RÛHU YOK MU?

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

e_notlari-yuzakidergisi-agustos2015

İnsan için hayatta en yönlendirici olarak; ihtiyaçlar, sebepler, mazeretler ve bahaneler daima başrolde. Bir meselede ihtiyacı, sebebi, mazereti veya bahanesi olan için başka bir hakikat gerekmiyor âdeta. Fakat bu hususların kaynağı iki merkezli.

Biri nefs, diğeri ruh.

Zamânede ruh; ne yazık ki nefsin içinde hapsedilmiş olduğundan, ihtiyaçlar, sebepler, mazeretler ve bahaneler sadece nefsâniyet ekseninde insana hükmetmeye başladı. Maalesef eğitim dünyasında da;

Fikirler ve hükümler buna göre çarpışma hâlinde ve zikzak bir vaziyette:

–Dün çok güzel ve hayırlı bir noktası vardı eğitimin.

–Öyle ama bugünkü virgüllerle hayli zenginlikler oluştu.

–Asla, gitgide istikametler, kör virajlara saplandı. Hüsran çokluğu zenginlik ve maharet değil.

–Değil belki, fakat bu hâle haklı sebepler de var.

–Sebepler, bahaneler, mazeretler biter mi hiç?

–Başka açıdan bak; değişkenlikler de güzel sayılmaz mı?

–Yahu yüce ahlâkı bozmak, doğru bir huyu eğriltmek, ulvî yaşayışı dağıtmak, nasıl bir güzellik?

–Biraz bozar, ama kendine göre bir düzgünlüğü var.

–Bozucu fakat düzeltici bir formül, çok tuhaf!

–Be adam, anlasana! İhtiyaçlar değişti, hepsi mecburiyet.

–Daha neler; yanlışa, günaha, hataya da mı mecburiyet?

–Bu zamanda ne yazık ki?

–?..

Duygular da buna göre inişli-çıkışlı:

–Karışmaya kimsenin hakkı yok.

–Karışmak değil de, yol göstermek lâzım değil mi?

–O zaman psikolojim göz önünde bulundurulsun.

–Elbette, ancak senin de gerçekleri göz önünde bulundurman gerekmez mi?

–Şu anki tek gerçeğim, ne yapacağımın belli olmayışı. Dağınığım. Benden bir şey beklemeyin. Yoksa?

–Yani?

–Vazgeçin telkinlerinizden. Benim kendi aklım, kendi duygum, kendi yaşayışım mühim. Yoksa karışmam, kötü şeyler yaparım.

–Sakın!

–O zaman, biraz anlayış!

–?..

Akıllar ve yürekler de buna göre hop hop bir hâlde:

–Aman efendim, çocuk rahat etsin.

–Çalışmasın mı?

–Rahatı kaçarsa çalışmasın.

–Başarısı ne olacak?

–Rahatsız etmeyecek bir şekilde olsun. Akıllıdır zaten, çok zekidir o.

–Keyfi hiç esmezse?

–Eser diyelim.

–Esse de zaten esen keyif olunca, sonu kasırga olur bunun. Küllü zarardır.

–Fakat sıkılırsa da, geri adım atmaktan başka çaremiz yok.

–Sonrası?

–Belki bir şeyler yapılmalı, lâkin korkutuyor beni. Üstelik çok da yoruyor ve yıpratıyor. En iyisi, ne olursa olsun kendi hâline bırakmak. O kadar uğraşacak tâkatim yok benim. Hem kayış attırma ihtimali olan riskli bir uğraşmaya da ne cesaretim var, ne de niyetim.

–?..

Anneler, babalar, öğretmenler, hocalar da buna göre çıkmazlar içinde:

–Niçin öyle yaptınız?

–Çocuk böyle istedi.

–Fakat.

–Onun istemediği bir şey, ne kadar verimli olur ki?

–?..

–Neden vazgeçtiniz?

–Çocuk vazgeçti, ben de bu yüzden.

–Fakat.

–O vazgeçti bir kere, benim kararlılığım ne ifade eder ki?

–?..

–Neden doğru olanı bıraktınız?

–Çocuk bıraktı.

–Fakat.

–O bırakınca bizim ısrarcı olmamızın hiçbir mânâsı yok, malûm.

–?..

–Niçin yol göstermiyorsunuz?

–Çocuk gerginleşiyor.

–Fakat.

–Bizden soğuyor yoksa. Aramızda hiçbir bağ kalmıyor. Biz de arayı sıcak tutmayı tercih ediyoruz.

