Dr. Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER ile Mülâkat

Dr. Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER KİMDİR?
Dr. Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER, 1938’de Antalya’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesinde mühendis olarak lisans eğitimini, Ege Üniversitesinde doktorasını tamamladı. Öğretim görevliliği yaptı. 1981-1984 yılları arasında Almanya Bochum Üniversitesinde doçentlik için akademik çalışmalar yaptı. 1986 yılında, market raflarını dolduran fabrikasyon gıda maddelerinde karşılaştığı meseleleri dile getiren; «GIDA RAPORU. Yediklerimiz, İçtiklerimiz Helâl mi, Haram mı?» isimli kitabını yayınladı. Bu araştırmalarının sonucunda fabrikasyon üretilmiş gıdalarımızın helâl ve sağlıklı olup olmadığını tahkik ederek, belgelendirecek bir kuruluşun oluşturulmasının şart olduğu noktasına gelince, GİMDES (Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği)nin kuruluşunu organize etti. Hâlen bu derneğin Genel Başkanlığını yürütmektedir. İngilizce ve Almanca bilen H. Kâmi BÜYÜKÖZER, evli ve 7 çocuk sahibidir.

Helâl Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Mevzuundaki İhmallerimize

BİR AN ÖNCE TEVBE ETMELİ!..

Yüzakı: Ramazan ayı münasebetiyle bu ay dosya konumuzu helâl-haram hassâsiyetimiz üzerinde belirledik. Bu konunun bir çerçevesi de kullandığımız fabrikasyon ürünlerin helâl olup olmadığı… Bu konuda en yetkili kurumlardan GİMDES’in kurucusu olarak sizinle bir hasbihâl gerçekleştirmek istedik.

Helâl gıda konusu nedir? Bir müslümanın hayatındaki yeri nedir?

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Helâl gıda konusu, bir müslüman için çok önemli bir konuyu ihtivâ etmektedir. Çünkü helâl gıda, bir müslümanın olmazsa olmazı, onun îmânî bir meselesi… Bu kadar önemli bir konuya dikkat edilmemesi bizim için maalesef üzüntü verici bir olay. Ama; «Zararın neresinden dönersek kârdır.» hesabıyla biz bu konuyu; toplumumuza, milletimize anlatmaya çalışıyoruz. Böylece en kısa zamanda kaybettiğimiz mesafeyi, zamanı telâfi ederiz diye düşünüyoruz.

Biz helâl konusunda aslında yeni bir şey keşfetmiş değiliz. Kitabımız inzâl buyurulduğundan itibaren, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şerifleriyle de, gün yüzüne çıkıyor ki biz helâl ve tayyib gıdalarla beslenmek zorundayız. Helâl ile beslenmediğimiz takdirde, duâlarımızın dahî kabul edilmeyeceği bildiriliyor. Bu kadar önemli bilgilere, tâlimatlara, emirlere muhatap olduğumuz hâlde; şimdi biz konuyu yeniden gündeme getiriyor ve ortaya anlatmaya çalışıyoruz. Neden?

Çünkü 100 yıldan beri yeme, içmelerimizi biz kontrol etmiyoruz, başkaları kontrol ediyor. Biz kendimizi kontrol edemez duruma gelmişiz. Bizi neden başkaları kontrol ediyor?

Çünkü onlar suyun başını tutmuşlar. Onlar üretiyorlar, onlar formüle ediyorlar. Biz de onlara bakarak; «Herhâlde bunlar güzel şeyler…» deyip, onları taklit ederek üretmeye başlıyoruz ve insanlarımıza yedirmeye çalışıyoruz. Hâlbuki onların meydana getirdikleri gıda sistemi ne yazık ki, Allâh’ın bize izin verdiği sınırlar içerisinde bir gıda sistemini barındırmıyor.

