Ölmeden Evvel GERÇEK DOSTU BULMAK

İbrahim Hakkı UZUN

ibrahimhakki@gmail.com

Gaflet terzisi, ömrün kıymetli kumaşını aralıksız bir sûrette ayların makası ile parça parça kesip bitirirken; insana gereken, ihsan edilmiş olan sayılı nefeslerini tüketmeden evvel kendisine «sâdık bir dost» bulabilmesidir. Belki de bu dostu bulabilmek umuduyla insan, küçük yaştan itibaren hep kendine bir dost edinme arayışı içinde olmuştur. Bu sebeple yaşı ve aklı kemale erme yolunda ilerledikçe, dost defterine daima yeni birisini kaydeder.

Ancak bu dostlukların kimi hakikîdir, kimi sahte…

Sâdık ve hakikî dostlar, dostunu en güzele götürürken; sahte ve sahtekâr dostlar, insanı sadece hak yoldan uzaklaştırır.

Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:

“İşte o zaman, birbirlerine dönerek (dünyadaki hâllerini) soracaklar. İçlerinden biri: «Benim, bir arkadaşım vardı» der. Derdi ki: Sen de (dirilmeye) inananlardan mısın? Biz ölüp kemik, sonra da toprak hâline geldiğimiz zaman (diriltilip) cezalandırılacak mıyız? (O zat, dünyada geçmiş olan hâdiseyi bu şekilde anlattıktan sonra Allah Teâlâ orada bulunanlara:) Siz işin gerçeğine vâkıf mısınız? dedi. İşte o zaman konuşan baktı, arkadaşını cehennemin ortasında gördü. «Yemin ederim ki, sen az daha beni de helâk edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, şimdi ben de (cehenneme) getirilenlerden olurdum» dedi.” (Sâffât, 50-57)

Sâdık dost, nebî ve velî kullar gibidir; sahtekâr dost ise şeytan gibi…

İnsanın bir ömür kurduğu bu dostlukların hakikati gün gelip ortaya çıkacaktır.

Ya bu dünyada, dostlukların mihenk taşı olan, vefayı imtihan eden sıkıntılı hâdiselerle sahte dostlukların foyası meydana çıkar yahut da öbür cihanda, o abus çehreli günde, insanoğlunun başına gelen o en zorlu hâdisede…

İşte bu sebeple Mevlânâ Hazretleri, dostun dostluğunun hasbî ve hakikî olmadığının bu dünyada ortaya çıkmasına üzülmemek gerektiğini, bilâkis kıyâmette çok ağır bir bedel ödetecek ve pek derin bir hüsrana götürecek bir sahteliğin bu dünyada ortaya çıkmasına sevinmenin daha doğru olduğunu şöyle ifade eder:

“Sevdiğin bir kimse şu dünya hayatında sana zıt düşer, senden yüz çevirir ve sana düşman olursa, kendine gel de; «İşte!» de, «Şimdiden günüm aydın oldu. Yarın olacak şey, bugünden oluverdi. Bu dünyadaki dostlar bana zıt düştüler, sırt çevirdiler, kıyâmette olacaklar şimdiden oldu.

Günümü onlarla geçirmeden, ömrümü onlarla bitirmeden, ne olacaksa oldu. İnsanların ne oldukları anlaşıldı. Eğer bu hâl olmasaydı, kusurlu kumaş satın almış olacaktım. Şükürler olsun ki, o kumaşın kusurlu olduğunu önceden anladım. Yani âhiret gelmeden kusurlu şeyleri fark ettim de, onlardan kaçındım.

Sermayem elimden çıkmadan işi anladım. Zaten sonunda o kumaşın ayıbı ve kusuru nasıl olsa meydana çıkacaktı. Mal da gidecekti. Ömür de gidecekti. Kusurlu bir kumaş uğrunda, malımı da verecektim, canımı da.»”

Hayat, sadece dünya hayatından ibaret değildir. Asıl ve sonsuz olan hayat Peygamber Efendimiz’in de buyurduğu gibi; âhiret hayatıdır!.. (Buhârî, Rikak, 1)

O hâlde insanın öyle bir dost edinmesi lâzım gelir ki âhiret hayatında da kişiyi yalnız bırakmasın. Cenâb-ı Hak, kıyâmet gününün şiddetini bildiren âyetlerde şöyle buyurur:

“Ama vakti gelip de o kulakları patlatan kıyâmet gürültüsü geldiği zaman, işte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlâtlarından bile kaçar.” (Abese, 33-36)

Kişi, en yakınım dediği insanlardan bile kaçacaksa, o hâlde gerçek dostları kim olacaktır? Âhiretin o dehşet dolu hengâmesinde birbirinden kaçmayarak dünyadaki dostluklarını âhirette de devam ettirecekler kimlerdir?

İşte bu hususta Kur’ân-ı Kerim bize şu cevabı vermektedir:

“O gün, Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar (bile) birbirlerine düşman kesilirler.” (Zuhruf, 67)

Demek ki sadece Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar orada da dostluklarını devam ettirecekler. Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Rızkı şundan, bundan değil, O’ndan ara. Zenginliği çalışarak, uğraşarak O’ndan iste. Defineden, maldan isteme. Yardımı da O’ndan dile; amcadan, dayıdan dileme. Sonunda bütün bunları bırakıp gideceksin. Kendine gel de bir düşün. O zaman kimi çağıracaksın? Kimden yardım isteyeceksin?

Şu anda O’nu çağır, O’ndan iste, geri kalanı bırak. Bırak da mânevî cihan mülküne vâris ol.”

Ne mutludur, o kimseye ki, fânî dost ve sevgililerin tuzağından kendini kurtarır da, daha bu dünyada iken, ebedî dost ve gerçek sevgili olan Allâh’ı bulur.