Şanlı Mâzimizden Seçme Nükteler DAYAK DEĞİL BİR SÖZ BAYILTTI

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

m_hidir_1-yuzakidergisi-eylul2016

 

DAYAK DEĞİL BİR SÖZ BAYILTTI

İlk devir sûfîlerinden Bişr-i Hafî -kuddise sirruhû-, 769’da Merv’de doğdu. Merv’in ileri gelen ailelerinden birine mensuptur. İlk dînî bilgilerini aldıktan sonra, hadis ilmine yöneldi ve bu alanda devrin sayılı muhaddislerinden biri oldu. Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh- kendisinden hadis rivâyet etmiştir. Hafî Hazretleri, daha sonra nefsini terbiye etmek arzusuyla tasavvufa yöneldi ve Fudayl bin İyâz, Seriyyü’s-Sakatî ile görüştü.

Bir gün onu soğuktan titrerken gören dostları bunun sebebini sorduklarında şu karşılığı almışlardı:

“Fakir ve düşkünleri hatırladım; onlara yardım edecek kadar zengin olmadığımdan, onların acılarını hiç olmazsa bu şekilde paylaşmak istedim.”

Bişr Hazretleri, 832’de Bağdat’ta vefat etti.

***

Bişr-i Hafî anlatır:

“Bir gün Bağdat’ta bir adam gördüm. Yüzlerce kırbaç yediği hâlde hiç sesini çıkarmıyordu. Kendisine niçin dövüldüğünü sordum. Bir kadına âşık olduğu için dövüldüğünü söyledi.

“–Bu kadar dayak yediğin hâlde neden sesini çıkarmadın?” diye sordum.

“–Sevdiğim kadın bana bakıyordu.” dedi. Bunun üzerine kendisine;

“–Ya Allah Teâlâ’nın sana devamlı baktığını ve seni gördüğünü idrak etseydin hâlin nice olurdu?” dediğimde feryat edip baygın düştü.

m_hidir_2-yuzakidergisi-eylul2016

 

İKRAMA MUKABİL…

Dokuzuncu Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Han, 10 Ekim 1470’te Amasya’da doğdu. Kur’ân-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh derslerinin yanında yüksek fen ilimlerini de öğrenerek iki kanatlı eğitim aldı. On yaşlarında iken, dedesi Fatih Sultan Mehmed tarafından, kardeşleri; Ahmed, Korkut, Mahmud, Âlemşah ve amcası Cem’in oğlu Oğuz Han ile birlikte İstanbul’a çağrıldı.

Babası Sultan II. Bâyezid, Şehzade Selim’i idareciliği öğrenmesi için Trabzon’a vali tayin etti. Burada otuz yıl valilik yaptı. Tahta geçtikten sonra şarkta İslâm birliğini sağladı. Hilâfet, o yüce sultan zamanında Osmanlı’ya geçti ve «Mukaddes Emânetler» İstanbul’a getirildi.

21 Eylül 1520’de sırtında çıkan çıban sebebiyle henüz elli yaşındayken vefat etti. Kabri, Fatih’te Sultan Selim Camii avlusundaki türbededir.

***

İran şahı, Yavuz Sultan Selim’e kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderir. Sandık açılır; içinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar. Fakat bu sırada sandıktan pis bir koku da yayılır. Kokunun sebebi en alttaki bohçanın içindeki insan pisliğidir. Bu, ağır bir hakarettir.

Bunu gören padişah, herkese emir vererek buna ince bir cevapla karşılık verilmesini ister. Bir müddet sonra cevabı yine cihan padişahı bulur.

Aynı şekilde değerli taşlarla, mücevherlerle dolu bir sandık hazırlanır. En altına o zamanın en nâdîde gül lokumlarından bir kutu konur. Yanına da küçük bir pusulada bir not yazar.

İran şahı sandığı açar, açtıkça güzel bir koku etrafa yayılır. En altında da bir kutu lokum göze çarpar. Osmanlı elçisi lokumlardan ikram ederken Şah da pusulayı okur:

“Herkes yediğinden ikram eder.”

m_hidir_4-yuzakidergisi-eylul2016

 

ARÛZU SEVDİRDİ

Tabip, bestekâr, mûsıkîşinas Ali Kemal BELVİRANLI, 1923 yılında Konya’da doğdu. 11 yaşında hıfzını ikmal etti. İslâmî ilimlerin yanında Arapça ve Farsça okudu. 1933’te Kapı Camii’nde Ali Ulvi KURUCU ve Nuri PİŞKİN ile birlikte mukabele ve na‘t okudu. 1944’te Konya Lisesini, 1949’da da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi.

