Cimriliğin Alçaklığı CÖMERTLİĞİN ŞEREFİ…
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
İnsanı en iyi Rabbi bilir…
Hâlık’ın insan hakkındaki acı sözlü değerlendirmelerinden biri:
“De ki: «Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, harcamaktan korkarak tutardınız.» Gerçekten insan çok cimridir!” (el-İsrâ, 100)
İnsanın tabiatı bir muammâ… Cimrilik, nefs-i emmâreye ait bir tabiat… Bir seciye… Erbabı diyor ki: Bu nefse; sâdık ve âşık ruh, kutsî akıl, melekût âlemine ait kalp ve ceberut âlemine ait sır yakınlaşırsa, ancak o takdirde, cimriliğinden kurtulabilir.
İnsanın tabiatındaki cimriliği, muhtaç olarak dünyaya gelmesiyle alâkalandırırlar. Aç, açıkta ve muhtaç dünyaya gelen insanın nefsi, bu durumdan kurtulmak için eline geçene sarılırmış. Yeni doğmuş bebeğin ellerinin tutmaya, kavramaya hazır vaziyette olmasını da bununla hüsn-i tâlil ederler. Öldüğünde ise insanın eli açılır! İnsan elini, bir de çınar yaprağıyla mukayese edelim mi:
Çınarın pek tanıdık yaprağı var.
Bir zarîf el gibi beş parmağı var.
Çınarın yaprağı tâzeyken açık,
Bebeğin elleri tam zıt: kapanık!
Kuruyup düştüğü mevsim tel tel,
Yumulan bir ele benzer o gazel.
Sanki bir ömrü niyâz içre geçen,
O el, ihsânını almış gökten.
Fakat insân ise can verdiği dem,
Açılır elleri, eyler mâtem.
Şu cihandan neyi tutmuşsa yalan,
Havadır sâdece avcunda kalan! (Tâlî)
Nefse göre insan dünyaya zavallı bir sûrette geliyor. Hâlbuki nefs açısından değil de ruh ve kalp penceresinden bakılsa, durum hiç de öyle değil… İnsan doğar doğmaz anne adlı merhamet ve şefkat kahramanına teslim. Bebeğin açlığına paralel, anne sütü hazır. Diğer ihtiyaçlarına cefâkârâne ve fedâkârâne bir ömür koşacak baba, emrinde… Daha neler neler…
Fakat bunları görmek gerek, kör olmamak gerek:
Bırakıp her şeyi bir tek kefene,
Sarılan cüsseyi çok gördü nefis.
Sanki bir perde çekilmiş gözüne,
Zâhiren görse de çok kördü nefis,
Ona dünyâları ikrâm edene,
Kırkta bir hisseyi çok gördü nefis! (Tâlî)
Cenâb-ı Hak; dünya âleminde sebepler vasıtasıyla yapar cömertliklerini, sebep perdeleri arkasından yağdırır ihsanlarını… Perdeye takılmak, Rezzâk, Mennân, Mün‘im olan Zât’ı görmeden, hâşâ O yokmuş gibi korkuya kapılıp cimrileşmek, bencilleşmek elbette alçak bir davranış…
Zaten neredeyse bütün dünya dillerinde, cimriliği ifade eden kelimeler; «Alçak, değersiz, soysuz, şerefsiz, korkak» mânâsına gelen köklerden geliyor.
Cimri: Dilenci, sefil.
Nekes: Nâ-kes adam olmayan, değersiz, alçak, aşağılık, bayağı…
Hasis: Bayağı, âdî, insanı küçülten… (İngilizce mean, Farsçadaki kullanımıyla; leîm gibi)
Cömertlik ifade edenler de bunun mukabili; «İyi, şerefli, yiğit, yüce…»
Cömert: Civanmerd, yiğit kimse.
Cevâd: İyi, kaliteli kökünden… Yaptığı işte varlığını bezleden. Asil ata da cevâd denir.
