Pişirende Maharet, PİŞENDE TESLİMİYET

Ali Rıza BUL

İnsanoğlu, imtihan için yaratıldı. Pişme ve olgunlaşma imtihanı.

Bu olgunlaşma imtihanının en zor geçidi ise nefis engelidir. Böylesine zor imtihanların güçlü rehberlerinin de olması gerekir. Bu rehberler, peygamberler ve onların vârisleridir. Ancak güçlü rehberler yok ise bu imtihanlar aşılamaz.

Şair M. Ali EŞMELİ, mahir olmayan rehberlerin âkıbetini şu şekilde ifade eder:

“Mahir olmayan bir yüzücü, denize düşen bir kimseyi kurtarmaya çalışsa, onu kurtaramadığı gibi boğulanın pençeleriyle kendisi de boğulur.”

Bunun için rehber öncelikle kendini tanımalı, imtihan çemberinden geçmiş, imtihan sırrını öğrenmiş olmalıdır.

İmtihan her zaman musibet ve zorluklar ihtiva eder. İmtihana tâbî olacak kişinin teslimiyet göstermesi, mahir rehberin elinde pişmeye sabır göstermesi elzemdir.

Bu hususta kendisi de mahir bir rehber olan Mevlânâ Hazretleri imtihan sırrını vurgulamak sadedinde bizlere asırlar öncesinden şöyle seslenir:

“Allâh’ın rahmeti, kahrını ve öfkesini aşmıştır. Bu yüzden de, birisini imtihan etmek için belâlara uğratması, merhametindendir. Çünkü O’nun kahrında gizli bir lütuf vardır… Zira Cenâb-ı Hak: «Elbette zorlukla birlikte bir kolaylık vardır, gerçekten zorluğun yanında bir kolaylık vardır.» buyurmuştur. Sen de zorlukları hoş gör ki, arkadan gelen ferahlığı elde edebilesin.”

Hazret-i Mevlânâ’nın dile getirdiği gibi, pişirici ateş kahır değil rahmettir. İmtihana tâbî olan kişi bunun idrakinde olmalıdır. Taptuk ocağında pişen Yûnus Emre de, bu imtihan sırrına teslimiyeti şöyle ifade eder:

Hoştur bana Sen’den gelen
Yâ gonca gül yahut diken
Yâ hil’at ü yahut kefen
Lutfun da hoş, kahrın da hoş!

Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat, gerek öldür,
Âşık Yunus Sana kuldur

Lutfun da hoş, kahrın da hoş!

Elbette bu teslimiyet noktasına gelmek için iyice pişmek, hattâ yanmak gereklidir. Aksi hâlde kalbe inmeyen bir iddiadan ibaret kalır.

Demek ki; nefs engelini bertaraf etmek için bir takım çilelere, sıkıntılara göğüs germek şart. Zorluklar; iyi temayülleri güçlendirip, kötü temayülleri izale etmek için var.

Bu sebeple pişirende aranan maharet kadar, pişende de teslimiyet bulunmalıdır. Bilenle bilmeyen, koşanla yürüyen bir olmadığı gibi teslim olanla teslim olmayan da bir değildir.

Musibet, zorluk ve teslimiyet merhalelerinde eğitilecek kişiye lâzım olan düstur, istekli olmak ve zorlukla değil, muhabbetle imtihan sırrının hakkını vermektir. Bu sebeple eskiler öğrenci değil, «talip, talebe» yani «istekli» kelimesini kullanırlardı.

Bu imtihan bir aşıldı mı uyuyan uyanır, uyanan kalkar ve yol alır. Aksi hâlde aşçı, Hazret-i İbrahim gibi mahir olsa bile, pişen Hazret-i İsmail -aleyhimesselâm- gibi teslim değilse netice zâyî olur.

Geçenlerde bir dostum: «Büyük balıklar nasıl avlanır?» diye sordu. Daha ben cevap vermeden anlatmaya başladı:

“Oltaya büyük balık takıldığı zaman telâşlı ve çabuk hareket etmeyeceksin. Balık, suyun içinde kurtulmak için çabalar, ileri-geri dolaşır. Bu esnada oltayı kontrollü bir şekilde serbest bırakacaksın. Nihayet balık yorulur. Yavaş yavaş oltanla balığı çekersin ve avını yakalamış olursun. Yoksa ânî bir hareketle balık kurtulabileceği gibi, oltan da zarar görebilir.”

Söyledikleri doğru… Büyük balık gibi, büyük zekâlar da eğitim tezgâhına, ocağa çekilinceye kadar itinalı bir muâmele gerektirirler.

Fakat ya bundan sonrası?..

Maalesef bugün eğitimde «talib»in gönüllülüğü, teslimiyeti bir tarafa atılmakta; ustalar, eğiticiler sürekli öğrencinin gönlünü etmeye, onun peşinde koşturmaya mecbur bırakılmaktadır.

Balığı avlarken uyulması gereken prensipleri, balığı temizleyip, pişirmek için ateşin üstünde tavaya koyduğunuzda da uygularsanız, avınız ve emeğiniz boşa gitti demektir.

Çünkü avlamak merhalesi bitmiş, artık balığın terbiyesine ve hazırlanmasına geçilmiştir.

Malzeme mutfağa girdikten sonra pişen için teslimiyet başladı demektir. Ustanın iradesine teslim olan balığın ayıklanması ustanın sorumluluğundadır. Aşçı bir an evvel bu işlemleri yapmazsa balığı ya bayatlatır veya kokutur! Eğitimci de yanlış bir şefkat ve merhamet içine girer, önüne kangren vaziyette gelmiş vakaya müdahale etmezse, olan; terbiye edilecek, arındırılacak insana olmuş olur.

Diğer canlılar balığı temizlemeden yerler. İnsan ise temizleyerek yer. Çünkü varlık sebebi terbiye edilmek, arınmak olan insan, gıdasında da fıtraten temizliği, arınmışlığı arar.

Balık için varlık sebebi, âmâde kılındığı insanoğluna temiz bir gıda olup gerçek canlara karışmak ve onlara hayat vesilesi olmaktır. İnsan için de aslolan imtihandır, imtihan ateşinde pişmek, pişerek arınmaktır. Ancak arınanlar kurtulur.

Eğitimci; eğitilenin menfî yönlerini izale etme, olgunlaşmasını sağlayacak yönlerini terbiye etme ve böylece kendisine ve topluma hayat verecek, can katacak bir nesil yetiştirme derdinde olacaktır.

Eğitilen, eğitilmeye «talip» olan da, kendisinin iyiliğini isteyen ustasına/hocasına teslimiyet içerisinde olmalıdır.

Neticede;

Eğitimcideki ideal; öğrenciyi isteklendirecek, öğrencideki sebatlı talep hocasını gayretlendirecek, ortaya var oluş sebebimiz olan imtihanımızda muvaffakiyet çıkacaktır.

Aksi hâlde ne mi olur?

Neştere izni yoksa hastanın, îcâbında,
Çok sürmez pişman olur mikrop denen mayında!
(Seyrî)