Meselâ; bizde domuz kesinlikle hem necis, hem haram! Onun hiçbir zerresini, hiçbir eczasını, hiçbir maddesini kullanma iznine sahip değiliz. Ama maalesef 100 yıldan beri bu sistemi ele geçirmiş olan batı, böyle bir sınırlamaya sahip değil. Dolayısıyla domuz; onlar için en kıymetli ürün, malzeme. Onun her zerresinden, her eczasından birtakım maddeler üreterek, insanların hattâ hayvanların üretiminde, beslenmesinde kullanılır duruma gelmiş. Bu çok korkunç bir durum, korkunç bir tablo ve biz maalesef 100 yıldan beri bu tabloyla çoluk çocuğumuzu; besleyerek, büyüterek, yetiştirmek durumunda olduk. Şimdi bunun farkına vardık ve tevbe edip, kendi pozisyonumuzu Allâh’ın istediği çizgiye getirmek durumundayız.

Yüzakı: Bu dönüş nasıl olmalı? Hayatın her sahasını kapsayan bir meseleden bahsediyoruz?

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Helâli istiyorsak; ürünlerle, üretimlerle, fabrikalarla, âletlerle, cihazlarla, makinelerle, bizim yeniden hemhâl olmamız lâzım. Yani bizim isteğimize göre bir üretim yapabilecek duruma gelmemiz lâzım. Bunun için ciddî çalışmalar yapmamız gerekiyor. Dolayısıyla GİMDES bu ihtiyaçtan dolayı ortaya çıktı. GİMDES fabrika mı kuracak? Hayır. GİMDES makine mi üretecek? Hayır. GİMDES gıda maddesi mi üretecek? Hayır. Bunları yapmak isteyenleri koordine edecek, kontrol edecek ve müslümanların ihtiyacına cevap verecek şekilde çalışmalarını sağlayacak. Başka çaremiz yok. Çünkü, dünya kadar paraya ihtiyaç var, dünya kadar elemana ihtiyaç var. Ama GİMDES gibi kurumlar, bu çalışmaları bir kadro olarak oluşturursa, firmaları tüketici grubu olan, müslüman insanlarla karşılaştırarak bir çözüm bulma durumunda olabileceklerdir.

Nitekim bunu yaptık. 2005 yılında kurulmuş olduk. Devletin dernekler kanununa dayalı maddelerine istinâden; «Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği» şeklinde kuruldu ve buna bağlı olarak da GİMDES Helâl Ürünleri Araştırma Enstitüsü şeklinde bir de kurum oluşturduk. Dolayısıyla bu derneğe bağlı bu kurumla, bugün dünyada sözüne itibar edilen bir kurum kimliği ortaya çıktı, elhâmdülillâh.

2005’te kurulduk ama 2009 yılında ancak milletler arası ortamda GİMDES bir söz sahibi olacak duruma geldi ve bugün sadece Türkiye’de 6 bin çeşit ürünün kontrolünü ve 350-400 firmanın sertifikalama çalışmalarını yapıyor. Bu bizim için sevindirici bir durum ama yeterli değil.Tüketiciler şuurlu hâle geldikçe firmalar da mecburen bu kontrolü bizim gibi kurumlara yaptırmak zorunda kalacak ve böylece bugün piyasada aşağı yukarı 50 bin çeşit ürün varsa, 50 bin çeşidi de bizim kontrolümüzden geçmiş olarak, insanlara sunulacak.

Yüzakı: Helâl sertifikası sadece gıda konusunda mı, yoksa başka sahalarda da sertifika veriyor musunuz?

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Hocaefendilerimiz, fıkıh hocalarımız, teknik bilim kurulu hocalarımız ile birlikte, toplumu ilgilendiren altı konuda birer standart sistemi oluşturduk.

Gıda maddelerinde standartlarımız var.

Kozmetik ürünlerinde standartlarımız var.

Sağlık ürünlerinde standartlarımız var.