Kerîm: Değerli, asil, şerefli.
Kerem: Asalet, soyluluk, ululuk, değerlilik. (Batı dillerindeki generosity, generous da hemen hemen aynı mânâda)
Sehâvet: Nefes aldırmak… Ferahlatmak…*
Âlicenap: Yüksek mevkie sahip.
Bilhassa kerem ile cömertlik arasındaki alâka üzerinde durulmaya değer.
Cenâb-ı Hak, insana verdiği değeri ifade ederken, kerem kelimesini kullanarak;
«Velakad kerramnâ benî Âdem: Biz Âdemoğullarını değerli kıldık.» (el-İsrâ, 70) buyuruyor.
Şeytan ise;
«Eraeyteke hâzallezî kerramte aleyy!: «Şu benden üstün kıldığına da bir bak!» (el-İsrâ, 62) diyerek, çekemezliğini dışavuruyor. Tam bir hasetçinin yapacağı gibi, bir zâtın bir başkasına kereminden rahatsız oluyor. Bir mânâda bu cömertliği çözemiyor! Haset ile, cömertlik olacaksa da adresinin kendisi olması gerektiğini iddia ediyor. Hâlbuki bu da cömertliği anlayamamaktan… Ödeme değil, ihsan…
Allah insana cömertçe lütuflarda bulundu.
Allah Kerîm’dir. O’nun keremi sayesinde, insan mükerremdir.
Allâh’ın insana verdiği lütufları bir başka sûreden okuyalım:
“Ey insan, nedir seni o Kerîm/cömert Rabbin hakkında aldatan? O değil mi seni yaratan, bütün vücut sistemini düzenleyen ve sana dengeli bir hilkat veren ve seni dilediği bir sûrette terkip eden?” (el-İnfitâr, 6-9)
Kerîm Allah, mükerrem kıldığı insanı, dilediği sûrette terkip etti. Bazı hadisler, Allâh’ın insanı kendi sûretinde halk ettiğini ifade ediyor. İnsan; yaratılışındaki kereme yaraşır şekilde kerîm olmalı, cömert olmalı ki, şeytanı haksız çıkarsın, Hakk’ın lütuflarına liyâkatini göstersin. Üstelik, Hakk’ın lutfu olan şeylerden ihsanda bulunacak, sonunda yine çok daha büyük ihsân-ı ilâhîye mazhar olacak. Her taraftan kârlı!
Cimrilik ise değersiz şeylere değer atfederek değersizleşmektir. Şeyhülislam İshak’ın dediği gibi:
Zâhirî servete kānî olur ehl-i dünyâ,
O ahissâya meğer kim has ü hâşâk yeter…
“Dünyacılar, hakikî mânevî kıymetleri aramaz, zâhirî servetle kanaat ederler! O değersiz kişilere çer çöp kâfî gelir!”
Anlatırlar, üç cimri bir araya gelmiş.
Birincisi; “Ben kimseye iyilik yapamam, ızdırap duyarım.” demiş.
İkincisi; “O ne ki? Ben birinin, bir başkasına yaptığı iyilikten bile rahatsız olurum!” diye nekesliğinin derecesini ortaya koymuş.
Üçüncüsü, cimrilikte son derecede imiş:
“Yahu!” demiş, “Bırakın başkasını, birisi bana cömertlikte bulunacak olsa, nasıl kıyıyor da veriyor diye azap duyarım!”
Şeytan bile ikinci derecede kalırken, insan; inkâr ve nankörlük ile, değersiz dünyaya yapışıp Kerîm Allâh’a karşı cimrilik yaparsa, bu üçüncü derecedeki hasis gibi oluyor.
