Müslüman Kimliğimiz ve İSLÂM KARDEŞLİĞİ

YAZAR : Halil İbrahim DELEN

H-DELEN-SAYI-119

İnsanlar çeşitli kimlikleri ile tanınırlar. Ya etnik kökeni, ya eğitim durumu veyahutta cemaati… Kısacası çeşitli vasıflarla bilinirler. Fakat bütün bu vasıfların en önemlisi, en kapsayıcı olanı, bizim dünya ve âhiret saâdetimizin temini olan «Müslüman Kimliği»dir.

Müslüman kimliğine sahip olmak o kadar da kolay değildir. Bu kimliği elde edebilmek için çeşitli görev ve vecîbeleri yerine getirmemiz gerekir. Ve bu vazifelerin en önemlilerinden birisi de «İslâm Kardeşliği»dir, Allah rızâsı için kardeş olmaktır. Allâh’a îmân etmiş, aynı dîne inanmış, müslüman kimliği taşıyan fertler, Allâh’ın kardeş kıldığı insanlardır.

Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ;

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyurmaktadır. Yani; «Müslümanlık vasfı dışında sakın hâ ölmeyiniz, ancak ve ancak müslümanlar olarak can veriniz.» buyurulmaktır.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her çocuğun İslâm fıtratı üzere doğduğunu bildiriyor. (Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvûd, Sünne, 17; Tirmizî, Kader, 5) Yani hepimiz dünyaya müslüman olarak geliyoruz, Allah Teâlâ burada, bu hâli devam ettirmemizi ve bu hâl üzere yaşayıp ömrümüzü tamamlamamızı istiyor.

Düşündüğümüzde; ölüm ve doğum ferdî meselelerdir, insan tek başına doğar, yine tek başına ölür. Peki bu âyette niçin; “Müslümanlar olarak can verin.” buyuruluyor? Niçin çoğul sîgası kullanılıyor? Çünkü bizim müslüman olarak yaşayıp, müslüman olarak ölebilmemiz için birbirimize çok ihtiyacımız var! Şayet biz kardeş olursak, toplu olursak; ancak İslâm kimliğimizi idrak edebilir, müslüman olarak yaşayabilir, müslüman olarak ölebiliriz. Bunu ifade sadedinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minler birbirlerine muhabbet, merhamet ve şefkat gösterme konusunda tek bir vücut gibidirler. Öyle ki bir organ hastalanınca, vücudun diğer kısımları uykusuzluk ve ateşle birbirlerini (hasta olana ortak olmaya) çağırırlar.” (Müslim, Birr, 66)
İslâmiyet; bizlere, her ibâdeti kardeşlik şuuru ile yapmamızı emretmektedir. İbâdetlerimiz bize kardeşlik rûhunu telkin etmektedir. Meselâ; infak, sadaka, zekât gibi ibâdetler ferdî olarak yapılamaz. Namaz, oruç, kurban gibi ibâdetler ne kadar ferdî olarak îfâ edilebilirse de; bunları da cemaat hâlinde, paylaşarak yapmanın gerektiği, daha fazîletli olduğu bildirilmiştir. Hattâ haftada bir Cuma namazlarını camilerde birlikte, omuz omuza kılmamız ayrı bir önem taşımaktadır.

Modern çağın zararlarından biri de bizim kardeşliğimizi yok etmesi oldu. Artık birbirimizin hâlini hatırını sormuyoruz, Allah rızâsı için birbirimizi ziyaret etmiyoruz. Komşuluk nedir unuttuk. Evlerimizde televizyonun, internetin esiri olduk… Müslümanın müslümana üç günden fazla küs kalması helâl olmazken (Buhârî, İsti’zân, 9); aynı apartmanda, aynı mahallede yaşadığımız insanlarla sanki küsmüşüz, düşmanmışız gibi konuşmuyoruz, hâllerini hatırlarını sormuyoruz. Oysaki Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; müslüman kardeşliğinin Allâh’ın muhabbetine vesile olacağını ve bunun ne kadar ulvî bir güzellik olduğunu beyan sadedinde şu olayı anlatıyor:

“Bir kimse, başka bir köydeki (din) kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek (ve sınamak) için onun yolu üzerinde (insan silûetinde) bir melek vazifelendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek;

«–Nereye gidiyorsun?» dedi. O zât;

«–Şu köyde bir din kardeşim var, onu görmeye gidiyorum.» cevabını verdi. Melek tekrar sordu:

«–O kardeşinden elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?» Adam;

«–Hayır, ben onu sırf Allah rızâsı için severim, onun için ziyaretine gidiyorum.» dedi. Bunun üzerine melek;

«–Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öyle seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın gönderdiği elçiyim.» dedi.” (Müslim, Birr, 38; Ahmed, II, 292)

Müslümanlar kardeş olma duygusunu yitirdiklerinde; haset, birbirini çekememe gibi nefsi azdıran kötü huylar ortaya çıkıyor. Bunlar da bizim dînimizi yaşama coşkumuzu yok ediyor. Yani müslüman kimliğimiz yok ediliyor. Müslümanlara karşı yapılan desîse ve oyunlara baktığımızda, müslümanların kardeşliğini bitirecek nifak tohumlarının atıldığını görüyoruz. İşte bunlardan birisi de komşuluğun bitirilmesidir. Artık insanlar birbirlerini ziyaret edemiyorlar. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de bunların külfetli, masraflı hâle gelmesidir.

Giderken eli boş gitmeyeceksin, gitmeden birkaç gün önce haber vereceksin, hazırlıklar yapılacak, masraflar artacak vesaire vesaire… Peki ne oluyor? Kimse kimseye gitmek istemiyor veya kimse kimseyi misafir olarak kabul etmek istemiyor… Oysaki insanlar birbirlerinin yemeğine muhtaç değiller; gönülden sohbete, birer güler yüze, kardeşliğe muhtaçlar…

Selef-i sâlihînden bir zâtın anlattığı misal bize güzel bir örnek olmaktadır. Selef-i sâlihînden bir zât der ki:

“Allah bana Kur’ân-ı Kerîm’in bütün âyetleriyle amel etmeyi nasip etti yalnız bir âyetle amel edemedim.”

Ve ilâve eder:

“O da; «Evlerde kimseyi bulamazsanız, size izin verilmedikçe içeriye girmeyin. Eğer size; ‘Geri dönün!’ denilirse geri dönün; bu sizin için daha temizdir.» (en-Nûr, 28) âyetidir.

Bu âyetle amel edebilmek için en olmayacak zamanlarda, gecenin bir yarısında hep kapı çaldım ki içeriden bana; «Müsait değiliz!» desinler de, ben de gönül huzûruyla geri döneyim, bu âyetle amel edeyim, dedim. Ama çaldığım hiçbir kapıda bana kimse; «Müsait değiliz!» demedi, beni içeri buyur etti.”