Ayrıca meselâ toplumdaki fertler sosyal olarak çeşitli seyahatler yapıyorlar değil mi? Gittiği yerlerde İslâm’a uygun bir otel, İslâm’a uygun bir restaurant, İslâm’a uygun bir yolculuk programı uygulayacak hassâsiyete sahip olması lâzım. Bunun için Helâl Turizm Standardı diye bir standart oluşturduk. Hem oteller, hem de restaurantlar, hattâ yolculuk şartları dahî bu konuda bu standardın içine giriyor.

Gıda ve kozmetiğin dışında kullanılan pek çok ürün var. Meselâ tekstil ürünü diyebileceğimiz, hayvanî katkılardan meydana gelmiş ürünler var. Meselâ; deriden ceket yapılıyor, deriden çanta yapılıyor, deriden koltuk yapılıyor. Domuz derisinden yapılmış bir koltuk kullanabilir miyiz? Domuz derisinden yapılmış bir çantayla dolaşabilir miyiz? Tekstil sektöründe bile, oturduğumuz koltuğun derisi veya üzerimize giyeceğimiz bir deri ceketin derisi konusunda; bilgi sahibi olmamız, soruşturmamız lâzım. Neden? Çünkü her şey birbirine karışmış durumda.

Bir grubun CEO’su durumunda olan bir kardeşimiz bir gün telefon açtı. Bana;

“Bir arkadaşım, üzerimdeki deri ceketin domuz derisinden yapılmış olduğunu söylüyor. Bu işin uzmanı o. Ne yapacağım?”

Düşünün yani bu kardeşimiz okumuş, görmüş ve bir toplumun lideri durumunda olan birisi. O dahî sırtında domuzun derisinden yapılmış bir ceketle dolaşıyor. Öğrendiği zaman tüyleri diken diken oluyor. Dolayısıyla bunların hem kontrolü hem de frenlenmesi gerekiyor. Tabiî frenlenebilmesi için de bizim gibi kurumların, toplumu aydınlatması gerekiyor. Bilgilendirmesi gerekiyor. Bilinçli hâle gelen toplum, sorgulayacak. Sorguladığı zaman da, karşıdaki ayıbını gizleyemeyecek. Açığa çıkacak. O zaman da piyasadan sürülmüş olacak. Ya o yanlışlarını düzeltecek veyahut da bu şekilde yaşaması mümkün olmayacak. Bütün bunlar fıkhî meseleler ve İslâm’ın hür iradesiyle şekillenmesi icap eden hususlar.

Meselâ hangi hayvanın kıllarından yapılan fırçayı kullanabiliriz? Diş fırçası veya yağlı boya fırçası… Maalesef Türkiye’de hiç kimsenin haberi yok: Bunlar maalesef domuz kıllarından yapılıyor. Yani evinizde bir yer boyamak isteyeceksiniz. Bir boya bir de fırça alacaksınız ama o fırça, domuz kılından yapıldığı için, bu durum sürekli domuzla birlikte olmanıza sebep olacak. Meselâ; pidelerimizin, lahmacunlarımız dahî üzerine domuz kıllarından yapılmış fırçalarla yağ vesâire sürülüyor. Şimdi bütün bunların incelenmesi, mutlaka kontrol altına alınması gerekiyor. Bu konuları da içine alan bir standart oluşturduk.

Dolayısıyla bu standartlarla müslüman topluma, müslüman ümmete; «Bugünün şartlarında İslâm’a aykırı olmayacak bir yaşantıyı nasıl inşâ edebiliriz?» sorusunun cevabını sunmaya çalışıyoruz. Bunu mutlaka birilerinin sunması gerekiyordu onu da Cenâb-ı Hak, bize nasip buyurdu. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Daha iyi yapacak arkadaşlar, kardeşler çıkarsa; bu görevi onlara seve seve veririz. Bugün bunu yapmak isteyenleri de davet ediyoruz. Gelin, bize yardımcı olun! Bu işi en güzel şekilde yapalım.

