Kabir Ziyaretinde Ölçüler ve Dua ÖLÜLERE SAYGI VE VEFA

Prof. Dr. Ali AKYÜZ

“(Bu ümmetin) iyiler(i) peş peşe, birbiri ardınca geçip giderler. Geriye arpanın kepeği ya da hurmanın çekirdeği gibi ıskartaları kalır. Allah onlara hiçbir değer vermez.”1

“Hıristiyanların Meryem oğlu/İsa’yı abartılı bir şekilde haksızca yüceltip medh ü sena ettiği gibi siz de Ben’i abartıp yüceltmeyiniz. Şüphesiz Ben Allâh’ın bir kuluyum. Öyleyse siz de Bana: «Allâh’ın kulu ve O’nun Rasûlü» deyiniz!”2

“Ölülere sövmeyin/hakaret etmeyin! Onlar takdim ettikleri amellerine kavuştular zaten.”3

“Ölülere sövmeyin/hakaret etmeyin! Bu hareketiniz dirileri/canlıları üzer.”4

Kabirler, bu ilke ve prensipler ışığında ziyaret edilmeli, Hazret-i Peygamber’in öğütleri asla akıldan çıkarılmamalıdır.

Onlar bizim atamız ve büyüklerimizdir, onlara saygımızı, sevgimizi, vefamızı göstermeliyiz ki, çocuklarımıza bu güzel, kalıcı hayatî erdem ve faziletleri öğretelim, yaşayalım, yaşatalım, güzellikleri onlarla geleceğe taşıyalım…

Kalıcı olmanın, geçmişten geleceğe uzanan köprüyü inşa etmenin, sonsuza dek var olmanın altın anahtarı vefadır…

İçinde yaşadığımız zaman dilimi itibarıyla en yavan olduğumuz ve en çok eksikliğini hissettiğimiz insanî fazilet olan ve insan olma onuruna en çok yakışan vefa neredeyse toplumu sessizce terk edip gitti. Artık nadir bulunan bir kır çiçeği gibi tesadüflerin karşımıza çıkaracağı esrarlı bir güzelliğe ve bir peri kızı gibi, bir görünüp bir kaybolan güzele dönüştü. Bırakınız vefalı bir âdemoğlunu, eğer varsa türbesini bile ziyaret etmek ve başında türbedar olmayı bile fazilet sayabileceğimiz bir «zümrüd-i ankā» gibi görünmez oldu. Nerede o «sözünün eri olmak» nitelemeleriyle anılan erler, erenler… Sözü senet değerinde olan yiğitler… Erdiği nimetin değerini bilenler… Kadir-kıymet bilen mertler… Allâh’a verdiği sözü tutanlar… İnsanlara verdiği sözün sorumluluğunu taşıyan ve bunun bilincinde olanlar…

Gerçek vefa, Allâh’a verdiği faziletli olma sözünü hatırlayıp ne pahasına olursa olsun onu yerine getirmektir. Varlık âleminin anlamı da galiba bu olsa gerektir. Misyon da vizyon da aksiyon da bu iki hecenin muhtevasında mündemiçtir. Her şey bu sihirli kelimede saklı: Vefa… Dostlara vefa… Dostların dostlarına vefa… Düşmana vefa… İnsana vefa… İyimser bir bakışla iyilik gördüğün ve görmediğin herkese ve her şeye karşı vefa…

Hazret-i Peygamber’i, çok sevdiği eşi Hatice validemizin vefatından sonra da arkadaşlarının ziyaretine ve onlara hediyeler götürmeye sevk eden his ve heyecan, onun eşine ve onun arkadaşlarına olan vefası değil miydi? Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer’i zaman zaman Hazret-i Peygamber’in sütannesi ve diğer dostlarının ziyaretine sevk eden duygu, onların Hazret-i Peygamber’e olan sevgisi ve vefası değildi de neydi? Bu sebeple kendilerini Hazret-i Peygamber’e hep yakın hissettiler. Zaman, onların aralarına bir engel olarak giremedi. Hislerde ve düşüncede zamanı durdurdular. Mekânı dürdüler. Bu sebeple ıraklar yakın oldu. Hep beraber, her zamanki zindelikle yaşadılar.

Vefa duygusu, sorumluluk hissini büyütüp besleyen bir fazilettir. Sevdiklerinizi hatırlamak, onlara karşı sorumluluğunuzu hissetmek, onları özlemek, iyiliklerini istemek için yanlarında ve yakınlarında olmanız gerekmez. Vefalı olmanız yeter. Siz uzaklarda olsanız da vefa duygusunun yanınızda, yakınınızda olması yeter. O, uzakları yakın eder. Sizi iyiliklere, iyilikleri de size taşır.5

