yapabilirim?” diye dert edinen;

“Ümmetin çok derdi var, bizim durmamamız lâzım!” diyerek gece-gündüz gayret eden bu gençler, kısa hayatları ile bizlere büyük bir ders verdiler.

İnsanların dünyalık telâşları, günlük hengâmeleri ve; «Zamanım yetmiyor!» demelerine inat, bu aziz gençler; okulları ve çalışma hayatlarının yoğun temposuna rağmen, ülkemizde insânî yardım faaliyeti yürüten bir vakıfta kendilerini hizmete ve yardıma adamış, bu vakfın çeşitli kademelerinde vazifeler alarak, mağdur ve muhtaç insanlara derman olmak, onların duman dolmuş evlerine bir pencere açarak, onların bir nebze rahatlaması için gayret etmişlerdi.

Böyle insanların sayıları çok elhamdülillâh. Kimselerin bilmediği, görmediği… Hiçbir hâlin reklâmını yapmadan, kendilerini ifşâ etmeden; hem ülkemizde hem de dünyanın dört bir yanında, akşamın karanlığında, yoksul evlerin kapılarına kömür çuvallarını, erzak kolilerini bırakıp, mazluma ve mağdura el uzatarak, onların gönüllerine İslâm’ın inceliklerini ve güzelliklerini nakşediyorlar.

Bu insanlar, birbirlerine herhangi bir menfaat için değil, yalnızca Allah rızâsı için bağlılar. Aralarındaki muhabbet bağı ne nesep ile kazanılacak ne de para ile satın alınabilecek bir bağ değil. Bilâkis Allah Teâlâ’nın samimî ve ihlâslı kullarına lutfettiği çok güzel bir nimet.

Ölüm, her canlının muhakkak ulaşacağı bir menzil. Ama, bazı insanlar sanki ölümü güzelleştirmek ve güzel ölmek için yaşıyorlar. Nice insanlar var ki uzun bir ömür yaşıyorlar, ellerinde sayısız ve sınırsız imkânlar var; ama, ne yazık ki hiçbir gönle dokunmadan, kimseye fayda veremeden o ömürlerini hebâ ediyorlar. İnsanlara iyilik yapmak, İslâm’ın yardımlaşma ve dayanışma gibi bir müessesesini ayakta tutmak için çabalayan bu gençler ise kısacık ömürlerini iyilik ve güzellikler ile süsleyip gittiler. Arkalarından kendilerine ışık olacak, âhiret sermayesi olacak duâlar ve şâhitlikler biriktirdiler. Hayatları kısaymış, sanki bunu biliyorlar gibi o hayatı sâlih amellerle doldurmuşlar.

“Hüzünlerimiz bal oldu.” demişti bir tanesinin annesi. Elhamdülillâh ne güzel bir şuur ve metânet örneği.

Mevlâ İslâm’a hâdim olan evlâtlar yetiştirme şuurunda olan annelerimizin sayılarını artırsın. Yetiştirdikleri evlâtlar ile cennetinde buluştursun. İnsanlara yardım eden, onlara el uzatan insanların gayretlerini artırsın, işlerini kolaylaştırsın ve cenneti ile mükâfatlandırsın.

Âmîn…