KUR’ÂN’LA SÜNNET BİRBİRİNDEN AYRILAMAZ!

Aydın TALAY aydintalay@gmail.com

Nefislerin azgınlaştığı ve nesiller arası bağların koparılmaya çalışıldığı bir hengâmede yerinden kalkan; meslek, kabiliyet ve kudretine bakmadan uluorta konuşup ahkâm kesiyor. Nefisleri tezkiye etmek, huzur ve saâdet içinde yaşamanın yol ve yöntemlerini açıklıkla ortaya koymak için en büyük nimet olarak bizlere lutfedilen İslâm’a karşı içte ve dışta yoğun çalışmalar var. Güneşin parlaklığı karşısında gözleri kamaşan ve yarasalar gibi İslâm’a karşı çıkamayarak kaçışan mâhutlar; yüce dînimizin ölçü ve esaslarını gevşetmeye, bilhassa gençlerimizi çekip cezbedecek web sitelerinde bazı eserlerden parçalar alarak kafaları karıştırmaya, bid‘atleri teknik ve gelişme etiketi altında ambalâjlayıp takdim etmeye çalışıyorlar. Başta sabatayistler, ırkçılar, pozitivistler ve namus simsarları harıl harıl çalışırken; maalesef bizler çoğu zaman gevşek davranıyoruz.

İşte müslümanların arasına sokulan tefrikalardan biri de Sünnet’le Kur’ân’ın arasını açma, ayırmaya çalışma hareketidir. Hepimiz biliriz ki Kitap ve Sünnet yüce dînimizin vazgeçilmez ilk iki kaynağıdır. Anlam itibarıyla kanun, yol ve yaşama biçimi anlamına gelen Sünnet; Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in söz, emir, hâl ve yerleştirdiği esasların bütününü içine alır. Sünnet, Kur’ân’dan ayrı konulacak bir husus olmayıp, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in İslâm’ı yaşayarak yorumlamasından ibarettir, diyebiliriz. Fahr-i Kâinat Efendimiz’i seçip gönderen Cenâb-ı Hak bedenlere ve ruhlara şifa kaynağı olan Kur’ân-ı Mübîn’i de O’na vahyetmiştir. Müteaddit âyetlerde Allah ve Rasûlü’nün emirlerine uymaya davet edilir. Bu cümleden olarak Âl-i İmrân Sûresi’nin 31. âyetinde meâlen şöyle buyurulur:

“(Ey Rasûlüm!) De ki eğer Allâh’ı seviyorsanız, bana itaat ediniz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret buyursun.” İslâm’ın özü ve esası olan kelime-i tevhidde olduğu gibi her emir ve tavsiyede Allah ve Rasûlü’nün isimleri beraber zikredilir. Bunları ayırmaya ve yorumlamaya çalışmak -Allah korusun- insanı dinden çıkarır.

Tevhîdî îmânın esasında Allâh’a ve bütün peygamberlerine inanma temel olduğu gibi duâ ve niyazlarımızda da Mevlâ ve yüce Rasûlü ayrılmaz bir bütündür.

Kur’ân’a ve Sünnet’in gerçeklerine gerektiği kadar âşinâ olmadan bir kısım yerlere hoş görünmek, geçici mevki ve itibar kazanmak veya yârenlik yapmak sâiki ile rastgele konuşan ve yazanlara rastlıyoruz.

“Ben bir emrin Kur’ân’daki kaynağına bakarım. Hadisler uydurma olabilir. Yahut da hadislerin üzerinde çok duruyoruz, Kur’ân’a bakmak lâzım.” diye medyada veya gazete köşelerinde, meclislerde kurusıkı atanları görüyoruz. Kendi mesleği ile ilgili bir konuda kıyâmetler koparan nevzuhur kişiler, söz sırası Kur’ân ve Sünnet’e geldiği zaman fetvâ makamı kesilmekten hiç sıkılmıyor. Müslüman, böylesi koyu cehâlet içinde olan kişi ve kuruluşlarla muhatap olup tartışmaktan uzak durmalıdır. Zira cahilin bile, kısımları vardır. Bir kısmı edeplidir. Münasip şekilde hatasını söylediğinizde özür dilemesini bilerek geri adım atma basîretini gösterir. Ama diğer türlüsü cehl-i mürekkep içindedir. Kur’ân ve Sünnet konusunda bırakın tahsili, tatminkâr bir bilgisi olmadığı hâlde hatalı ve sonucu küfre kadar giden yollarda muhatabını alabildiğine küçümser ve hattâ cehâletini, âlimlik diye yutturmaya kalkar. İşte böylesi kişilere karşı erbabının dışında sükût etmek ve onlara meydan vermemek en güzel cevaptır. Onların eser ve yazılarına katkıda bulunmak ve satın almak da doğru değildir.