Çâh-ı hissetten per-i himmetle âlâya uzan (Şemsî)
“Değersizlik, hasislik kuyusundan; himmet (cömertlik ve gayret) kanadıyla yükselip yücelere ulaş…”
Başta zikrettiğimiz insan cinsini cimri olarak damgalayan âyet-i kerîmeyi, müşriklere hasredenler de var. Âyetin siyak ve sibâkı da, Efendimiz’in nübüvvetine inanmak için, kendilerine nehir akıtmasını şart koşmak gibi bencil ve küstah talepler ileri süren, inançsızlıklarını mûcize talebiyle gölgelemeye çalışan Mekke müşriklerini gösteriyor. Âdeta Cenâb-ı Hak, Peygamber’ine şöyle söyletiyor:
“Siz bu bencillikle Rabbimin hazinelerine bile hükmedecek olsanız, cimrilik edecekken, ne diye size bu ikramlarda bulunsun ki?”
“Size cismânî ve rûhânî onca nimet vermiş, keremde bulunmuşken ve siz bunları bir kalemde silmiş ve cimrileşmişken?..”
Bugünün inançsızları, Rabbimizin hazinelerine sahip olmasalar da, silâh gücüyle dünyanın ulaşabildikleri bütün nimetlerine hükmetme ihtirasındalar. Kendi vatandaşlarının obezitesiyle yani oburluğuyla mücadele ederlerken; dünyanın birçok yerinde milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyor. Şu yazının yazıldığı günlerde Afrika’dan yine açlık haberleri geliyor.
Âyet-i kerîmenin, insanın her hâlükârda cimri olduğunu ifade ettiğini düşünenler; cömert insanlar için de bir açıklamada bulunurlar:
Cömertler, ya zâhirî olarak övülmek, hicvedilmemek, etraflarına söz geçirebilmek gibi dünyevî, süflî bir karşılık; yahut cennet, sevap, rızâ-yı ilâhî gibi mânevî ve ulvî bir karşılık sebebiyle ihsan ve lütufta bulunurlarmış. Bu da hadd-i zâtında bir değiş-tokuş olduğu için, insan tabiatının cimrilik olduğu hakikatiyle çelişmiyormuş.
Akla İnsan Sûresi’ndeki, o yüksek insanların söylediği söz geliyor:
“Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (el-İnsan, 9)
Günümüzde ise, açık açık karşılıklı iyilikler, güya cömertlikler var:
İnsan tabiatında cömertlik ve fedâkârlıktan haz alma, mutlu olma duygusu da var. Tersinden düşünürsek, merhametsizlik etmekten bunalan ve susturulmazsa sızlanmasıyla rahat bozan bir vicdan var. Cömertlikten gelecek hazzı yahut bir şeyler yaptığını düşünerek vicdanını susturmayı da yabana atmayan nefsânî âlemde, cömertlik de menfaatle kılıflandırılır:
Yetimler yararına balo! “Gelir”i lösemili çocuklara bağışlanacak konser!
Bir taşla dört kuş!..
Hem eğlenmek için “iyi” bir fırsat…
Hem eğlence sektöründe çarkın dönmesi…
Hem hepten karşılıksız değil, paraların bilete, eğlenceye verilmesi…
Üstüne bir de sızlamayan vicdanlar…
Ne diyelim! Merhametleri bile vicdansızca!
Cimriliğin bir sebebi de tûl-i emeldir. «Yarın ne yiyeceksin?» sorusundaki yarın uzadıkça, el cebe varmaz, varsa da hain bir akrep hemen onu dışarı uğratır. Nefsin, cimrilik etmek için ihtiyaçlarını öne sürdüğü malûm… İnsanın ihtiyaçlarının sun’î şekilde artırıldığı günümüzde insanın daha da cimrileşmesine şaşmamalı…
Cimri «zavallı» olduğunu düşündüğü için cimrilik eder… Hâlbuki cimrilik zavallılığın ta kendisi… Varlık içinde yokluk çekmek… Sâdî, ne acı bir şekilde hicvediyor:
Cimri, benzer defîne tılsımına,
Öyle titrer başında boş boşuna…
Dağıtırlar kolayca tüm varını,
Mevt denen taş, inince saf başına!