Onları hatırlamak, onların iyiliklerini hatırlamak ve müteşekkir olmak gerekir, zira Hazret-i Peygamber; “İnsanlara teşekkür etmeyen/edemeyen Allâh’ın nimetlerine şükretmez/şükredemez.”6 buyurmuştur. Onlar bize iyilikte bulunan, iyi ve güzel ecdadımızdır… Hâlen de bu iyiliklerini sürdürmektedirler. On binlerce insan iyilikleri yâd etmek, iyilikleri yüceltmek ve teşekkür etmek üzere hizmet ve erdem üreten âbide şahsiyetleri ziyaret etmek ve onlara vefalarını göstermek üzere bu güzel insanların etrafında toplanıyorsa onların yüzü suyu hürmetinedir. Ve onlar hâlen erdem üretmeye devam etmektedirler… Ayrıca çok ilginç bir örnek vermek isterim. Meselâ:

1071 yılı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya yayılan ilk Müslüman-Türk boylarından gelen ve evliyadan olduğu sanılan Ramazan Dede, Gerede’yi Rumlardan almak için savaşırken orada şehid olması sebebi ile mezarının bulunduğu bir tepeye Ramazan Dede adı verilmiştir.7

Ramazan Dede’nin evliyadan olup rızâ göstermeyeceğine inanılarak buradaki çamlar kesilmemiştir… İlginçtir.

Öldükten sonra bile bizim dünyamızı güzelleştirmemize katkıda bulunan bu şahsiyetlere teşekkür borcumuz olduğunu düşünmek vefa borcudur…

Dirilerin korumakta zorlandığı ormanı koruyan ve bize yararlı hizmetleri olan atamıza-dedemize saygısızlık züldür…

Onlara gösterdiğimiz bu hürmet ve saygıyı kıskanan diriler bazı hatalı davranışları örneklemek sûretiyle; gösterilen saygının yanlış olduğunu ifade etmek ve ecdadı kötülemek yerine, ölülerin dirilerden daha saygın olmasının anlamını düşünerek toplumun iyileşmesine katkıda bulunup, güven tazeleyip cemiyetin hizmetinde olduklarına insanları inandırmalıdırlar… Yoksa insanımızın ve dünya insanlığının ölülere saygısını abarttığını söylemek sûretiyle kendi saygınlıklarını sağlayamazlar…

Bu toplum, ecdadını, iyi ve güzel işleriyle yüzyıllar sonra hatırlıyorsa eminim aynı zaman diliminde yaşadıkları şahısların kendilerine yaptığı iyilikleri unutmayacak kadar vefalıdır… Yeter ki, içtenlikle görsünler…

KABİRLERİ ZİYARET
ÂDÂBI VE DUA

“Size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Muhammed’e/Bana annemin kabrini ziyaret izni verildi. Artık siz de ziyaret edebilirsiniz. Zira kabirleri ziyaret etmeniz size âhireti hatırlatır.”8

Hazret-i Peygamber vefat ettiği hastalığında şöyle buyurdular: “Allah, Yahudi ve Hıristiyanlara lânet etsin. Zira onlar peygamberlerinin kabirlerini namazgâh edindiler.”9 Hazret-i Âişe validemiz buyurdu ki: «Eğer böyle yapılacağından endişe edilmeseydi Hazret-i Peygamber’in de kabrini açıkta tutarlardı. Lâkin ben de namazgâh edinilmesinden korkarım.»

Hazret-i Peygamber, sürekli kabir ziyaretini âdet hâline getiren ve yanlış davranışta bulunanlara ve kabirleri mescide çevirenlere ve kabristanlarda kandiller yakanlara lânet etmiş, yani onları şiddetle kınamıştır.10

Kabir ziyaretlerinde İslâm âdâbına uymayan davranışlardan da Müslümanlar sakınmalıdır… Meselâ bazı kabir ve türbeler;

Daha çok öğrenciler tarafından sınıf geçmek isteğiyle ziyaret edilmektedirler. Ayrıca bazı türbeleri;

Hasta ve dertli olanlar şifa amacıyla ziyaret etmektedirler.

Bazılarını özellikle kısmet açmak isteyenler ziyaret etmektedirler.

Bazıları hastalık ve sıkıntıdan kurtulmak isteyenlerin ziyaret yeri olmuştur.

Bazılarını da sünnet olacaklar, evlenecekler ziyaret ederler…

Ecdadı tanıtmak, ecdada bağlılık, dede-torun ilişkisini güçlendirmek, tarih bilincini aşılamak, tarihiyle ve geçmişiyle gurur duymak, iyi örnekleri genç nesillere taşımak/tanıtmak, büyüklere saygı-küçüklere sevgi duygusunu yüceltmek ve vefayı onlara öğretmek gibi güzelliklerin yanında, hem onlara hem de kendimize dua etmek dışında;

Bu gibi yanlış beklentilerden uzak olup onlara vefa borcumuzu yerine getirip dua etmeliyiz. Allâh’ın onları da bizi de bağışlamasını dilemeliyiz.

