Râbıtayla; CANLANDIRILMIŞ ZİHİNLER

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

mustafa_asım__kucukasci-yuzakidergisi-ekim2015

Zihnimiz bize Cenâb-ı Hakk’ın ayrı bir lutfu.

Varlığı tanımak, hatırlamak ve zihinde tekrarlamak, henüz olmayanı da tasarlamak, hayal etmek gibi özellikler kazandırıyor bize. İnsan, zihin sayesinde soyut meseleleri, duyularıyla ihâta ve idrak edemeyeceği makro ve mikro âlemleri bile evirip çevirebiliyor.

Hayal gücü; sanatın, îcâdın, öğrenmenin de ardındaki mühim unsur.

Son yıllarda beyin üzerine çeşitli çalışmalar yapılmakta. Beynin nasıl çalıştığı üzerine gerek deneylerle, gerekse elektromanyetik görüntüleme yardımıyla mühim araştırmalar ortaya konulmakta.

Bu çalışmalar kadîm zamanlardan beri uygulanagelen bir öğrenme metodunu sistematikleştirmeye, ilmîleştirmeye de yardımcı olmuş:

Zihinde canlandırma (Visualization)

Basitçe hayal kurmak değil. Daha sistematik. Bir egzersiz şeklinde, yoğunlaşarak ve mahdut sürelerle… Şu esaslar dâhilinde:

 Beden ve zihni tam gevşeterek…

 Kendine önce dışarıdan bakarak…

 Sonra içeriden bakarak…

 Duyuları tam hissedercesine yoğunlaşarak…

 Başarılı bir neticeyi tahayyül etme…

Bir sporcu, yeni öğreneceği bir hareketi, önce zihninde başarıyla gerçekleştirdiğini düşünüyor. Zihninde canlandırıyor. Bir sanatçı namzedi, bir enstrümanı kullandığını zihninde canlandırıyor. Bir hatip, bir kitleye başarıyla hitap ettiğini tasarlıyor.*

«Aç tavuğun, kendini buğday ambarında zannetmesi» tarzı bir hayalperestlik, maceracılık değil. Günlük belirli müddetlerle, eğitim maksatlı, şuurlu egzersizler…

Bu egzersizlerin; neticede, o hedeflenen işin başarıyla gerçekleştirilmesine yardımcı olduğu, birçok tecrübeyle ilmî olarak ortaya konmuş. Bir misali zikredelim:

Eşit şartlardaki üç gruptan birine, mahdut bir süre günde yirmi dakika «gerçek basketbol egzersizi», bir gruba «zihinde basketbol oynama egzersizi» yaptırılır, bir grup ise boşta bekletilir. Deneyin sonunda basketbol atışlarında, zihnî egzersiz yapanların kat ettiği gelişme, fizikî alıştırma yapanlara yakın çıkmıştır. Kontrol grubu olan, alıştırma yapmayanlarda gelişme olmamıştır.

Bu nasıl olmaktadır?

Cevap beynin yapısında.

Zihnimiz; gerçeğe yakın yoğunlukta yaşanan hayalleri, canlandırmaları, şartlandırmaları gerçek gibi algılayabiliyor. Gerçek hâdisede meydana gelen kas-sinir (nöromüsküler) tepkisi, gerçek gibi yaşanan canlandırmada da meydana geliyor. Beyin, hayalden gerçek tecrübe gibi yararlanabiliyor veya zarar görebiliyor.

Çok üzülme veya gerilmenin kişide fizikî hastalıklar meydana getirdiğini hepimiz biliriz. «Üzüntüsünden verem oldu.» deriz. İşte beynin bu özelliğini, müsbet yönde kullanmayı tavsiye ediyor, işin erbabı… «Sistematik şekilde iyileştiğini zihninde canlandır. Bu iyileşmene yardımcı olacaktır.» diyor.

«Sabah erken kalkacağını zihninde canlandırarak yat, erken uyan.» diyor. Anadolu insanının;

«Sak yatarsan kalkarsın.»

Gönül erbabının;

«Seher için (sadece) saati değil gönlünü (de) kur.» dediği gibi…

Bütün bunları bu yazıda zikredişimin sebebi; zihinde canlandırma tekniğini, inanç sahasında sürekli ısıtılan bir mevzu ile irtibatlandırmak:

Râbıta…

Râbıta, tasavvufta bilhassa Nakşibendî-Hâlidî yolunda uygulanan bir usûl. Bir «zihinde canlandırma» egzersizi…

Sâlik;

Yoğunlaşmanın en kolay olduğu seher vaktinde;

“Ölümü çokça hatırlayın.” şeklindeki Peygamber emrine istinâden;

Öldüğünü, yıkandığını, kefenlendiğini, kabre konulduğunu, üzerine toprak atıldığını zihninde canlandırır, sonra da haşri, dirilişi «zihninde» yaşar:

Haşir meydanlarından geçer ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den kendi mürşidine kadar gelen mürşidler silsilesinin yarım daire hâlinde oturduğu bir meclisi hayal eder.

