YANGINDA ÖNCELİKLİ KURTARILACAK!

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

fatih_garcan-yuzakidergisi-ekim2015

Güç-belâ yetişmişti terminale. Varır varmaz hemen bankoya koştu.

–Tokat otobüsü kalktı mı acaba?

–Hayır, henüz terminalimize gelmedi.

–Öyle mi? Oh! Kaçırdım sandım. Ne zaman gelir peki?

–Bayram izni dolayısıyla yollarda ciddî bir yoğunluk yaşanıyor. Şu anki duruma göre iki buçuk saatlik bir rötar söz konusu.

–Hadi ya! Eh ne yapalım? Çaresiz bekleyeceğiz. Kolay gelsin.

–Teşekkürler.

Abdullah Bey; terin, suyun içerisinde kalmıştı. Terminal bir hayli dolu idi, oturacak yer bulamadı. «Belki mescid boştur, hem namaz vakti de yakın. Bir gidip baksam iyi olacak.» dedi. Mescid müsait sayılırdı, hemen abdestini alıp namaz vaktini beklemeye koyuldu. Bu arada oradaki kütüphaneden bir kitap alıp okumaya başladı. Mescidin kıble tarafında da biraz yaşlıca biri ile etrafındaki birkaç kişi arasında çok hoş bir sohbet devam ediyordu. Herhâlde onlar da rötar mağdurları idi. Biraz kulak kesildi. «Galiba bir hoca efendi ve talebeleri burada denk gelmiş olacaklar…» diye düşündü.

Hoca efendi, çok hoş hâtıralar anlatıp hisselerini de sonuna ekliyordu. Abdullah da o halkaya katılmak istedi; ama bir anda pat diye yakışık almaz diye düşündü. Hemen aklına bir fikir geldi. Terminalin büfesinden yeteri kadar çay alıp yanlarına geldi:

–Selâmün aleyküm. Hocam muhabbetinize kulak misafiri oldum. Çok hoşuma gitti. Kabul ederseniz bir çay ikram etmek ve bu güzel halkaya dâhil olmak isterim.

–Tabiî ki efendim buyurun. Ne demek, lâfı mı olur?

–Teşekkür ederim hacı ağabey, buyurun afiyet olsun.

–Estağfirullah efendim, biz teşekkür ederiz. Evet, ağabeyler nerede kalmıştık?

–Uykudan bahsediyordunuz, hocam.

–Evet, uyku vücuda çok faydalıdır. İnsanın vücut direncinin yerinde olması, sıhhati ve hizmet enerjisi açısından birçok faydası vardır. İnsan en az şu kadar uyumalıdır… Uyku şöyle faydalıdır, uyku böyle faydalıdır…

Abdullâh’ın yüzü değişti. Kendi kendine;

«Ben de bir şey sanmıştım. Adam aşağı uyku, yukarı uyku diyor. Devir, uyunacak devir mi? Hazır eli yüzü düzgün delikanlıları bulmuşsun, uykudan mı bahsedilir?» diye düşündü.

Abdullah niyeti değiştirdi, bir vesile kalkmayı plânladı. Eline cep telefonunu alıp meşgul olmayı sonra da müsaade almayı düşünüyordu ki hoca efendi lâfı gediğine koydu:

“Ammaaa! Ev yanarken uyunmaz kuzum!!! Bugün yurdumuzun dört bir yanı, yangın yeri evlâtlar. Gençlik elden gidiyor! Genç dimağlar alev alev yanıyor…”

Hoca, sözü can alıcı bir noktaya bağlamıştı. Ezan vakti de gelmişti. O hoca önde, diğerleri arkada huzur dolu bir yatsı namazı kılındı. Namazdan sonra geciken otobüsler bir bir terminale gelmeye başladı ve grup birer ikişer dağıldı. Kendi otobüsü geldiğinde o da otobüse binip memlekete hareket etti.

Bayramın birinci günü hem kendi kurbanı hem de babasının ve kardeşlerinin kurbanı derken akşam olmuştu. İkinci gününü ise akraba ziyaretlerine ayırmıştı.

Akraba ziyaretlerinden birinde idi. Hâl-hatır sorma fasılları devam ederken bu sene üniversiteyi kazanan yeğenine sıra gelmişti. Yeğeninin elindeki telefonu bıraktığı bir ânı kollayıp sordu:

–Eee sen nasılsın bakalım aslan parçası? Hayırlı olsun bakalım yeni okulun.

–Sağ ol Abdullah amca. Ne olsun işte öğrencilik hayatı bildiğin gibi… Siz nasılsınız? Sizin nasıl gidiyor?

Bu sırada yeğenine bir mesaj veya bir paylaşım geldi, heyecanla eline aldığı telefona öyle bir daldı ki içinde bulunduğu sohbetten de ortamdan da bir anda koptu. Abdullâh’ın cevabı umurunda bile değildi.

