NE KADAR RÂZISIN?

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

–Taksiii!

–Buyur ağabey!

–Âcil Mecidiyeköy’e çek ağabeyim! Çok acelem var, yetişmem lâzım! Mümkünse biraz hızlı gidebilir miyiz?

–Elimden geleni yaparım. İnşâallah yetişiriz.

–Bu hayatımın iş görüşmesi olacak. Bu görüşmede bundan sonraki hayatım yatıyor. O yüzden mutlaka vaktinde yetişmem lâzım.

–Kusura bakma da madem bu kadar önemliydi, bu dar vakte niye bıraktın?

–Haklısın; ama şartlar böyle gerektirdi, ne yapalım? Hasta bir anacığım var. Hastahânede işimiz uzadı, onu eve bırakıp çıkayım derken vakit bir hayli daraldı. Anacığım bir yana dünya bir yana… Nasipte yetişememek varsa…

–Hayırlısı inşâallah.

­–Senin hayatında böyle önemli dönüm noktaları olmadı mı hiç?

–Olmaz mı? Elbette oldu. Ama her birinde yine O’nun dediği oldu. Ben ne kadar acele etsem de, ne kadar hırs yapsam da hep nasibime yetişebildim. Elhamdülillâh!

–Yani; «Benim için ne yazıldıysa, o oldu!» diyorsun.

–Aynen öyle. Hiçbir zaman takdirin ötesine geçemiyorsun. Bir şekilde râzı olmayı öğreniyorsun. Sen değil misin yoksa?

–Râzıyım elbette; ama yine de bir şeyler yapmak lâzım. Yani öyle boş boş oturup da; «Nasibim beni bulsun!» demek de çok uygun değildir herhâlde!

–Elbette nasibini kovalayacaksın.

Tevekkül; insanın elinden geleni yaptıktan sonrasını Allâh’a bırakması, O’ndan yardım istemesidir. Afedersin, ben konuşmaya daldım birden. Eğer bir hazırlık yapacaksan ben seni muhabbete sarmayayım.

–Yok estağfirullah! Bugüne kadar yapmam gerekeni yaptığıma inanıyorum.

–Umarım her şey gönlünce olur; ama bazen vazgeçerek gitmek lâzım.

–Nasıl yani? Anlamadım!

–Kendini çok şartlandırma! İllâ olacak zannetmeyesin. İstediğin her neyse, hasbelkader olmazsa büsbütün yıkılmayasın. Aksi takdirde istediğin bir şey olmadığında o şey senin için içinden çıkılmaz bir hâl alır. Hâlbuki o an biraz sabredebilsen; kim bilir, tahmin bile edemeyeceğin nice kapılar açılır!.. Aslında mutlu ve mutsuz olmak, insanın sıkıntıları ve problemleri karşılayabilme olgunluğuyla doğru orantılı…

–Sen hakikaten taksici misin?

–Evet!

–Yoksa bir profesörün konuk olduğu bir programa mı katıldım bilmeden? Kamera kaydı falan da yapılıyor mu?

–Sadece taksiciyim. Belki hayatta çekilmiş acılar, kazanılmış tecrübeler açısından senden birkaç adım önde olabilirim.

–Bu ifadeler daha çok psikologların odasında zikrediliyor zannediyordum.

–Psikologlar da bizden be kardeş… Beslendiğimiz yerden besleniyorlar emin ol. Onlar da aynı yüreği, aynı nefsi, aynı rûhu işletiyorlar. Netice itibarı ile hepimizde sermaye aynı. Allah hepimize ayrı bir nasip yazmış, hepimiz onu yaşayacağız senin de yaşayacağın gibi…

–…

–Evet, dediğin yere geldik. Haydi, Allah yardımcın olsun inşâallah. Dilerim gönlünce olur, yalnız; «Vazgeçerek gitmek!» bu ifadeyi unutma!

–Eyvallah unutmam! Olur da bir gün denk gelirsek, seninle uzun uzun konuşmak isterim.

–İnşâallah. Ben de. Haydi, kal sağlıcakla…

Taksici Ârif, ömrünün baharındaki bu genç ve pırıl pırıl delikanlıyı gözleriyle gideceği yere kadar yolcu etti.

