TEVÂZU ve KİBİR

YAZAR : Sami GÖKSÜN

s_goksun-119

Dînimiz İslâm’ın gayesi; insanları kendi aralarında kaynaştırmak, emniyet ve huzur içerisinde hem bu dünyada, hem de öbür âlemde mutlu olmalarını temin etmektir.

Bu huzur için dînimiz, güzel ahlâk esaslarını vaz etmiştir. İnsanın gerek Rabbiyle, gerek diğer insanlarla münasebetinde mütevâzı olması, huzurun birinci şartıdır. Bunun tersi olan kibir, yani büyüklenme ise, huzursuzluğun en büyük âmilidir.

Tevâzu: İnsanları kim olursa olsunlar; (Yaratılanı Yaradan’dan ötürü) sevmek, onları hor-hakir görmemek, onlara karşı üstünlük taslamayıp, herkesle görüşüp konuşmaktır. Tersi ise kibirdir.

Tevâzu; sahibini yükseltir, olgunlaştırır, kemal noktalara ulaştırır. Kibir ise sahibini aşağıların aşağısına indirir. Bu konuda sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Kim Allâh Teâlâ’nın rızâsı için (Allâh’ın kullarına karşı) bir derece tevâzu gösterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yükseltir…” (İbn-i Mâce, Zühd, 16)

İnsan mütevâzı olursa diğer insanlar ona karşı sevgi beslerler, saygı gösterirler. İşte onun içindir ki güzel ahlâk sahibi ve fazîletli olanlar çok sevilir ve sayılırlar. Bunun zıddı kibirliler ise sevilmezler ve saygı duyulmazlar.

Tevâzu sahibi insan, Cenâb-ı Hakk’ın azametini düşünerek kendini hiç görür. Büyüklüğün yalnız Allâh’a ait olduğunun şuuru içinde olur. Hangi durumda bulunursa bulunsun kibirlenmeyi gerektirecek bir hâlin olmadığının farkında olarak ömrünü sürdürür.

Tevâzu güzel bir haslettir. Bu vasıftaki insanların çoğalması hâlinde, toplumda sevgi ve saygı artar ve muhabbet coşar. O zaman düşmanlıklar kalmaz, çekişmeler azalır, nefret kendine yer bulamaz olur.

Tevâzu sahibi olanlar, amel-i sâlihlerden ayrılmazlar ve her an yüce Mevlâ’ya yakınlaşma arzusunda olurlar ve bu hâlleri de onlara mânevî makamlar kazandırır.

Gelmiş geçmiş tüm insanların en mütevâzısı hiç şüphesiz Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. O, makamının yüceliğine rağmen daima mütevâzı davranırdı. Fakir, yoksul, köle demeden her mü’min ile hususî olarak ilgilenirdi. O, sultan peygamber değil, kul peygamber olmayı seçmişti. Şöyle buyururdu:

“Vakarını koruyan ve mütevâzı olan, zillete düşmeksizin alçak gönüllü olan, meşrû yollardan topladığı malı meşrû yolda infak eden, düşkünlere merhamet gösteren, fakih ve hakîmlerle düşüp kalkana, müjdeler olsun. Kazancı helâl, içi dışı temiz olan ve şerrini insanlardan uzaklaştıran, kimseye müjdeler olsun. Ne mutlu o kimseye ki ilmi ile amel etmiş, malının fazlasını Allah yolunda infak etmiş ve sözünün fazlasını tutmuştur.” (et-Tergîb ve’t-Terhîb, s. 558 )

Bu konuda Cenâb-ı Hak da bir âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor:

“Rahmân’ın has kulları yeryüzünde mütevâzı yürürler. Bilgisizler (cahiller) kendilerine takıldıkları zaman onlara (incitmeksizin) «Selam!» derler (geçerler).” (el-Furkān, 63)

Mütevâzı bir hayatın içinde olan ve güzel ahlâkın mânevî kıvamları ile gönül insanı olmayı başarmış kıymetli insanlar da, Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görür; mütevâzı yüreğinin uzanabildiği her yerde kendini vazifeli sayar. Muhtaçların imdadına koşar, onlara şefkat ve merhamet gösterir. İnsanların günahlarından dolayı onlara sırt dönmek yerine, onun içindeki cevheri bulmaya çalışıp onu ebedî bir hayatın cennet namzedi yapabilmenin gayretinde olur. Şu misal, bu hakikati ne güzel izah eder:

Mevlânâ Hazretleri’nin dergâhında bir sohbet esnasında, sarhoş biri gelir. Orada bulunanlar o sarhoşu apar topar dışarı çıkarmak isterler. Mevlânâ Hazretleri gelen o sarhoşun bir şeyler öğrenmek için gelmiş olabileceğini düşünerek onu inciten insanlara dönerek;

“Şarabı içen o, sarhoş olan sizsiniz!” der.

