Bulmak Aramayı Gerektirir; Ama Aramak Bulmayı Gerektirmez!

MEHMET NİŞANCI

Vahdetten kesretin zuhuru ile başladı vuslat yolculuğu. Bir köz vardı insanın içinde; sinsiden sinsiye tüten.

Kendinden parça vermemiş miydi insana Hak? İşte o parça, bütününe/aslına büyük bir kavuşma hevesindeydi.

Yandı kavruldu insandaki o emanet. Kimi zaman: “Ene’l-Hak” diye, kimi zaman “Ah mine’l-aşk” diye, kimi zaman da gözlerden süzülen hicran gözyaşlarıyla vurdu kendini dışa.

Bu firkat, içten gelen Allah nidâsı veya gönüllerden süzülen ciltlerce eser veya içinde sayısız kelimeyi barındıran bir suskunluk oldu.

Bunların hepsinin hedefi, tek Sevgili’ydi.

Evet, herkes arıyordu O’nu. Çünkü O insanın içinde bir dürtüydü.

Ne aradığını bilenler de vardı bilmeyenler de. (Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?) Bilmeyenlerin hatası O’nu beşerde aramalarıydı. Hâlbuki O beşerde aranmamalıydı.

Çünkü sonsuzluğu fânîlikte aramak akıl kârı değildi.

Demek ki sadece aramak yetmiyor. Aradığın yeri de bilmeli.

Velhâsıl;

Arayanlar bulamadı; çünkü onların aradıkları yer yanlıştı.

Bulanlar aradılar da buldular O’nu. Bulmalarının sebebi aradıkları yerin doğru olmasıydı.

Ah dostum, aradığın yer doğru ise muhakkak O’nu bulacaksın. Bulacaksın çünkü sen arıyorsun. Düşünmez misin yerin altındaki altını bulmak için onu araman gerekir! Eğer aradığın şey konusunda yanlış bir tercih yapmışsan sana yazık olacak. Aradığın hâlde bulamayacaksın.

Daha sonra dökülen nice göz sularının sana hiç bir faydası olmayacak.