AYNI SAFTA, OMUZ OMUZA

Ahmet ZİYLAN

«Zenginlik olsun, ilim olsun, sıhhat olsun, her türlü imkânda nasibimize düşen her şey bizim için imtihan vesilesi olan birer emanettir.» demiştik. Fakat bunu söylemek kolaydır da idrak edip hayata geçirmek zordur. Nefsimiz, her türlü imkân ve varlığı kendine mâl etmek, bununla şımarmak ister.

Bu sebeple Cenâb-ı Hak her vesile ile elimizdeki imkânlarla böbürlenmememiz, aksine bunları hassas bir emanet olarak kullanmamız gerektiğini bize ihtar ediyor. Camide, hacda her kesimden Müslümanı yan yana, omuz omuza getiriyor.

Ayrıcalık yok!

Birinci sınıf Müslüman, ikinci sınıf Müslüman yok! Bizler hep elhamdülillâh Müslüman bir beldede doğup büyüdüğümüz için bu nimeti dışarıdan bakanlar kadar idrak edemiyoruz. Fakat dışarıdakiler, başka dinlerin mensupları bu hususu hemen fark ediyorlar. Bununla ilgili mânidar, güzel bir hâdise yaşanmış Antep’imizde.

Antep’in işgal edildiği yıllarda Ermeniler, İngiliz işgal güçlerine, kendilerinin zorla İslâm’a sokulduğundan şikâyette bulunmuşlar. İngilizler de dindaşlarını korumak dâvâsıyla işin peşine düşmüş. Kimlerin Müslüman olduğunu tahkik ettirmeye koyulmuşlar.

Tespit edilen isimlere meselenin aslı soruluyor. Kimisi; «Ne yapalım başımıza bir şey gelir diye korktuk.» diyor. İngilizler de; «Artık korkmayın bunlar size bir şey yapamazlar» diye işgal ettikleri memlekette Ermenilere hâmîlik taslıyorlar. Hâlbuki kimsenin zorla Müslümanlaştırıldığı filân yok.

Fakat Müslüman olduğu tespit edilip de İngilizler tarafından çağrılanlardan bir kişi var ki diğerleri gibi cevap vermiyor. O adam, önceki adıyla Kazancı Abraham Usta. Yeni adıyla Kazancı İbrahim Usta… O da Müslüman olmuş bir Ermeni… Sorulduğunda diyor ki:

“–Ben kimsenin zorlamasıyla değil kendi arzum ve kararımla Müslüman oldum.”

İşgalci subaylar şaşırıyor:

“–Niye Müslüman oldun?”

Kazancı İbrahim Usta şöyle cevap veriyor:

“–Niçin Müslüman olduğumu, uzun uzadıya anlatmama hiç gerek yok. Buyurun kalkalım önce bir camiyi, sonra da bir kiliseyi ziyaret edelim, orada mâbedine gelmiş ibadet eden insanlara şöyle bir bakalım:

Camide; fakir-zengin, işçi-tüccar, âlim-cahil, avam-havas, herkes yan yana, safa durmuşlar ibadet ediyorlar. Bölmeler yok. En ön saf sadece erken gelene ait. Kimsenin bir ayrıcalığı yok.

Kilisede ise; herkese, onların makamına göre tahsis edilmiş belli yerler var: Mahfiller, localar, odalar, sıralar… Kasvet… Karanlık… Ayrıcalık…

Ben işte bu mühim farkı idrak ederek, buna dayanarak Müslüman oldum. Anladım ki hak dinin mâbedinde ayrımcılık olamaz.”

İngilizler bu nasipli ve basîretli insanın cevabı karşısında susup kalmışlar.

Onlara hakikati cesaret ve açık bir yürekle söyleyen Kazancı İbrahim Efendi, ne hikmetse Müslüman olduğunun ilk altı ayında durumunu ailesine açamamış. Bu zaman zarfında namazlarını gizlice, saklanarak edâ etmiş. Zaman zaman kimsenin görmediği anlarda camiye gitse de daha ziyade evinin bodrumundaki ahırda namaz kılmış. Hemen hemen bütün namaz vakitlerinde ya ineklerin altını temizlemek, ya yem vermek ya da süt sağmak gibi bahanelerle ahıra koşmuş, ineklerin yan tarafında samanların üzerinde gönül huzuru içinde ibadetine dikkat etmiş.

Böyle yapmasının tek sebebi de, ailesinin dağılmaması içinmiş. Eğer Müslüman olduğunu duyarlar ve onlar da Müslüman olmazsa ayrılık yaşanabileceği için hâlini gizlemiş ve onların da Müslüman olması için dualar ederek sadece sabretmiş.

Fakat altı ay sonra; «Bu böyle olmayacak! Ne yapalım kaderde ne varsa ona boyun bükeceğiz.» diyerek durumu ailesine açmaya karar vermiş.

Bir akşam çoluk-çocuk herkesi toplamış. Sükûnet içinde durumunu anlatmış ve onları muhayyer bırakmış. Demiş ki:

“–İşte böyle. Şimdi, dilerseniz siz de Müslüman olup benimle devam edersiniz, dilerseniz yollarımızı ayıralım.”

Onun cümleleri biter bitmez hanımı şaşkın bir vaziyette sözü kapmış:

“–Vay vaaay, niye bunca zamandır söylemedin bize? Ne zaman Müslüman oldun?”

“–Altı ay önce.”

“–Allah iyiliğini versin senin. Ben de altı ay önce Müslüman oldum. Altı aydır senden gizleyerek namazlarımı edâ ediyordum. Sana fark ettirmemek için neler çektim. Niye söylemedin şimdiye kadar?”