Feyiz ve rûhâniyeti de zihninde somutlaştırarak canlandırır ve bu silsile üzerinden, mürşidinden kendisine ilâhî feyiz akışını tahayyül eder.

Sair zamanlarda da kendini sürekli mürşidinin huzûrunda hissetmesi şeklinde, hocasıyla arasındaki gönülden muhabbet ve sadâkat bağını da ifade eder râbıta…

«Sohbet» hâlinde arzu edilen feyzin / duygu yoğunluğunun, zihinde canlandırılarak elde edilmeye çalışılmasıdır, bir bakıma.

Yukarıdaki teknik bilgilerle düşündüğümüzde;

Beynin, zihinde canlandırarak daha iyi öğrendiği bilgisinin, bu öğrenme metodunun «insan terbiyesi»ni esas alan bir disiplin olan tasavvufta canlı bir şekilde kullanıldığını görmüş oluruz.

Mesele bundan ibarettir.

«Zihinde canlandırma» tekniğine birçok dinde, kadîm veya modern birçok doktrinde yer verilmesi gayet normaldir. Çünkü bu; beyne ait var olan ve ilmen ispatlanmış bir melekeye dayanmaktadır. Bu sebeple, râbıtanın şu veya bu dindeki falanca uygulamaya benzerliği, sadece usûl yönünden bir benzerliktir, esas yönünden değil. Doğu da batı da beynin «zihinde canlandırma» tekniğini bulmuş ve kullanmıştır. Öyleyse müslüman neden kullanmasın? Piyano veya basketbol talebesinin yahut “kişisel gelişim” meraklılarının ilmî bir şekilde kullandığı bu metodu; kalp tasfiyesi ve nefis terbiyesiyle meşgul sâlik, yani tasavvuf talebesi neden kullanmasın?

Haddizâtında İslâmiyet’te de zihinde canlandırma egzersizlerine benzer tatbikatlar yok değildir. Huşû ve kalp huzurunu, yani yoğunlaşmayı aradığımız namazda, kendimizi Allâh’ın huzûrunda duruşu canlandırırız. Kıyamda Hakk’ın karşısında durup, kıraatle dil döker, yalvarır, sonra huzûrunda boyun bükerek, secdelere kapanarak, duâlar ve fizikî hareketlerle de, zihnî canlandırmayı destekleriz. Tahiyyatta mîrac sahnesini canlandırır, omuzlarımıza selâm vererek hitâma erdiririz. “Namaza durduğunda sanki son namazın gibi kıl!” (İbn-i Mâce, Zühd, 15) tavsiyesi de açıkça bir zihinde canlandırmadır.

İhram, tavaf, istilâm, sa‘y, vakfe, taşlama ve tıraş uygulamalarıyla dolu hac ve umre de, gerek Hazret-i İbrahim hâtıralarının canlandırılması, gerekse kıyâmet sahnelerinin provalarıdır.

Bir prensip olarak, bütün ibâdetleri «Allâh’ı görüyor gibi» bir zihin canlandırması içinde edâ etmek, yani «ihsan» dînin emridir. Bu şuur; başarılabilse bütün ibâdetlere farkını yansıtır. Başarılabilse diyoruz; zira eğitim sahasındaki zihinde canlandırma egzersizlerini tarif edenler de, başarıya ulaşılabilmesi için, duyuları canlı bir şekilde hissedecek tarzda yoğunlaşmak gerektiğini vurguluyorlar.

Başlangıçta zikrettiğimiz tekniklerde, bir beceri, bir kabiliyet, dünyevî bir başarı hedeflenmektedir. Dînî olarak zihinde canlandırmalarda ise hedef; ibâdeti kabule karîn eyleyecek, huşûu, ihlâsı, samimiyeti, yani dînî duyguyu meydana getirmektir. İnsan «öyle hayal etti» diye cennete giremez. Fakat bu yoğunlaşma egzersizleri; kişiyi devamlı cennetliklere ait duygular, ahlâkî özellikler ve davranışlara sevk ederse, o kişinin kurtuluşa ermesi daha fazla umulur.