Türkiye sınırları dışında da ümmetin büyük bir kısmı var. Türkiye’de 76-77 milyon diyoruz ancak dünyanın öbür taraflarında iki milyar müslüman yaşıyor. Dolayısıyla onlarla entegrasyon içinde olmamız lâzım. Onlarla birlikte hareket etmemiz lâzım.

Yüzakı: Siz bu sertifikasyon sürecinde sadece tek bir fıkhî mezhebi mi ölçü alıyorsunuz?

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Hayır, dört mezhebi birden göz önünde bulunduruyoruz. Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî mezheblerinin fıkıh kurallarına göre ayrı ayrı hareket ediyoruz.

Meselâ tavuk kesimi… Tavuğun elde kesilmesi, besmele çekilmesi ve kesen kişinin müslüman olması kâfî. Fakat meselâ Hanbelî mezhebi; «Hayır kâfî değildir, kasabın müslüman olması tamam, ancak biz müslümanlığını beş vakit namaz kılma şartıyla ölçüyoruz. Dolayısıyla kesen kişi beş vakit namaz kılmıyorsa biz o tavuğu yemeyiz» diyor. Bir tavuk kesimhânesine gittiğimiz zaman kasapları imtihandan geçiriyoruz. Bu kişilerin; beş vakit namaz kılmadıklarını tesbit edersek, o zaman Hanbelî kutucuklarına çarpı işareti koyuyoruz. Fıkıh hocamız hemen o belgeyi imzalıyor. Dolayısıyla bu şartları mutlaka kontrol ediyoruz. Çünkü bu sertifikalama çalışmaları sonucunda verdiğimiz belgenin bütün dünyada, muhtelif mezhepler bakımından geçerli olması gerekiyor. Bizden sertifika alan kurumlara soruyorsunuz: “Bizim belgemizle kaç ülkeye ihracat yapabiliyorsunuz?” diye… Bazıları 70, bazıları 80, bazıları 30 diyor. Demek ki, bugün dünya üzerinde bizim verdiğimiz sertifikayla çeşitli ülkelere rahatlıkla ürün ihraç edilebilecek bir ortam meydana getirdik ki, bu çok önemli bir husus.

Dünyadaki müslüman ümmetin, helâl gıdalarla beslenir duruma gelebilmesinin; hem kendilerini, hem de bütün insanlığı kurtaracak önemli bir adım olacağına inanıyorum. Çünkü Allah Teâlâ; «Helâl ve tayyib gıdalarla beslenin.» buyuruyor. «Eğer aksine hareket ederseniz, şeytanın adımlarına uymuş olursunuz. Ona uyduğunuz zaman, hayırlı işler yapamazsınız.» (Bkz. el-Bakara, 168)

Başka âyet-i kerîmelere baktığımız zaman;

“…Sizin duânız yoksa, sizin kıymetiniz nedir?..” (el-Furkān, 77) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram. Onun hiçbir duâsı kabul olmaz ki…” buyuruyor. Böyle sınırlar içerisinde bulunan bir müslümanın çok dikkatli olması gerekiyor ki, biz bunu temin etmeye çalışıyoruz. Bizim sertifikalarımız takvâ çizgisini yaşamak isteyen bir müslümanı kesinlikle tatmin edecek bir çizgidir. Çünkü biz hem helâl, hem de tayyib şartlarını arıyoruz. Toplumda genellikle bu tayyib şartları unutulur. “Helâl belli, haram belli” denir. Fakat bunların arasında şüpheli olan bir saha var. Neden ona bakmıyoruz? “Şüpheli olanlardan da uzak durun!” buyuruyor Peygamberimiz.