Zira dua, eksik ve kusurlarımızı iç gözlemle görüp sonra da ne yapacağımızı tespit, ifade ve seslendirmemize imkân veren bir iç telkindir. Yüce Yaratıcı’nın huzurunda boynu bükük oturup, eksiklerini itiraf edip, telâfî yollarını dillendirmek, yenilenmek, arınmak ve bağışlanmak bakımından önemli, iyiye, güzele, faziletlere yönelme ve olgunlaşma yolunda güçlü bir motivasyon sağlamaktadır.

Dua, kaderi kurcalayan bir maymuncuk değil, hele hele onu değiştiren bir manivelâ hiç değildir.

Dua, dua edeni değiştirir.

Dua, kendi kusurlarını gören ve çözüm yollarını iki elini yücelere açarak haykıran ve yardım isteyeni değiştirir.

Dua eden, samimiyetle söylediği ölçüde değişendir.

Olgunlaşan, arınan, yücelendir…

Dua; “Kulluk ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?…” (Furkan, 77) âyetindeki ifadede tespit edildiği üzere bir değerlenmedir, kıymet kazanmadır…

Dua bir sesleniştir,

Dua bir serzeniştir.

Dua bir umuttur,

Dua bir kunuttur.

Dua bir duruştur,

Dua bir sunuştur.

Dua yücelere giden yoldur, yolluktur,

Dua Rahman’ın beklediği kuldur, kulluktur.

Dua diğergâm olma ninnisidir,

Dua hüzünlü gönüllerin iniltisidir.

Dua umut kapısının tınısıdır,

Dua yanan gönüllerin kokusudur.

Dua acıyla inleyen gönüllerin âhıdır,

Dua yanlışı derinden duyanların vâhıdır.

Dua en sevgiliye yolculuğun başıdır,

Dua kalbi kırık, bağrı yanıkların aşıdır.

Dua dertli gönüllerden dökülen bestedir,

Dua sözde değil, iniltiyle yükselen sestedir.

Dua gök kubbede bırakılan bir hoş sedadır,

Dua günahlara, kusurlara, yanlışlara vedadır.

Dua gönülde açılan yeni sayfa, bembeyaz kâğıttır,

Dua boşa geçen ömre, hatalara ağıttır.

Dua rûhun, zaman ve mekân ötesine mîracıdır,

Dua arınmış, muştulanmış, gülen yüzün tâcıdır.

Dua mütevazı, gizli, sessiz, nazik bir yakarıştır,

Dua yücelerden hata, kusur günahına bakıştır.

Dua Yaratan’la baş başa aczi itiraf, hasbıhâldir,

Dua samimiyet, içtenliktir, gerisi kîl u kāldir,

Dua ilk insandan, son insana sevgidir, selâmdır,

Dua lâl olmuş gönüllerden yükselen sessiz kelâmdır.

Dua emek veren kutlulara hürmettir, vefadır,

Dua zâlimlere, tutkulara, zillettir, cefadır.

Hulâsa dua mutluluk, saadet, huzur ve safadır,

Mîraca yükselen ruhtan, arda kalan mâsivâ, mâverâdır.11

Dualarımızın bu seviyelere, bu ufuklara ulaşması, Yüce Allah katında müstecap dualardan olması ümidiyle…

1 Buhârî, rikak, 9, megazî, 35,

2 Buhârî, enbiyâ, 48, Dârimî, rikak, 68, Ahmed bin Hanbel, I, 23, 24, 47, 55, 60

3 Buhârî, cenâiz, 97, rikak, 42, Tirmizî, birr, 51, Nesaî, cenâiz, 52

4 Tirmizî, birr, 51, Nesaî, kasame, 32, Ahmed bin Hanbel, I, 300, IV, 252

5 Prof. Dr. Ali AKYÜZ, Yaşayan Kur’ân Hazret-i Peygamber, s. 223-224

6 Ebû Dâvud, edeb, 11, Tirmizî, birr, 35, Ahmed bin Hanbel, II, 258, 295, 303, 388, 461, 492, III, 32, 74, IV, 278, 375, V, 211, 212

7 geredetso.tobb.org.tr; www.boluatalise.k12.tr

8 Müslim, cenâiz, 106, edahî, 37; Ebû Dâvud, cenâiz, 77, eşribe, 7; Tirmizî, cenâiz, 7; Nesaî, cenâiz, 100, dahaya, 39, eşribe, 40; İbn Mâce, cenâiz, 47; Ahmed bin Hanbel, I, 145, 452; III, 38, 63, 66, 237, 250; V, 350, 355-357, 359, 361.

9 Buhârî, salât, 48, cenâiz, 62, 96, enbiyâ, 50, megazî, 83, Müslim, mesâcid, 19, Ebû Dâvud, cenâiz, 72, Nesaî, mesacit, 13

10 Tirmizî, salât, 121, cenâiz, 61, Nesaî, cenâiz, 104, İbn Mâce, cenâiz, 49, Ahmed bin Hanbel, I, 229, 287, 337, II, 337, 356, III, 442-443.

11 Prof. Dr. Ali AKYÜZ, Yaşayan Kur’ân Hazret-i Peygamber, s. 98-99