Bu sefer şaşırma sırası İbrahim Usta’ya gelmiş.

İlâhî hikmete bakın ki, meğer birbirinden habersiz ikisi de aynı zamanda Müslüman olmuşlar. Hane dağılmasın diye ikisi de birbirinden gizlemiş. Kadıncağız evde yalnız kalınca, adamcağız da ahırda ineklerin samanlığında namazlarını altı ay saklana saklana kılmışlar.

Ne kadar mânidar bir tecellî. Sonrası da ayrı bir bereket ve ilâhî lütuf…

Ben bu şahsı, yani Kazancı İbrahim Usta’yı yakından tanıdım. Çok güzel bir Müslümandı. Cömertti. Bize çok süt ikram etmiştir. Görgülüydü. Kur’ân’ı da güzelce okumuş öğrenmişti. Onu dualarımda hiç unutmuyorum. Bilhassa seher vakitlerinde yaptığım dualarda dilimden eksik etmediğim isimler arasında o da var. Allah rahmet eylesin!

Demek istediğim şu ki;

Vesileler, sebepler de bizim için ibret. Bir gönül, sırf camideki kardeşlikten, her kesimden insanın saflardaki kenetlenişinden etkilenmiş Müslüman olmuş. Bir başkası bir başka güzellikten… Demek ki hepimiz güzel dinimizi en güzel şekilde yaşayarak örnek olmaya devam etmeliyiz. O zaman kim bilir hiç farkına varmadan kimler için hidayet veya ıslah vesilesi olacağız.

Kazancı ustasının dikkatini çeken husus gerçekten mühim. Güzel dinimizde; «Üstünlük sadece takvâ iledir.» prensibi konmuş. Takvâyı da yalnız kalplerin içindekini bilen Cenâb-ı Hak bilir. Öyle olduğu için Müslümanlar fakiri, yoksulu hor görmek bir tarafa, belki de Hızır -aleyhisselâm-’dır, hürmetiyle aziz tutarlar.

Fakat bu ulvî ölçülerden mahrum olan gayrimüslimler öyle değildir. Kazancı İbrahim Ustanın şikâyet ettiği ayrımcılığı çok güzel özetleyen bir hâdise anlatırlar:

Bugünkü odalar, teşkilâtlar gibi geçmişte de tüccarın, kuyumcunun, doktorun her mevkiinin locaları varmış. Kilisede de bu localarına göre otururlarmış. Bir gün zengin Ermenilerden birisi kiliseye geldiğinde, bakmış ki fakir-fukara takımından Agop önündeki sırada oturuyor.

İçinden kin ve kibirle; «Nasıl olur da benim bulunduğum bölmede ayak takımından biri oturur?» diye düşünmüş. O zaman bir şey diyememiş fakat kiliseden ayrıldıktan sonra adamı yanına çağırmış:

«Hayrola?» demiş, «Sende bir değişiklikler var. Anlat bakalım!»

Adam;

“–Birkaç kuruşumuz vardı, onu koyup bir iş kurduk, onunla da az-çok kazandık. Artık durumumuz fena değil.” demiş.

Diğer adam bu cevabı duyunca hemen, davetkâr bir tarzda;

“–Öyle mi! Ben de tam bir ortak arıyordum, çok kârlı bir iş var.” demiş. Eski fakir, yeni zengin Agop teklifi kabul etmiş.

“–Ne alacağız?”

“–Soğan alacağız. Ne kadar paran var?”

“–Şu kadar…”

“–Onun kadar da ben koyayım. Soğan bu sene çok para getirecek, soğan ticareti yapalım.”

İki ortak soğanı almışlar, depolarına koymuşlar, soğanın fiyatı biraz artmış. Agop;

“–Satalım ağa!” dedikçe, diğeri;

“–Yok, yok! Daha artacak fiyatı…” demiş.

«Hele bekle, hele dur, az daha yükselsin» derken depodaki bütün soğanlar kokmuş, çürümüş. Öyle ki mahalleli kokudan şikâyet ettiği için üstüne para verip, attırmışlar. Birinin yarı birinin de tam parası gitmiş. İflâsla neticelenen ortaklık da sona ermiş tabiî ki.

Bizim zengin tüccar kiliseye gelince bakmış ki Agop eski yerinde, fakir-fukaraya ayrılan arkalarda oturuyor. Agop’un yanına yaklaşıp, bütün olan bitenin sırrını fısıldayıvermiş:

“–Başkasının yerine oturmak ne imiş, şimdi aklın başına geldi mi?”

Meğer kibirli adam, kendi zararına da olsa onu tekrar fakirleştirerek sözüm ona intikam almış!

Cenâb-ı Hakk’a binlerce şükürler olsun ki, en güzel ölçülere, merhamet ve takvâ temellerine dayanan hak dine bizleri eriştirdi. Fakat unutmamak gerek ki sadece Müslüman olmak yetmez. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Hutbesi’nde ne buyuruyor:

“Sizlerin küfre döneceğinden endişem yok, şeytan da sizi şirke döndürmekten ümidini kesti, fakat dünya malına dalıp birbirinizin boğazına sarılmanızdan korkarım.”

Hazret-i Peygamber’in bu endişesi bizim de içimizde olmalı. O zaman selâmet sahiline ulaşmak kolaylaşır.

Rabbimiz, gerçek üstünlük ölçüsü olan takvâdan, gerçek yükseklik olan tevâzudan nasibimizi artırsın. Kibirden, malına, ilmine, varlığına, sağlığına aldanıp da fânîliğini unutanlardan eylemesin.