Güzel Bir İstikamet İnsanı HACI ALİ KAPLAN AĞABEY

YAZAR : Sami GÖKSÜN

2012 yılının son günü, Kayseri’den dâr-ı bekāya doğru bir yıldız kaydı. O yıldız, ömrünü gönül hizmetine adamış Hacı Ali KAPLAN Ağabeydi.

1933 yılında Kayseri’nin Erkilet Nâhiyesi’nin Emmiler Köyü’nde dünyaya gelen Hacı Ali KAPLAN Ağabey, 79 yıllık ömrünün son birkaç senesini çeşitli hastalıklarla geçirdi. Son bir haftadır da yoğun bakımdaydı.

31 Aralık 2012 Pazartesi günü sabah saat 9 civarında, başında okunan Yâsîn-i şerîfin tamamlanıp; «sadakallâhü’l-azîm» denmesiyle beraber, «Allah!» diyerek rûhunu rahmet-i Rahmân’a teslim etti.

Kayseri insanı; artık, gördüğü zaman huzur bulduğu bu gönül insanından istifade edemeyecek olmanın hüznünü yaşıyordu.

Hacı Ali Kaplan Ağabey, Kayseri’nin gönül mimarlarındandı. Kayseri’de Hacı Şaban KAVAFOĞLU Efendi vefat edince, bir müddet sonra Hacı Ali KAPLAN Ağabey İstanbul’a çağrıldı ve Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU Hazretleri’nin işaretiyle mânevî vazifesi verildi.

Artık omuzlarındaki ağır mânevî sorumluluğun idrakiyle Kayseri ve ilçelerinde hizmetlere koyulmuştu. Tam bir istikamet ve hizmet ehli olan bu gönül insanı, aynı zamanda ticaretle de meşgul oluyordu. İlk zamanlarda kardeşiyle, daha sonra da sevdikleriyle birkaç ticarî ortaklık da yapmıştı.

Bir gönle daha şifâ olabilmek için dağ-taş demeden hizmet etti. Çalışmalarında Allah rızâsını ve sünnet-i seniyyeyi her zaman önde tutardı. İstikamet ve ihlâs üzere yaşadığı için, kimle karşılaşsa aralarında derhâl bir muhabbet oluşurdu. Onun için kısa zamanda kendini sevenlerin sayısı hızla arttı.

Hacı Ali Ağabey bütün insanları çok severdi;

“İnsanları Allah -celle celâlühû- yarattığı için sevin…” der;

“Sadece kendi insanımızı değil, dünyanın neresinde olursa olsun bir savaş varsa, bir musibet, bir zulüm varsa buralardaki müslüman kardeşlerimize aman yardım ve duâ edin gözünüzü seveyim…” diye hatırlatırdı. Günah ehli hakkında da;

“Biz insanlara değil, günahlarına düşman olmalıyız.” derdi. Bu samimî niyetinden dolayı insanlar da onu çok severler ve birçok konuda görüşmek üzere ziyaretine gelirlerdi.

Gelen herkese kapısı açık olur, onlara hep Allah ve Rasûlü’nün çizgisinde istikamet telkin ederdi.

Karşılaştığı insanlara tebessüm eder, gönüllerini alırdı. Kimseyi incitmez, kimseden incinmezdi. Bir aradayken tefekkür derinliği içerisinde latîfe yapardı ve yanındakileri neşelendirirdi.

Hacı Ali Ağabey, çocuklara isim koymanın çok önemli olduğunu her zaman bizlere hatırlatırdı. İsim koyarken sünnet üzere konulmasına dikkat ederdi. «Çocuğumuza ne isim koyalım?» diye soranlara; erkek çocuğuysa genellikle üstadlarımızın isimlerini koymalarını isterdi, kız ise vâlidelerimizin isimlerini koymalarını tavsiye eder, değilse «Sümeyye» koyalım derdi.

Bir araya geldiğimizde güzel bir sohbet yapar sonra kardeşlere bakarak;

“Allah -celle celâlühû- âhirette ayırmasın, hep beraber haşrolalım ve «Cemâlullâh»ı seyredelim…” diye duâ ederdi.

Hacı Ali Ağabey, Peygamber Efendimiz’i ve Medine’yi çok severdi. Çeşitli zamanlarda üç ay, beş ay gibi sürelerle umreye gider, vaktini en verimli bir şekilde o güzel mekânlarda değerlendirirdi;

“Biz aslen Medineliyiz, Kayseri’de vazife icabı kalıyoruz.” derdi. Yanında bulunan bir arkadaşı anlatıyor:

Hacı Ali Ağabey, Medine’de kaldığı evde bir gün bir yemek pişirmiş. Yemeği mutfaktan odasına getirmiş masanın üzerine koymuş. Yemeğin hem biraz soğumasını temin etmek hem de diğer malzemeleri hazırlamak üzere mutfağa tekrar gitmiş. Hazırladığı diğer malzemelerle birlikte odasına döndüğünde bakmış ki yemeğin yanında bir kedi duruyor. Kedi, yemeğin yarısını yemiş. Bir kediye bakmış bir de yemeğe bakmış;

“Olsun sen de Medinelisin ben de…” deyip kalan yemeği de kendisi yemiş.