(Nazmen Trc. Tâlî)
Ekseriyetle cimrilerin huyudur malı defnetmek… Definelere de, hırsız ve define avcılarını korkutmak için tılsım koyarlarmış. Tabiî bir servetin başında ona el süremeden bomboş ve faydasız bir ömür geçiren tılsımın kaderi de, sonunda bir define avcısının başına indirdiği taş ile parçalanmak olurmuş.
Cimrilik derece derece…
Kendisine dahî harcayamayan…
Kendi pis boğazına saklayıp, evlâd ü ıyâlinden bile esirgeyen…
Zengin çevresine yedirip, hayır-hasenattan uzak duran, fakirlere iyilik yapmaktan kaçınan…
Cimri denilince, cihanşümul dilde daha çok, varyemez, paraya kıyamayan mânâsı öne çıkarılıyor. O hakikaten Efendimiz’in buyurduğu gibi, «en ağır hastalık!» Fakat, merhametin şümullüsü istendiği gibi, cömertliğin de umumîsi lâzım…
Sadece yapılacağı adres açısından değil, cömertliğin yapılacağı şeyler açısından da şümullü olmalı…
Arkasından incitici bir söz gelince; yani tatlı söz cimriliği, nezâket pintiliği yapılınca mal cömertliği olan sadaka boşa gidiyor. Cömertlik her şeyi kapsar. Tatlı sözü de, güler yüzü de…
Her dem küşâde çehre-i feyz-i beşâşet ol
Gösterme halka rûy-ı huşûnet kerîm isen
(Hersekli Ârif Hikmet)
“Her zaman tebessüm saçan, ferah bir çehreyle gülümse… Eğer cömert/şerefli bir kişiysen halka, haşin bir surat gösterme!..”
Etrafına ihsanlarda bulunmak, cûd u kerem sergilemek; baş olmanın, topluluklara başkan, efendi olmanın da şartıdır.
Men câde sâde… Cömert olan, baş olur…
Nitekim Peygamberimiz, Medine kabîlelerinden birinin reisinde cimrilik olduğunu duyunca;
“O, sizin reisiniz değildir.” buyuruyor.
Bunu Gurbî mahlâslı şair, mânevî vücut mülküne şöyle adapte etmiş:
Değmenin yeri değil dâr-ı selâm
Olamaz şehr-i vücûdunda imam,
Cümle-i halka sehâ ile tamam,
Kendözün âlicenâb eylemeyen…
“Cennet, herkesin girebileceği yer değildir. Bütün mahlûkata cömertçe ihsanda bulunup, nefsinde saklı cimriliği yok edip, kendini şerefli bir varlık hâline getiremeyen, kendi varlık dünyasında baş, başkan olamaz.” Yani, insanda nefsin, şeytanın sözü geçer. Rûhun, kalbin esâmisi okunmaz. İrade kemendi nefsin boynuna vurulamaz. O da bencilce, hasis, değersiz şeylerin peşinden gider.
Böyle bir âkıbetten, Allâh’ın keremine sığınalım…
Efendimiz’in cömertlikte rüzgârlarla yarıştığı Ramazân-ı şerif ikliminde, Ramazân-ı kerîmin kereminden istifade edelim…
_______________
* Sehâvetin aslı; ocağın ateşine küllerini temizleyerek yol açmak, genişletmek, ferahlatmak imiş. Buna mukabil, cimrilik ifade eden «iktar»da ise, avcının nefesini dahî tutarak avına yaklaşması referans alınmış. Nefes kökünden gelen nefs fiilinde de, sevdiği, kıymetli şeyleri kendine saklamak mânâsı var. Dilimize de geçmiş bulunan «kıymetli» mânâsındaki «nefis, enfes» kelimeleri buradan. Tenâfüs de, elde edilmek istenen nefis şeyler için nefes nefese yarışmak. Efendimiz’in cömertliğinin de rüzgârla anlatılması, ilginç bir not.