O hâlde, sağlığa zararlı, temizlik şartlarını ihtivâ etmeyen bir maddeyi de helâl diye tüketemeyiz. Biz; hem tayyib, hem helâl, hem sağlıklı, hem de kaliteli olması şartlarını aramak zorundayız. Bizim standardımız bu özellikleri sağlıyor. Dolayısıyla böyle bir maddeyle yaşayan ister müslim, ister gayri müslim olsun; hem sağlığını, hem de mânevî hayatını düzene sokma fırsatı yakalar. Neden? Çünkü, Cenâb-ı Hakk’ın izin verdiği çizgide bir gıdayla beslenir duruma geliyor ki, Allâh’ın izniyle belki inancında bir zayıflık, ne bileyim bir eksiklik, bir sapıklık varsa, bu temiz ve sağlıklı gıdalarla insan belki bir müddet sonra, tersine, iyi tarafa bir dönüş yapabilecek duruma gelir.

Yüzakı: Efendim, biraz önce fırça örneğini verdiniz. 2005 yılından bu yana karşılaştığınız çok çarpıcı örnekler var mı? Okuyucularımızın dikkat etmesi gereken…

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Çok örnek var. Meselâ şu anda piyasada fırça üzerine maalesef dediğimiz çizgide helâl sertifikası alan bir firma dahî yok.

Bunun haricinde, domuz kemik ve derilerinden yapıldığını yüzde doksan bildiğimiz jelâtin diye bir madde var. Bu jelâtin maddesinin malesef girmediği yer yok. Yumuşak şeker dediğimiz şekerlerde; sucuk, salam, sosislerde; dondurmalarda, daha bilemediğimiz birçok üründe; hattâ kozmetik ürünlerde ve ilâç kapsüllerinin kabında. Bizim sertifikalarımızda kapsüllere izin vermiyoruz. Müslümanların kapsüllü ilâç kullanmalarını istemiyoruz. Neden? Çünkü kapsülün büyük çoğunlukla domuzdan yapılan bir madde içerdiğini biliyoruz. Fakat bu örnekler o kadar çok ki bazen ipin ucunu maalesef yakalayamıyoruz.

Meselâ çeşit çeşit unlu ürünler var. Bu ürünlerin bazılarında kullanılan bir katkı maddesi var. Sistein ismiyle anılıyor. Maalesef bu sistein bugün yüzde seksen, yüzde doksan domuz kılından veya insan saçından yapılan bir madde. Bunu yufkacısı da, börekçisi de kullanıyor. Hattâ ilâç sektöründe meselâ, grip veya balgam söktürücü ilâç ihtiyacı olduğu zaman, bu maddeyi koyuyorlar ve insanoğlunun sağlığına kavuşmak için alacağı ilâç bile haram ihtivâ ediyor.

Gliserinde de aynı şekilde sıkıntıya sahibiz. Çünkü hayvandan yapılan bir madde de olabilir ve istemediğiniz bir hayvandan yapılmış olabilir.

Meselâ patates cipsi, mısır cipsi diye takdim edilen gıdaların hemen hemen hiçbirini çocuklarımıza kesinlikle tükettirmememiz gerekir. Çünkü içerisine öyle katkı maddeleri koymuşlar ki, çocuğunuzu 8-10-15 yıl sonra kanser riskiyle, beyinle ilgili birtakım hastalıklarla mücadele eder duruma getirecek özelliklere sahip.

İşte bunun için bir zevk uğruna bu maddeleri çocuklarımıza yedirmememiz gerekir. Onun için İslâmî terbiyemize, İslâmî eğitimimize ağırlık vererek ön plâna çıkarmamız gerekiyor. Çoluk çocuk bu eğitimden mutlaka evlerinizde kitaplarla, videolarla, televizyon imkânlarıyla bu bilgileri bir an evvel almamız gerekir.

Çünkü bize unutturulmuş. İslâmî hayat tarzımız, helâl hayat tarzımız unutturulmuş; reklâmlarla tamamen bizim tasvip etmediğimiz batı ahlâkı dediğimiz ve bizim hiçbir zaman onaylamadığımız bir sisteme yavaş yavaş, çoluk çocuk sürüklenir duruma geliyoruz.