–?..

–Niçin yanlışlarına göz yumuyor, karakterini bozacak hataları bile düzeltmiyorsunuz?

–Çocuğun özel dünyasına karışmak doğru değil. Cesareti kırılır, kimliği zedelenir.

–Fakat.

–Aksi hâlde o dünyada biz olmuyoruz.

–?..

–Neden internete, yabanlara, yâd ellere esir ediyorsunuz yavrunuzu? Kurtarın o esâretlerden!

–O öyle huzurlu. Öyle sakin. Hem onun için hürriyet bu.

–Fakat.

–Tersine durumda hırçınlaşıyor. Zaptetmek mümkün olmuyor.

–?..

Onları dinleyen eğitim bülbülü, kanat kanat yerinden sıçradı. Bütün konuşmaları kesti. Var gücüyle şakımaya başladı:

“–Ey yârenler!

Neler oluyor?

Nedir bu hâliniz?

Görmüyor musunuz;

Gidişâtınızın bu vaziyeti yüzünden nesilleri tehlikeden tehlikeye yuvarlıyorsunuz.

Hâlâ;

Ahlâkı batık bir batının eğitim tesirinden kurtulunmadı. Gitgide onların virüslü tohumları köklendi gitti. Bize câzip olsun diye kılıf değiştirdi, hatta îman çarşımızdan bazı fikrî elbiseler bile uyarlandı, fakat fecaati hep aynı.

Dikkat edin;

Bütün meseleler, nefse ve nefsâniyete odaklı.

İdealler, nefse odaklı.

İstekler, nefse odaklı.

Gerisi ne olursa olsun, âdeta hepsi boş sanki.

Bu şekilde;

Fikirler, duygular, akıllar ve yürekler nefse odaklı oldu.

Hattâ;

Anneler, babalar, öğretmenler ve hocalar da nefse odaklı hâle getirildi.

Çalışmalar, irtibatlar, bağlar, huzur ve sükûn anlayışı, yollar, formüller, çareler ve neler neler; hep nefse odaklı tarzda sistemleştirildi. Aile yuvası da kezâ, eğitim yuvaları da kezâ.

Üstelik kim bunlara riâyet ederse, bunlara göre yaşarsa, bunlara göre eğitim yaparsa o daha makbul.

Sonrası ise, acı bir heyhat;

Herkesin dilinde ayrı bir berbat!

Niye?

Çünkü unutulan büyük bir hakikat var ortada:

Yeni neslin sadece nefsi mi var?

Şimdiki evlâtların;

Rûhu yok mu?

Maalesef çocuklara dair sayılan hususların sebepleri ve gerekçeleri arasında hep nefs var, nefsî düşünceler, yoğunluklar, alışkanlıklar, takıntılar ve çalkantılar var.

Yahu onların;

Nefsî karakterleri var da rûhî şahsiyetleri yok mu?

Nefsî ihtiyaçları var da, rûhî ihtiyaçları yok mu?

Nefsine hevesler ve hedefler var da, ruhlarına yok mu?

Onlara âhiret yok mu?

Onlara ölüm yok mu?

Kabir âlemi onlar için yok mu?

Yaptıklarının karşılığında cennet ve cehennem de mi yok?

Hesap ve azap diye bir gerçek onlar için yok mu?

Ya onların bu yönlerine bîgâne kalanlara ve kendi rahatları için onların mâneviyatlarını inşa etmeyenlere, iki dünyada da çok acı karşılıklar, hesaplar ve azaplar yok mu?

Ey dostlar!

Elbette var.

Hem de her zaman olduğu gibi asıl bunlar var!

Uyanın!

Evlâtları, nefsi tek gerçek sanarak ve ondaki reflekslere odaklı bir yığın yaklaşımlarla perişan etmeyin.

Asıl;

Rûhî gerçekleri merkeze alarak eğitin. Çünkü ten fânî, ruh ebedî. Biri hiç, diğeri her şey. Hiç olanla her şeyi mahvetmek, nasıl bir fazîlet? Nefse hizmet için rûhu darmadağın etmek, nasıl bir iyilik? Nefsin keyfi kaçmasın diye rûhu ebedî huzursuzluğa ve azaba mahkûm etmek, nasıl bir merhamet? Nefis sakin dursun diye rûhu çıldırtmak, nasıl bir eğitim? Nefsin yolunu açıp da rûhun önüne set çekmek, nasıl bir şefkat?