Şimdi bir miktar da olsa mütevâzı olmanın zıddı kibirden bahsedelim.

Kibir bir nevi kalbî hastalıktır ve kalp âfetlerindendir. Kibirlileri Allah -celle celâlühû- hiç sevmez ve Kur’ân-ı Kerim’de de birçok yerde değişik şekiller de ikaz eder.

Lokman Sûresi’nin 18. âyet-i celîlesinde Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde kibirli bir şekilde (böbürlenerek) yürüme; Allah -celle celâlühû-, kendini beğenip övünen kimseyi şüphesiz ki sevmez.”

Kibir; kabalığın, hamlığın, hayalciliğin ve merhametsizliğin bir tezâhürüdür. Bu sebeple Allah -celle celâlühû- Kur’ân’da kibri, kendini beğenmişliği, böbürlenmeyi ve kendini üstün görmeyi yermiştir.

Yine Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de; kendilerini büyük görmeleri sebebi ile söz dinlemeyen, insanlardan yüz çeviren, geçmiş ümmetlerin acınası durumlarını ve bu hâlleri sebebi ile başlarına gelen felâketleri veciz bir ifade ile anlatmış, büyüklük taslamalarını ve kibirlenmelerini azaba uğramalarının, cehennemlik olmalarının sebebi olarak göstermiş ve şöyle buyurmuştur:

“Allâh’a karşı yalan uyduranların, kıyâmet günü yüzlerinin simsiyah olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir?” (ez-Zümer, 60)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” (Müslim, Îmân, 147)

Hasan-ı Basrî kibirli kibirli yürüyen bir emîre bakar ve şöyle söyler:

“Öf, yazıklar olsun, burnunu havaya dikip böbürlenerek sağına, soluna bakana. Ey ahmak! Sağına, soluna ve omuzu başlarına bakarak böyle sallana sallana böbürlene böbürlene yürümekle neyini beğeniyorsun? Şükrü ödenmedik nimetleri mi, yoksa Allâh’ın müsaadesi olmaksızın kazanıp da Allah hakkı ödenmeyen serveti mi beğeniyorsun?”

Emîr bu sözleri duyunca müteessir olur ve hemen gelerek Hasan-ı Basrî’den özür diler. Hasan-ı Basrî Hazretleri ise şöyle mukabelede bulunur:

“Benden değil, Allah Teâlâ’dan özür dile ve O’na tevbe et. O’nun şöyle buyurduğunu duymadın mı?

«Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.» (el-İsrâ, 37)”

İnsanlara karşı böbürlenmek, Allâh’a karşı böbürlenmek demektir. Bu durumun ilk misalini şeytan -aleyhillâne-’de görmekteyiz. Çünkü şeytan Hazret-i Âdem’e secde etmedi, kibirlenerek Allâh’ın emrine karşı geldi. Bu husustaki âyet-i celîleye bir bakalım:

“Meleklere; «Âdem’e secde edin.» demiştik. İblis müstesnâ hepsi secde ettiler. O (şeytan) ise secde etmekten kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.” (el-Bakara, 34)

İşte şeytan;

“Ben ondan hayırlıyım.” demekle Âdem -aleyhisselâm-’a karşı kibirlendi. Ona secde etmemekle Allâh’ın emrine karşı kibirlenerek isyan etti ve ebedî olarak Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırıldı, helâk olup gitti. Kibirlenenlerin sonu hep şeytanınki gibi olacaktır.

Gelin kıymetli kardeşlerim, mütevâzı olalım ve böylece Allâh’ın rızâsını Peygamberimiz’in şefaatini kazanmaya gayret edelim.

Rabbim cümlemizi her türlü kalp âfâtından muhafaza eylesin. Güzel hâllerle hâllendirsin. Âmîn…