Gece Gerdanlık, Gündüz Mezarlık MARDİN’E GÖNÜL KÖPRÜSÜ

Mehmet Ali VAR

malivar5@hotmail.com

«Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır.» derler. Geçenlerde bir grup arkadaşla birlikte, Samsun’dan Karadeniz’in meşhur sahil yolunu izleyerek, Tirebolu’dan sonra Doğankent’e dönüp, tarihî İpek Yolu ile, Hurşit Çayı’nı ve yeşillikleri seyrederek, Gümüşhane, Erzurum, Bingöl, Diyarbakır üzerinden Mardin’e ulaştık. Doğudaki insanları yakından tanımak, onların hayat şartları, yöreleri, örf ve âdetleri hakkında bilgi sahibi olmak amacıyla yapılan bir geziydi.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinden olan Mardin, Dicle ile Fırat nehirleri arasında kalan yukarı Mezopotamya havzasında kurulmuş 12.760 kilometrekarelik il alanı ile günümüzdeki yerini korumaktadır. Mardin’in tanıtım kitaplarından; “Venedik ve Kudüs’le birlikte dünya üzerinde tamamı SİT alanı olan, yapı dokusu bozulmamış üç kentten biri olduğunu; tarihî İpek Yolu ve verimli Mezopotamya ovası üzerinde kurulduğunu (her ne kadar bugün susuzluk çekse de); tabiî açıkhava müzesi görünümüyle UNESCO «Dünya Miras Listesi»ne aday, telkâri gümüş işçiliğinde Türkiye’nin merkezi olduğunu…” öğreniyoruz. Kentin kuruluş tarihi, M. Ö. 4500-3500 yılarına kadar dayanmakta olup, tarihte birçok medeniyet bu şehirde hüküm sürmüş. 12. asır başlarında Selçuklu ve Artuklu hâkimiyeti ile yörede Türkler etkili olmuşlar. Yavuz Sultan Selim zamanında, 1517’de Mardin ve yöresi Osmanlı idaresi altına girmiş ve Osmanlı döneminde Diyarbakır’a bağlı bir sancak merkezi olmuş.

Mardin, yerleşim merkezi olarak bugün üç parça görünümünde. Eski Mardin, Yeni Şehir ve İstasyon Mahallesi. Tabiatıyla Mardin deyince akla Eski Mardin geliyor. Yüksekçe bir tepenin yamacına sırtını dayamış, kalenin altına uzanarak yerleşmiş bir şehir. Mardin’in iki caddesi bulunur. Bir ve ikinci cadde. İnsanın şehirde kaybolma riski yok. Yolunu kaybeden, caddelerden birine muhakkak çıkacaktır.

Mardin, güneydoğunun en sıcak illerinden biri… Yazın özellikle öğle saatlerinde sokağa çıkmak pek akıllıca değil. İnsanı da sıcak ve misafirperver… İklimi kurak olduğundan arazi pek verimli değil. Köylüler hayvancılık yapıyor, üzüm ve kavun yetiştiriyor.

Şehirde çarşıya doğru yürüdüğünüz zaman baharat kokuları; karabiber, reyhan, kırmızı pul biber, isot, karanfil, kahve, nane, kekik ve daha birçok kokunun karıştığı dükkânları; genellikle Hindistan tarafından getirilen ipekli şalları, kadife kumaşlar, parlak ve boncuklu rengârenk elbiselerin satıldığı bezzazları; fıstık, kavrulmuş badem çeşitleri ile dolu kuruyemişçileri görünce Anadolu’nun farklı bir yerinde olduğunuzu anlıyorsunuz.

Caddeler gürül gürül insan dolu. Yörede Arap, Kürt ve Süryani halk bulunuyor. Süryani vatandaşların varlığından dolayı oldukça fazla kilise ve manastır var. Bize gösterilen, tarihî açıdan önemli ve memleketin en güzel yerlerine kurulmuş bulunan, metropolitlik merkezi Deyru’z-Zafaran ve Deyru’l-Umur (Mor Gabriel) Manastırları görmeye değer yapılar. Hele Deyru’l-Umur Manastırının etrafına yapılan, Çin Seddi’ni andıran ve yapımı devam eden surları hayretle izlemek (!) mümkün.