Ömer iş görüşmesine ucu ucuna yetişmişti. Heyecanı her hâlinden belliydi. Kalbindeki berraklığın yüzüne yansıdığı bu delikanlıya, şirket yetkilileri kayıtsız kalamadı. Görüşme bitmişti. Ömer odadan çıkmadan, aralarında birkaç işaret ve not şeklinde bir fikir alışverişi oldu. Netice için tekrar Ömer’e döndüler;

–Ömer Bey, aslında sizin başvurduğunuz pozisyon doldu. Sizden iki önceki başvuru, tam aradığımız vasıflarda birine aitti ve biz kararımızı verdik.

Bir anda Ömer’in dünyası başına yıkılmıştı. Üzüntüsü hemen fark edildi.

–Yok yok yok! Dur bir dakika! Dinle, öyle hemen moralini bozma!

–Kusura bakmayın, çok şartlanmışlığın verdiği bir tepki oldu, afedersiniz.

–Ne kusuru? Sizin de birikiminiz ve kişiliğiniz bizi başka bir pozisyonda mutâbık kıldı. Aslında bugünkü mülâkatlar, bir proje başkanlığı içindi ve biz o pozisyon için aradığımız adamı bulduk. Şirket ortaklarımızdan Mehmet Bey, özellikle sizi bir başka tesisimizde genel müdür olarak görmek ister.

–Ama bu… Yani yanlış anlamadıysam, benim başvurduğumdan daha yüksek bir pozisyon. Öyle değil mi?

–Evet, maaşı da daha yüksek…

–T… Teşekkür ederim. Beni böyle bir vazifeye lâyık gördüğünüz için.

–Biz teşekkür ederiz. Sizin gibi bir değerle çalışmak bizim için de ayrı bir şeref olacaktır.

–Beni mahcup ettiniz. İnşâallah bu teveccühünüzü hak ederim. Peki, yapmam gereken nedir?

–Buyurun kartım. Yarın sabah bekliyorum. Detayları geldiğinizde konuşuruz.

Ömer’in sevincine diyecek yoktu. Heyecandan ne yapacağını bilemedi. Bir an önce annesine müjdeyi vermeliydi. Hemen en yakın otobüs durağına koştu; ama akşam trafiğine denk gelmişti. Duraklar tıklım tıklımdı. Taksiyle gitmeye karar verdi, zira sabırsızlığı had safhada idi. Üç-beş taksiye işaret ettiyse de hepsi dolu geçiyordu. Kendi kendine;

–Of ya bu ne yoğunluk! Bir tane bile taksi durmadı. İş çıkışı yoğunluğunu bilirdim de bu kadar mı doğrusu… Şu telefondan taksi çağırma programı vardı. Bir deneyeyim bakalım.

–Alo beyefendi ismim Ârif. Talep ettiğiniz konumunuz doğru ise olduğunuz yere beş-altı dakika içerisinde gelirim inşâallah. Plâkamı ekranda görüyorsunuz…

–Evet görüyorum. Ne demek istediğinizi anladım, sizi bekliyorum.

–Alo ben geldim, üzerinizdeki kıyafet…

–Evet… Aaa! Sen bugün beni buraya getiren ağabeysin!

–Aynen öyle. Haydi, buyur.

–Ne güzel bir tesadüf oldu bu.

–Bence de öyle. İnanır mısın görüşmen nasıl geçti çok merak ediyordum. Az önce sana benzer birini gördüm; «Acaba o bıraktığım delikanlı ne yaptı?» diye gönlümden geçirdim. Rabbim tekrar karşılaştırdı. Ne tarafa gidiyoruz?

–Ümraniye ağabey. Sabah aktarma merkezine kadar dolmuşla gelmiştim.

–Tamam inşâallah. Ayıp olmazsa, nasıl geçti görüşmen?

–Yok ağabey niye ayıp olsun! Ben de sevincimi paylaşacak yer arıyorum.

–Elhamdülillâh!

–Bugün çok enteresan bir gün oldu benim için. Senin konuşmaların, yapmış olduğum görüşme, yine seninle tekrar karşılaşmam… Tamamen tesadüfler zinciri!

–Tevâfuklar zinciri olmasın. Sen de çok iyi biliyorsun ki kaderimizin kalemini elinde tutan var.