Yüzakı: Bir de kola firmaları Ramazan ayında iftar sofralarında kola reklâmları yapıyorlar. Bu konuda ne dersiniz?

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Çok büyük yanlış, müslümanlara çok büyük bir hakaret. Ben bunu bir müslümanın yüzüne baka baka hakaret ediyorlarmış şeklinde kabul ediyorum. Çünkü iftarla kolanın bağdaşır hiçbir tarafı yok. Bir kere kola dediğimiz şey tamamen yabancı. Amerika’da aşağı yukarı 1890’lı yıllarda Yahudi bir eczacının çıkardığı bir içki modeli. Daha öncesinde şarapla başlamışlar. Koka; yapraklarından kokain maddesinin elde edildiği bir bitki. Kola da kafein dediğimiz uyarıcı maddenin üretildiği bir bitki… Bu ikisinin ekstratını (özütünü) alarak, şeker ve suyla karıştırınca koka kola meydana geliyor. En basit tarif bu şekilde. Kola hâline gelebilmesi için boya maddeleri, sun‘î şekerler, birtakım koruyucu maddeler kullanarak, daha da komplike ve zararlı tarafını çoğaltmak sûretiyle bir sistem meydana getirilmiş. Bizim orucumuzu açmak için bunu kullanmamızın hiçbir izahı yok. Ama maalesef bugün birçok müslüman aile, bu propagandalara uyarak 3 litrelik o büyük şişelerden alıyorlar, iftar sofralarının baş köşesine koyuyorlar. İnşâallah bu sene bu hataları yapmazlar. Onun yerine güzel güzel sularını, ayranlarını, sütlerini, hoşaflarını, limonatalarını, şerbetlerini koyarlar, eski usûlümüze uygun iftar sofralarını gerçekleştirme imkânı bulurlar. Buna benzer üzücü uygulamalar var. Müslümanları bu duygularla istismar ederek, reklâm konusu yapıp; ürünlerini, müslümanlara satmaya çalışıyorlar. Buna çok dikkat etmemiz lâzım. Onlar elbette satmaya çalışacak. Ama bizler akıllı olmak zorundayız. Çünkü bizler müslümanız, her şeyi kabul etmek zorunda değiliz. Mutlaka cemiyetimize, dînimize, sağlığımıza uygun olanları tercih etmek zorundayız.

Çünkü batı gibi biz de zevk alma duygusu için yaşayan bir toplum değiliz. Batılılar buna Hedonizm diyorlar, yani zevk alma ihtirâsı… Maalesef insanlar, batının kaynaklarına göre -tabiri câizse- sadece zevk alan hayvanlar meydana getirmeye çalışıyor.

Bizler eşref-i mahlûkātız. Yani Allah bizi yaratılmışların en şereflisi olarak halk etti. Dolayısıyla biz insanlık özelliklerimizi mutlaka bütün dünyada göstermek zorundayız. Biz her şeyi tüketemeyiz. Ancak Allâh’ın izin verdiği şeyleri tüketebiliriz. Çoluk çocuğumuza da aynı telkinleri yapmak zorundayız. Şimdi maalesef, bugün çocuklarımız ekseriyetle bizim kontrolümüzde değil. Çevrenin telkini altında. Markete götürdüğünüz zaman sizin inancınıza uygun gıda maddelerini almak istemiyorlar.

Yüzakı: Bahsettiğiniz, hemen tesirini göstermeyen yıllar içerisinde etki eden zehirler çok önemli. Bunu biraz daha açar mısınız?

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Mevlânâ Hazretleri’nin bir sözü var, çok dikkatimi çekiyor. Diyor ki:

“Bütün haramlar da şarap gibi sarhoş edici olsaydı kim sarhoş kim ayık o zaman belli olurdu.”