Mardin’de oldukça çok cami ve medrese de mevcut. Camilerin en büyüğü, geniş, uzun ve üzerindeki motifler açısından ender bir yapısı olan minaresi ile Ulu Cami. Şehrin merkezindeki, Mardin’in en eski bu camisinin 11. asırda Selçuklular tarafından inşa edildiği, Artuklu döneminde bugünkü şeklini aldığı düşünülüyor. Minaresi, Artuklu hükümdarı Necmeddin İlgāzî zamanında inşa edilmiş. Devâsâ yapısıyla tarihin ihtişamını günümüze taşıyan caminin mihrap önü, altı ayak üzerine oturan tek kubbe ile örtülü. İbadet mekânı yatık dikdörtgen şeklinde geniş ve yüksek bir mekân… Yapıda düzgün kesme taş kullanılmış. Revaklı avlusu Anadolu’daki ilk devir cami örneklerinden olduğuna işaret. Önceleri revaklı avlunun iki ucunda iki minare varmış. Halk arasında minarelerden birinin Timur tarafından yıkıldığı anlatılmakta. Caminin kuzeydoğu köşesinde bulunan bu minare, kare kāide üzerinde olup, güney yüzündeki kitâbeli kısmı dışında kalan bölümleri sonraki dönemlere ait. En altta nesih yazılı bir kitâbe kuşağı, onun üzerinde damla motifleri ve tekrar ikinci bir kitâbe kuşağı var. Bundan sonraki bölümler silmelerle nişler hâline sokulmuş ve her nişin içerisi madalyonlar içerisinde yazı frizleri ile bezenmiş. Camide Hanefî ve Şafiî mezhebi mensupları düşünülmüş, geçmişte iki mezhebin imamlarının görev yaptığı anlaşılan iki mihrap bulunuyor. Kubbedeki petek şeklinde içinde dua yazılı olduğu söylenen bir figür ile 700 yıllık kündekârî ceviz mihrabı da zikretmek gerek.

Camide mihrabın sağ tarafına duvara, camekân içine monte edilmiş, Peygamberimiz’in Sakal-ı Şerîf’i mevcut. İçeri girdiğiniz anda Hazret-i Peygamber’in mânevî kokusunu hissediyorsunuz. Cemaatin Peygamberimiz’in huzuruna girercesine saygı ve sevgi içindeki ziyaretlerini gördükçe, insan duygulanıyor.

Şehrin önemli camilerinden biri de Abdüllatif (Latîfiye) Camiidir. Kitâbesinden öğrenildiğine göre Abdüllatif bin Abdullah tarafından 1371 yılında yaptırılmıştır. Tamamen kesme taştan yapılmış olan caminin içerisinde mihrap duvarındaki pencerelerin üzerinde dolaşan uzun bir vakfiye kitâbesi bulunmakta. Caminin bugünkü minarelerini Musul Valisi Gürcü Mehmed Paşa 1846 yılında yaptırmış.

Şeyh Çabuk Camii, Mardin merkezindeki birçok cami gibi enine gelişen dikdörtgen bir plân düzeni gösterir. 15. yüzyılda Akkoyunlular döneminde, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e elçilik yaptığı söylenen Şeyh Çabuk adına yaptırılmış. Kiliseden camiye çevrildiği de rivayetler arasında. Şeyh Çabuk’un kabri caminin içinde yer alıyor.

Sıtti Radviyye (Hatuniye) Medresesi Mardin’in önemli yapılarından biri. Gül Mahallesi’nde buluyor. Kutbeddin İlgāzî’nin annesi Sıtti Radviyye Hatun tarafından 1184-85’te yaptırılmış. İki eyvanlı ve revaklı, avlulu, iki katlı bir yapı. Medreseye bitişik aynı tarihli caminin içinde, Hazret-i Peygamber’e ait olduğu kabul edilen bir ayak izi bulunmakta. Medresenin güneyindeki hamam, günümüze değin birçok tamirattan geçmiş. Türbenin içinde mezarları, Kutbeddin İlgāzî ve annesi Sıtti Radviyye, Peygamberimiz’in ayak izinin bekçiliğini yaparken, bir yandan da kendilerini ziyaret edecek misafirleri beklemektedir.