Teknik mânâda, zihinde canlandırma, kabiliyet kazandırır.

Dînî sahada da aslında her kulun kazanması gereken bir kabiliyet vardır:

Yol ayrımlarında doğru tercihte bulunabilme refleksi…

Yol; «Ya dünya, ya âhiret!» diye ikiye ayrıldığında âhireti seçebilmek…

Ölümü, haşri ve dînî tâlimatları kendisine ulaştıran vesile insanlar silsilesiyle buluşmayı her gece zihnen ve iliklerine kadar yaşayabilen bir insandan; bu hassas noktalarda doğru tercih beklenmez mi?

Nitekim Hazret-i Yûsuf’un, Züleyhâ’nın teklifi karşısında karar ânındayken Hazret-i Yakub’u karşısında parmağını ısırır vaziyette gördüğü, bu şekilde kurtulduğu tefsirlerde nakledilir.

Bunu bir mûcize değil de, mürşidini daima kendisini seyrediyor gibi, zihninde canlandırma egzersizinin neticesi olarak düşünürsek, râbıtaya misal olarak serdedilmesini anlayabiliriz.

Kendini daima mürşidinin huzûrunda hissetmek şeklindeki râbıtaya da şu açılardan yaklaşalım:

Modern ve seküler dünyada bile birçok meslek ve makam erbabı, vazifesine merasimli bir yemin ile başlatılır. Hipokrat yemini, milletvekili andı vs. Herhâlde maksat, bu vazifeyi icrâ ederken, kişi için vicdanında / zihninde hatırlayacağı bir sahne oluşturmaktır.

Çünkü hayat boyu, vicdanıyla baş başa kalacağı anlar olacaktır. O yol ayrımı anlarda onu zapt edebilecek şey nedir? Mâhiyeti itibarıyla mânevî olan (adâlet, hak, vicdan) yahut o an orada olmayan bir varlığa (devlet, iş sahibi vs.) kişinin sadâkatini sağlayacak tek şey, zihnen kendisini hesap verir hâlde hissedebilme şuurudur.

Öyleyse mesleğinde râbıta yapabilen bir kişi daha güvenilirdir. Mukaddes adâlet ilkesine râbıta yapabilen bir hâkim daha güvenilirdir. Vatan mefhumuna, şühedâ ve ecdâdına râbıta kurabilen millî bir vekil daha güvenilirdir.

Dolayısıyla râbıta; îmânı zayıflatacak değil bilâkis takviye edecek, zinde tutacak bir eğitim metodudur.

Çünkü dinde bütünüyle gayba îman esastır.

Dindarlıkta asıl şirk, görünmeyeni hayal etmekle değil; görünenlere görünmeye çalışmak, yani riyâ olarak ortaya çıkar. Zâhirde başka, bâtında başka davranışlar, dînin özüne aykırıdır. Gizli şirk diye adlandırılan bu görünme hastalığından kurtulmanın yolu da; «zihinde canlandırma» yoluna başvurarak, perdelerin ötesindeki gerçek âlemi, perdeler yokmuşçasına, görür gibi tahayyül etmek, ihsan şuuruna varmak, yani kalbi ilâhî kameraların altında yaşadığının idrakine vardırmaktır!..

Problem olursa râbıtanın yanlış adreslerle kurulmasında olur.

Meslekî ve aktüel bir misal verirsek;

Sâdık olması gereken değer ve makamlarla râbıtalı değil, -son yıllarda kazandığı mânâsıyla- paralel kurumlarla “bağlantılı” hâkimlerden korkulur.

Sonra râbıta kurulan kişi yanlış olsa bile, problem râbıta tekniğinden değil, kişinin yanlış seçilmesinden doğar. Nitekim râbıta gibi bir usûlü olmayan bir oluşumun, bağlılarını ne kadar yanlış adreslere bağladığını son aylarda hep beraber okuyoruz, seyrediyoruz.

Bu, bahs-i diğerdir. Sahte doktorların varlığı bizi tıptan soğutamaz.

Hulâsa;

Râbıta; ihsan şuurunu pekiştirmek üzere, Rabbimiz’in beynimize bağışladığı melekeden istifade sûretiyle; dînimizde de özü bulunan; «zihinde canlandırma» tekniğini, ehl-i sünnet âlimlerinin ve âriflerinin tarif ettiği hudut içerisinde kullanmaktan ibarettir. Vesselâm…
________________________

* http://lifetrainingonline.com/blog/how-to-visualize.htm