Ey sorumlular!

Açın gözlerinizi!

Ömür, ruh ile nefsin çekişme arenasıdır. Aralarında barışı olmayan bir kavga ve mücadele vardır. Birinin istediği, diğerinin nefret ettiğidir. Birinin yöneldiği diğerinin kaçtığıdır. Birinin sevdiği, diğerinin düşman olduğudur. Birinin ufku, diğerinin çukurudur. Birinin cenneti diğerinin cehennemidir. Birinin kurtuluşu diğerinin helâk olmasıdır. Birinin yeşermesi, diğerinin çoraklığıdır. Birinin esâreti, diğerinin hürriyetidir.

Bu bakımdan;

Birini inşa, diğerini yıkmaktır.

Fakat doğru ve kalıcı olan, rûha dair ve Hakk’a uygun olanların en güzel şekilde gerçekleşmesidir.

Dolayısıyla;

Sadece nefse odaklı bir eğitim, yaklaşım, ihtiyaç, sebep ve bahaneler; rûhu enkaza çevirmekten başka bir şey değildir. Çocuğunun maalesef nefsini kendine bağlamayı hedefleyenler; yazık ki, onun rûhunu kendi ruhlarından koparmış olurlar. Üstelik bu kopukluğu da bağ zannederler. Nesiller için nefse sevimli, türlü türlü gaflet ve cehâlete bile dirâyetsizce boyun büküp de taze dimağları hüsrana sürüklemekten korkup çekinmeyenlerin, buna mukabil rûha yegâne çare olan ilâhî doğrulara riâyet etmekten korkup kaçışmaları, ne hazindir!

Onlar, âkıbet korkunçluğundan bîhaber zavallılardır.

Ne şüphe;

Rûhu nefse kurban edenler, sonsuz kayıplar içinde ikisini de hüsrana ve cehenneme düşürmüş olurlar.

Ancak;

Nefsi rûha kurban edenler ise, her ikisini de ebediyyen kurtarmış ve sonsuz saâdete eriştirmiş olurlar. Cennete mazhariyet kazanırlar.

O hâlde;

Ey eğitimciler!

Nesiller hakkında onların nefsini azdıran, gafletini artıran, keyfîliğini körükleyen, mâneviyatını kurutan, çaktırmadan cehennem rotasına hapseden bütün cilâlı fakat pespâye prensiplere, olguncu fakat bayağı yaklaşımlara, formüllü fakat mikroplu anlayışlara, şeytana uyumlu fakat Hakk’a zıt metotlara ve göz kamaştırıcı fakat cennetsiz, sahte câzibelere sorun, her şeyden önce sorun;

Bu neslin rûhu yok mu?

O ruh ne olacak?

Her insanın ölümü, sonra dirilişi, sonra hesabı, sonra azabı veya mükâfatı yok mu?

Şimdiki evlâtlar bunlardan istisnâ mı, hariçte mi?

Ölürken ne yapacak onlar? İnternet koridorlarında çıkış yolu mu bulacak? Kabirde hangi çareye sığınacak? Mahşerde ne ile kurtulacak?

Doğru cevaplar mevcut.

En doğru cevaplar.

İşte onlar gerçek eğitim prensipleri, dosdoğru yaklaşımlar ve hatasız metotlar.

Ey can yoldaşları!

Ne olur;

Çocuklara kıymamayı, artık nefislerine odaklı değil, ruhlarını merkeze alarak gerçekleştirin! Onların ruhlarına, gönüllerine, gerçek karakterlerine kıymayın! Onlar hakkında ezelî ve ebedî doğrulara bu dünyada başınız ağrımasın diye sırt dönmeyin! Cehennem uğruna cennetlerine kıymayın! Nefsâniyetleri adına rûhâniyetlerini öldürmeyin!

Unutmayın ey basîret erbabı;

Nesiller ancak ayakta duran bir ruh ile vardır.

Bilin ki;

Nefisler, sadece imtihan sebebi; ruhlar ise, varlık sebebidir.

Bizim için de böyle, çocuklarımız için de böyle.

Tekrar tekrar her virajda, her problemde, her zaman sorun;

Gizli cadılar misali dadı kesilmiş faydasız terbiyecilere sorun;

Ruhları değil nefisleri kabullendirmeye ve sadece nefisler etrafında şekillenmeye hizmet eden yerli yabancı tüm gafillere sorun;

Yeni neslin sadece nefsi mi var?

Rûhu yok mu?”