–Evet, bunu bir kere daha iliklerime kadar hissetmiş oldum. İş mülâkatına girdim. Meğerse benden iki önceki kişiyi işe almaya karar vermişler bile. Adam mâşâallah on parmağında on mârifetmiş hani. Bizi de; «Buraya kadar gelmiş, ayıp olmasın. İşte şirket imajı…» falan diye mülâkata almışlar. Neyse görüşmeler oldu. Adamlar bir kaş-göz işareti, bana durumu açık açık izah ettiler. İçlerinden biri, şirket ortağı imiş. Adamın başka bir yerde kendi fabrikası var imiş ve beni oraya müdür olarak almak istediğini söyledi.

–Senin istediğin pozisyon nasıl bir şeydi?

–Aslında istediğim iş, mevki olarak da maaş olarak da daha düşük imiş. Ama adam bizi bir başka beğenmiş. Hiç beklemediğim bir teklif oldu benim için. Maaş olarak da mevki olarak da çok daha iyi bir seviye oldu benim için!

–Yaaa!.. Bunun tek açıklaması olur: Anacığın yürekten çok samimî duâ etmiş. Rabbim de kabul etmiş. Ana duâsını alabilen adamın sırtı yere gelmez evvelallah!

–Benim de aklıma ilk gelen bu oldu. Rabbim ona da lâyıkıyla hizmet etmeyi nasip etsin inşâallah.

–Eee senin istediğin olmayınca ne yaptın peki?

–Hiç sorma! Benim içim neyse dışım odur. Adamlar cümlelerini bitirmeden benim rengim gitti. Canımın sıkıldığını hemen fark edip bir de beni teselli etmeye kalktılar. Aslında kötü bir tablo oldu. Sonra da bağladılar mevzuyu. Bakalım, yarın nasipse detayları öğrenip inşâallah en yakın zamanda işe başlayacakmışım…

–Çok sevindim kardeşim. Rabbim yüzün gibi bahtını da güzel eylesin. Yolun açık olsun inşâallah. Sen farkında bile olmadan ince bir sırrı bizzat yaşamışsın…

–Nasıl yani?

–Şöyle ki; annenin hastalığını söylerken takındığın tavrın ve edebin Allâh’ın size verdiği o hastalığa râzı oluşunun bir fotoğrafı idi. Yani; «Anam da hasta olacak zamanı buldu. Ben hayatımın iş başvurusuna gideceğim, bir de başıma hastahâne işi çıktı…» gibi bir ifade de kullanabilirdin. Ama sen ne annenden ne de hastalığından şikâyet ettin; ama yetişmek için de elinden geleni yaptın. Bir büyüğüm şöyle demişti: «Râzı etmek, râzı olmaktan geçer.» Sen Allâh’ın verdiğine râzı olarak gittin. Eğer; «Vazgeçerek gitmek» ifadesini de kavramış olsa idin, hani o ilk anda yaşadığın moral bozukluğunu yaşamaz, karşı tarafa renk vermezdin. Bak yüce Rabbim senin için daha güzelini takdir etmiş.

–Şükürler olsun Rabbime! Kurban olduğum… Hiç mahcup etmedi ki… Yalnız ben senin sıradan bir taksici olmadığını söylemiştim ya…

–Evet.

–Artık inanıyorum, kesinlikle değilsin. Sanki beni o görüşmeye hazırlamak ve bugün yaşadıklarımdan ibret çıkarmam için gönderilmiş gibisin.

–Estağfirullah be kardeşim. Ben hakikaten kocaman bir hiçim. Ama bir güzellik gördüysen o da ara sıra yanlarına uğrayıp, sohbetlerine katıldığım, birer tas çorbalarını içtiğim güzel insanlardandır. İnanır mısın; benim için de Rabbim öyle bir takdir yazmış ki, kurban olduğum… Rızkımız belli; bazen sabahtan öğleye kadar bir tatlı iş oluyor. Misal yüz lira… Rızık o kadar. Öğleden sonra tek iş denk gelmiyor. Başka zaman bir bakmışsın öğleye kadar yaprak kımıldamıyor; öğleden sonra açılıveriyor. Netice her ikisinde de günlük kazancım yüz lira. Masraflar falan derken; ayın sonunda bir hesap ediyorum, bazen kuruşuna varıncaya kadar, aynı.

–Rabbim o güzel insanlardan râzı olsun inşâallah. Bak sohbetleri bize de ilâç oldu.

–Âmîn… Rabbim civarından ayrı tutmasın, kıymetlerini bilmeyi nasip eylesin inşâallah.

–Âmîn…