Öğrencilik yıllarından itibaren; Osmanlı’nın yetiştirdiği çok değerli âlim, kurrâ, mûsıkîşinas ve mütefekkir zâtlar ile temasları ve dostlukları oldu. M. Sâmi RAMAZANOĞLU Hazretleri, Hâfız Ali ÜSKÜDARLI, Saadettin KAYNAK, Varnalı Hamdi Efendi, Abdurrahman GÜRSES Hocaefendi bunlardan birkaçıdır.

Belviranlı; mûsıkî, edebiyat, hat, kıraat alanlarında kendisini geliştirdi. «Derdmendim Yâ Rasûlâllah Devâ Ol Derdime», «Allâh’a Dayan Sa‘ye Sarıl», «Bambaşka Ufuklar Açıyor Ruhlara Kur’ân», «Tecellîlerle Mest Olmuş Seher Vaktinde Ârifler», «Rûhum Sana Âşık, Sana Hayran Efendim» ilâhîleri, besteleri arasındadır.

Mehmed Âkif’in yazdığı;

Allâh’a dayan, sa‘ye sarıl, hikmete râm ol;
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

mısralarına eklediği;

Allâh’a dayan, gāyene tevfîkini versin;
Kur’ân’a sarılmazsan eğer, ye’se düşersin.

beyti mânidardır.

14 Eylül 2003’te vefat eden Belviranlı’nın kabri Hacıfettah Mezarlığı’ndadır.

***

Ömer KİRAZOĞLU anlatır:

“İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesindeki odasında Prof. Dr. Ali Nihad TARLAN Hocayı ziyarete gitmiştim. Baktım, masanın üzerinde (Ali Ulvi KURUCU’nun) şiir kitabı «Gümüş Tül ve Alevler»le Ali Kemal’in «Aruz ve Âhenk» kitabını gördüm. Ali Nihad Hocaya kitapları işaret edince şöyle dedi:

“Bu doktor çok zeki, çok müstesnâ bir çocuk… Yahu bana yeniden aruzu öğretiyor. Aruzun sırlarını keşfediyor, iyiliklerini anlatıyor. Bana bu kitap kendisini okutturdu. Kâinattaki âhenkten bahsediyor. Osmanlı’nın aruzu niçin aldığının, sevdiğinin felsefesini yapıyor. İftihar ettim; memnuniyetle okudum…” (Üstad Ali Ulvi KURUCU, Hâtıralar 4, s. 39)

m_hidir_3-yuzakidergisi-eylul2016

 

ZIR CAHİL

Dîvan şairi Mehmed Hayret Efendi’nin asıl adı Mehmed Bahâeddin Hayret’tir. 1848’de Adana’da doğan şair, devrin âlimlerinden ders aldı. Daha sonra tahsil için İstanbul’a geldi. Dârü’l-muallimîn’den diploma alarak öğretmen olan Hayret Efendi, sonraki yıllarda bir süre Dârü’l-Fünûn’da ders verdi.

Şair, 1909’da yayımlanan bir makalesi yüzünden Rodos’a sürgün edildi. Bir yıl sonra affedilerek İstanbul’a döndü.

Hayret Efendi, 1913’te İstanbul’da vefat etti. Kabri, Merkez Efendi Mezarlığı’ndadır.

***

Bir Ramazan günü Tevfik Fikret, Mehmed Rauf, İsmail Safa, Hüseyin Cahid; Tahir Bey’in Nûruosmaniye’deki evinde buluşurlar. Beş edebiyatçı gündelik meselelerden konuşmaya başlarlar. Hüseyin Cahid o günlerde Arapçanın Türk kültürüne hiçbir faydası olmadığını yazan bir makale yayımlamıştır. O sırada Mehmed Hayret Efendi gelir. Ne var ki genç edebiyatçılardan hiç hazzetmemekte, çoğunu da tanımamaktadır. Mecliste İsmail Safa ortalığı biraz kızıştırmak için Hayret Efendi’ye;

“–Efendi Hazretleri! Sahi şu Hüseyin Cahid’in son yazdığı makale hakkında ne dersiniz?” der. İsmail Safa daha sözünü bitirmeden Hayret Efendi atılır:

“–Bırak şu katırı canım. Hüseyin Cahid dediğiniz adam sadece bir cahil değil, bir cehâlet küpüdür. Bence cahillik üç çeşittir:

Basit cahillik, mürekkep cahillik ve küp cahillik… Basit cahillik, bilmemek. Mürekkep cahillik, hem bilmemek hem de bilmediğini bilmemek. Küp cahillik ise bir şey bilmez, bilmediğini bilmez ve; «Kimse bilmiyor ben biliyorum.» diye iddia eder.” Bir müddet daha esip gürleyen Hayret Efendi kendisini dikkatle dinleyen gence yönelerek;

“–Efendi oğlum. Sizi pek beğendim, efendi uslusunuz. İsminiz neydi?” diye Hüseyin Cahid’e sorar. Genç yazar altında kaldığı ağır sözlerin etkisinde usulca;

“–Hüseyin Cahid…” diyebilir.