Bugün yediğimiz, içtiğimiz gıdalar şarap gibi, birden bire bizi sarhoş etmiyor. Ama bazı maddeler, bizi böyle yavaş yavaş sarhoş ediyor, yani bizi hasta ediyor. Bakıyorsunuz 10 yıl sonra kanser olmuş. Niye kanser olmuş, sebebini bilmiyor. Avrupa öyle değil. Araştırıyor.

Meselâ; İngiltere’de bir klinik çalışması, bize bir meseleyi gösteriyor: Bildiğimiz gibi pek çok hanım göğüs kanserine yakalanıyor ve bu organları ameliyatla alınıyor. Bahsettiğimiz klinik, bu meselenin ardına düşmüş. Acaba bu hanımlar neden göğüs kanserine yakalanıyor, sebep ne? Evet bir kanser var ama, onlar bu kanseri yapan tümörleri inceleyip, içindeki kimyevî maddeleri araştırıyor. Bir de bakıyorlar ki, hepsinde aynı kimyevî madde var. Bu sefer hanımlara soruyorlar. «Siz günlük hayatınızı bir anlatır mısınız?» Hepsini dinliyorlar. Yüzlerce hanımla yapılan görüşmelerin sonucunda varılan sonuç şu: Bu hanımların hepsi aşağı yukarı ayda bir, altı ayda bir veya senede bir defa olmak üzere saçlarını boyatmışlar. Tümörde saç boyasında bulunan kimyevî maddeyi tesbit etmişler.

Düşünün gayet masum. Bir hanım kuaföre gidiyor, saçını sarıya veya kahverengiye boyatıyor. Belki zevkine göre güzel bir görünüme kavuşuyor ama mâlesef hâdisenin farkında değil. Bunu sıklıkla tekrar ettiği için bir müddet sonra o kimyevî madde vücuda ciltten giriyor. Saçı boyuyor ama o madde saç diplerinden vücuda giriyor, göğüse gidip orada yerleşiyor ve bu tümörü oluşturuyor. Bakıyorsunuz 15-20 yıl sonra o hanımın o uzvu ameliyatla alınmış. Bunun kaynağı sadece bir zevk uğruna yapılan bir boyama işlemi. Değer mi?

Bugün birçok kimyevî madde; gıdalarımıza, kullandığımız çeşitli maddelere sokuluyor. Ama maalesef sadece tüccarı zengin ediyor. Bizi de sadece geçici bir zevk sahibi yapıyor ama neticede hayatımız zehir oluyor. Bunlara karşı bir müslümanın akıllı olması ve ölçülere dikkat etmesi gerekiyor. Bizim dînî ölçülerimiz çok mükemmel. Bu dînî ölçülerimize hep riâyet ettiğimiz takdirde hem dünyamızı, hem de âhiretimizi rahatlıkla kazanmış olacağız. Çünkü bu reçeteyi veren, bu sistemi kuran Cenâb-ı Hak. O -celle celâlühû- yanlış bir şey yapar mı? Yanlış bir reçete yazar mı? Bu kadar ölçüye sahibiz ama bu reçetede şunlar şunlar yazılı dendiği zaman, sanki herhangi bir insan söylemiş gibi burun kıvırıyoruz. Dünya hayatında bu reçeteye göre yaşarsanız, hem dünyanızı hem de âhiretinizi mâmur edersiniz. Bizim bugün aklımızı başımıza toplayıp, Allâh’ın bize sunduğu, lutfettiği bu ölçülere bir an evvel sahip olmamız ve toplumdaki bu ihtiyaçlarımızı bu kaynaklara uygun şekilde temin etmeye gayret etmemiz lâzım.

Yüzakı: Efendim Allah râzı olsun, teşekkür ederiz, bu çok önemli sahada hizmet veren GİMDES’e faaliyetlerinde başarılar dileriz.

Dr. H. Kâmi BÜYÜKÖZER: Ben de teşekkür ederim.