Abdullah da tam cevap vermek için nefesini toparladığı sırada yeğeninin bu hareketi dikkatinden kaçmadı ve konuşmaktan vazgeçti. Bu arada onun suskunluğu bir anda odadaki herkes tarafından fark edildi. Abdullah; gözlerini yeğeninden ayırmıyordu, çünkü yeğeni farkında olmadan bir bir çamları deviriyor, üzerlerine basarak ilerliyordu. Gözü, elindeki telefonda; sürekli bir baş onayı ile; «Hı hıı, evet, hı hıı…» diyordu. Hâlbuki Abdullah tek kelime bile etmemişti. Yeğeni, o hâlini bir müddet devam ettirdi. Belki dakikalar sonra durumu fark ettiyse de toparlamak adına yaptığı, işi iyice berbat etmişti:

–Evet Abdullah amca aynen dediğiniz gibi, İstanbul işte! Ne yaparsınız? Büyükşehir yutuyor adamı! Ama ben öyle olmayacağım inşâallah!

–Evet evlât, ben de zaten öyle söylemiştim. Eh tekrar hayırlı olsun bakalım, ne diyelim?

Abdullah ev sahibinden müsaade alarak ayrıldı; ama yüreği yanıyordu. Çok sevdiği yeğeninin bu hâli, onu çok yaralamıştı. Terminaldeki hocanın söyledikleri âdeta yankılanıyordu kulaklarında:

“Ev yanarken uyunmaz kuzum!”

Yeğenine birkaç kelime nasihat etme fikri aklına gelmedi değildi; ama o nasihati anlayacak bir muhatap bulabilme endişesi, vazgeçirdi onu. Keyfi iyice kaçmıştı. Hanımına döndü:

–Siz diğer akrabalara gidin, benden de selâm söyleyin.

–Sen gelmiyor musun bey?

–Ben daha sonra uğrarım, kusura bakmasınlar!

Abdullah, çocukluğunun geçtiği yayla tarafına doğru yolu adımlamaya başladı. Köye nâzır Tekçam denilen yerden köyü seyredip hayaller kurmak, çocukluğunun en büyük zevklerinden biriydi. Şimdi yine oraya vardı; ama bu sefer çok kırgındı. Hangi akrabasını ziyarete gittiyse karşılaştığı manzara hep aynı idi. Büyükler hâl hatır yâdında, gençler internet sokaklarında. Artık teknolojiye ulaşmak ne kadar kolay olmuştu ki her çocuğun elinde bir telefon ve her biri bu müstesnâ bayram ziyaretlerinde hayata dair çevrim dışı pozisyonda idi.

Tekçam’ın dibindeki o çocukluk hayalleri, artık hüzünlü hâtıralara mı bırakıyordu yerini?

Belki bir yarım saat kadar sonra bir çift el omuzlarını kavradı:

–Babam, sizi burada bulabileceğimi söyledi.

Abdullah arkasını döndüğünde gelenin yeğeni olduğunu gördü:

–Ooo! Gel bakalım aslan parçası. Hayırdır senin ne işin var burada?

–Ben size kocaman bir özür borçluyum. Kusura bakmayın o kadar dalmıştım ki, yaptığım hatayı annem anlatınca öğrendim, çok özür dilerim. Babam tek kelime etmedi bile. Sizi burada bulabileceğimi söyleyip beni gönderdi.

–Estağfirullah evlât! Niye zahmet ettin?

–Aslında ben öyle biri değilim; ama bu esen rüzgârlar galiba fena çarptı beni. Telefon bağımlısı gibi oldum. Size karşı çok mahcubum, kendimi nasıl affettiririm bilmiyorum; ama ben size hayranım aslında. Tırnaklarınızla kazıyarak elde etmişsiniz her şeyi, bu yönünüze çok saygı duyuyorum. Eğer siz de uygun görürseniz ben İstanbul’da sizin çevrenizde olmak istiyorum. Böylece oralarda bir sahip çıkanım olmuş olur. Yoksa o alışılmış ortamların müdâvimlerinden bir farkım kalmayacak! Bir de üniversite ortamı… Dik durmayı beceremezsem işte o zaman bittiğim gündür.

–Estağfirullah. En ufak bir faydam olursa ne mutlu? Aslında bu işin bence en hassas noktası, Allâh’ın ipine sımsıkı sarılmak… Değilse allâme-i cihân olsan boş. Eğer o kapıdan çıkışın, girdiğin zamanki hâlini aratırsa işte o zaman vay hâline! Sen yeter ki O’nun ipine sarılmayı bil! Bu garip amcanı koruyan yegâne gerçek, sadece bundan ibaret! İnşâallah beni, her ihtiyacın olduğunda yanında bulacaksın…

–Allah râzı olsun Abdullah amca! Bana vakit ayırdınız. Lütfen bir hatama şahit olursanız düzeltin. Çünkü bu erdemi herkes gösteremiyor, belki kötü olmaktan korkuyorlar. Bir hatayı düzeltmeye cesaret dahî edemiyorlar. «Ne uğraşacağım be!» deyip geçiyorlar. İnanır mısınız herkesin beni pohpohlamasından ben de kendimi bir şey zanneder olmuştum. Sükûtunuz bile bana ders oldu… Çok teşekkür ederim.

–Bu gerçeği fark etmene ben de çok sevindim. Çünkü şu acı gerçeği maalesef bilmiyoruz:

Biri hatamızı düzeltiyor ve bize gerçeği gösteriyorsa bunun tek açıklaması, o kişinin bize verdiği değerdir!..