Mardin’deki bir başka medrese binası Zinciriye Medresesi. İki avlulu ve iki katlı medresenin giriş kapısının taş işlemeleri ve dilimli kubbeleriyle ihtişamı görülmeye değer. İnsan, buradan Mardin’e bakarsa, şehir sanki ayaklarının altında. Medresede Sultan İsa Türbesi ve birçok eski kitâbe var. Yapı yüksekte kurulduğu için geçmişte rasathane olarak kullanılmış ve bir dönem de müze olarak görev yapmış. Medrese’de her şey simetrik ve çifttir. İki kubbe, iki mescid, revak ve pencereler karşılıklıdır. 1395’te Timur zamanında Ulu Cami’nin minarelerinden birisi yıkılınca, minareler arasında şu an bile halk arasında yaygın olan, «akrep ve yılanlar için dualı (tılsımlı) zincir» getirilip bu medresedeki kubbeler arasına asılmış. Bu zincir daha sonra kaybolmuş. Medresenin Zinciriye ismi buradan geliyormuş.

Bu medresede de bulunan ve yöredeki birçok cami ve medresede var olan, insanın doğuşunu, çocukluğunu, gençliğini, ihtiyarlık ve âhiret hayatını temsil eden su ve havuz sistemli eyvanları görmek, benim için bu gezinin en enteresan ve hayran kaldığım yönüydü.

Kâsımiye Medresesi, Mardin’in güneybatısındaki tepelerin altında yer alır. Medresenin yapımına Artuklu Döneminde başlanmış, Akkoyunlu Hükümdarı Cihangiroğlu Kasım Bey Döneminde 1457-1502 yıllarında tamamlanmış. Günümüze kadar mükemmel yapısıyla ayakta kalabilen iki katlı, tek avlulu, kubbeli medresenin inşasında düzgün kesme taş kullanılmış. Plân özellikleri, taş işçiliği ve süsleme motifleri bakımından ilgi çeken yapı, cami ve türbe ile birlikte külliye içerisinde yer almakta. Medresenin avlusunda, insan hayatını temsil eden eyvan içindeki su figürü burada da bulunmakta, ayrıca ilin en büyük havuzu burada yer alır. Bu medrese geçtiğimiz yıllarda, dinler arası diyalog toplantısına ev sahipliği yapmıştı.

Mardin’in içinde, gördüğümüz önemli yapılar arasında bugün otel olarak kullanılan, Artuklu Kervansarayı’nı, birtakım filmlerin çekildiği mekân olan Tarihî PTT binasını, süslü minaresi ile dikkat çeken Şehidiye Camii ve Melik Mahmud Paşa Camii’ni, Mardin Müzesini, tarihî binalarda eğitim-öğretim yapan Gazi Paşa İlköğretim Okulu ile Kız Meslek Lisesi binalarını da zikretmek gerek.

Bunun yanında Midyat’taki, muhteşem yapısı ile ziyaretçilerini bekleyen Devlet Konuk Evini ve gümüş işçiliğinin bin bir çeşidinin yapıldığı el emeği, göz nûruyla hayat bulan birbirinden değerli örnekleri uygun fiyatlara satın almak akıllıca bir iş. Mardin’in 30 kilometre güneydoğusunda bulunan, tarihte yukarı Mezopotamya’nın en önemli yerleşim yerlerinden birisi olan Dâra antik kentindeki yekpâre taştan oyularak yapılan su kemerlerini, yerin altında 45 metre derinlikte bulunan dev sütunlu zindanı ve Bizans döneminde kayalara oyulmak sûretiyle yapılan kilise ve mezarları da görmek mümkün.

 

Güneydoğu Anadolu bölgesinin, insanı ve iklimi sıcak; «gece gerdanlık, gündüz mezarlık» diye anılan bu kentini, imkânı olan herkese bir an önce ziyaret etmelerini, oradaki insanlarla gönül köprüsü kurarak ülkemizin birlik ve beraberliğine bir anlamda katkıda bulunmalarını tavsiye ederim.