O güzel insan, Peygamber Efendimiz’i, sahâbe-i kirâmı ve üstadlarımızı anlatırken öyle bir hâle girerdi ki, sanki o mübârekler oradaymış gibi olurdu. Peygamber Efendimiz’in tebliğ ve cihad için çektiği sıkıntıları anlatırken gözlerinden damla damla yaşlar akardı. Neşeli ve sevinçli olduğu hâllerini anlatırken bir çocuk gibi sevinir, gözleri parıl parıl olurdu.

Sahâbe-i kirâma da muhabbeti çok yüksekti. Sohbetinde bulunan kardeşlerden birisi anlatıyor:

“«Kardeşler sahâbeyi çok sevin, çünkü onlar Efendimiz’in arkadaşlarıdır.» dedi ve hemen arkasından;

«Ben de İkrime -radıyallâhu anh-’ı çok severim hattâ, inanın onun için hac yaptım.» dedi başladı onu anlatmaya; onu anlatırken, duygulanıp ağladığına şahit oldum.”

O güzel insanın üstadlarımıza ayrı bir muhabbeti vardı. Birkaç yıl önceydi… Ben İstanbul’a yerleştikten sonra, Kayseri’ye dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Muhammed Ali EŞMELİ Hocamla birlikte bir programa gitmiştik. Program sonrası Hacı Ali Ağabeyden müsaade alıp bağ evine ziyaretine gittik. Ziyaret esnasında selâmlaşma gerçekleştikten sonra sohbet, muhabbet devam ederken, bir ara Eşmeli Hocama;

“–Osman Efendimiz nasıllar, sıhhatleri iyi mi?” diye sordu.

“–Hamdolsun gayet iyiler…” cevabını alınca, hemen ardından ekledi:

“–Eşmeli Hocam, Sâmi Efendimiz’e hizmet ettim; onda birçok güzel mânevî hususiyetlere şahit oldum. Musa Efendimiz’e hizmet ettim onda da çok güzel mânevî hâllerle karşılaştım. Şimdi Osman Efendi Üstâdımızın hizmetindeyim. Onun hâli de bambaşka. Bizi daha çok koşturuyor.”

Hâtıralarla gözleri yaşarmıştı.

Musa Efendimiz’le Mekke’de beraber bulundukları bir zamanda, Musa Efendimiz’in şöyle bir kerâmetine şahit olur. Kendisi gözyaşlarıyla anlatırdı:

“Musa Efendimiz vazifelerini tamamlamış Medine’ye dönüyordu. Kendilerini uğurlamaya geldiğimizde;

«Hacı Ali Efendi siz de hemen Medine’ye hareket edin!» dedi.

Bir müddet daha Mekke’de kalmayı plânladığımız hâlde, bu talimat üzerine hemen toparlanıp Medine’ye döndük. Biz Mekke’den ayrıldıktan hemen sonra, İranlılar Kâbe’yi basıp olaylar çıkarmışlar…”

Hizmetinde bulunan bir arkadaşım anlatıyor:

“Bir öğle namazından sonra işyerinde yemek yiyorduk, telefonu çaldı. Telefonda konuştuktan sonra içli bir vah çekip, Musa Efendimiz’in vefat haberini verdi öyle bir oldu ki, âdeta donup kaldı. O hâlini anlatmak çok zor.”

Fânîlik sırrı Ali Ağabey için de gerçekleşti. Aslında Yûnus Emre Hazretleri’nin dediği gibi; “Âşıklar ölmez…” Bu fânî diyardan Ebedî Yâr’e giderler… Hasret diyarından, vuslat diyarına göçerler… Vazife diyarından, ecir diyarına uçarlar…

İnsan; bir yolcu, haşre doğru…
Kundaktan koştu kabre doğru…

Bin bir yöne bin çeşitli yol var!
Cennet yolu hayra, birre doğru…

Derviş Ali Kaplan Ağabeyin de,
Nûr oldu tarîki Yâr’e doğru…

Aşkıyla ve istikāmetiyle,
Yol aldı edeple Bedr’e doğru…

Dünyâ gecesinde son sahîfe;
«Dön Rabbe!» denildi fecre doğru…

İkmâl edilince her vazîfe;
Can uçtu cemâle; «Ecre doğru…»

اجره طوغرى (1434) (Tâlî)

Ali KAPLAN Ağabeyin cenaze namazı, vefat ettiği günün ikindi namazından sonra kılındı. Kayserili tüm sevenlerinin ve Kayseri dışından gelerek cenazesine katılanların iştirakiyle, çok kalabalık bir cemaat tarafından şehir mezarlığında tekbirler eşliğinde defnedildi.

Cenâb-ı Hak’tan Hacı Ali Ağabeye rahmetiyle muamele eylemesini niyaz ediyor; kederli ailesine, yakınlarına ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Merhumun rûhu için bir Fâtiha ve üç İhlâs-ı şerif okuyalım.

Yüce Rabbimiz âhirette ayırmasın ve cennetinde buluşturup, «Cemâl»ini seyretmeyi cümlemize nasip eylesin.

Âmîn…