O’NUN RÛHÂNİYETİYLE…

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

i_ozturk_yuzakidergisi_nisan2016

SARIĞIMI BULUN!

Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-’ın sarığı, Yermük Savaşı’nın en şiddetli çarpışmaları yaşandığı sırada başından düşer. Sarığının düştüğünü fark eden Hâlid bin Velid, dört bir yanı düşman askeri ile çevrili olsa da savaşmayı bırakarak sarığını aramaya başlar ve askerilerine sarığının bulunmasını emreder. Askerler sarığı uzun süre cenk meydanında aradıktan sonra bulurlar. Sarık maddî mânâda hiçbir değeri olamayacak kadar eski ve birçok yerinden yırtıktır.

İslâm askeri, gayr-i ihtiyarî olarak Hâlid bin Velid’e bu eski sarığın bulunmasını niçin ısrarla emrettiğini sual edince, Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-;

“Ra­sû­lul­lah umre yaparken mübârek başını tıraş ettirdi. Bütün sahâbîler O’n­dan kesilen saçları daha yere düşmeden aldılar. Ben diğerlerinden daha atik davranıp O’nun mübârek saçlarını aldım ve bulduğunuz sarığımın içine koydum. O günden beri bu sarık başımın üzerinde olduğu için, hangi savaşa girdiysem muhakkak galip geldim.” diyerek cevap verir.

Hâlid bin Velid gibi girdiği bütün savaşları kazanmasıyla meşhur bir kumandan; zaferlerine yanında taşıdığı kutsî emânetle ilâhî feyiz ve rûhâniyete mazhar olarak nâil olduğunu söylemektedir ki, bunu iyi anlamak gerekir.

Peygamberimiz’in rûhâniyeti, nice zaferlere vesile olmuştur. Tarihimiz buna misal hâdiselerle dolu. Onlardan biri de Haçova Zaferi’dir.

HAÇOVA ZAFERİ

III. Mehmed, uzayıp giden Avusturya savaşlarını sona erdirmek için ordunun başına geçerek sefere çıktı. Kanunî’den bu yana büyük babası II. Selim ve babası III. Murad ordu başında sefere çıkmamıştı. Sultanın cihad meydanına çıkmasında babasının ve kendisinin hocası olan, hâce-i sultânî Sâdeddin Efendi’nin çok büyük payı vardı.

Osmanlı orduları ilk olarak Eğri Kalesi’ni geri aldı. Lâkin bu sırada Avusturya İmparatoru’nun kardeşi Arşidük Maximilien, Osmanlı ordularının yaklaşık üç katına tekabül eden üç yüz bin kişilik bir orduyla Osmanlı ordusunun üstüne doğru harekete geçti. Düşmanın durumunu öğrenmek ve keşifte bulunmak için dördüncü vezir Câfer Paşa idaresindeki öncü kuvvetler müttefiklerin bulunduğu Haçova mevkiine kadar ilerlediler. Câfer Paşa burada oldukça kalabalık müttefik kuvvetleriyle çarpışmaya giriştiyse de zâyiat vererek geri çekildi. Bu başarısızlık ve müttefiklerin tahmin edilenden daha kalabalık olması; padişah ve devlet erkânının mâneviyatını sarstı, hattâ kış mevsiminin yaklaştığı öne sürülerek geri çekilme hususu bile düşünüldü. Hoca Sâdeddin Efendi şimdiye kadar hiçbir Osmanlı sultanının cihad meydanından kaçmadığını; «bizzat saâdetlû padişahın askere baş olup gitmesinin elzem» olduğunu anlatarak III. Mehmed’i düşmana karşı taarruza geçmeye ikna etti.

Haçova meydanında başlayan muharebe Osmanlı orduları için çok çetin başladı. Düşman ilk gün birçok askerimizi şehid etti. Kırım’dan destek için gelen süvariler savaş meydanından ayrıldı. İkinci gün ise vaziyet daha vahim bir hâl almıştı, düşman kuvvetleri Osmanlı ordusunu orta kısımdan yararak direk padişahın otağına doğru hareketlenmişti. Hazinelerin olduğu otağa kadar varıp yağmaya başladıklarında Sadrazam İbrahim Paşa’nın da padişaha ordunun çekilmesini telkin etmesi ile orduda genel bir bozgun havası esmeye başladı. Vaziyet bu hâldeyken, Sultan III. Mehmed, Hoca Sâdeddin’e;

“–Efendi, şimdiden sonra ne yapmamız gerek?” diye sual edince Hoca Sâdeddin;

“–Padişahım, lâzım olan yerinizde sebat ve karâr etmektir. Cengin hâli budur. Ecdâdınızın zamanında olan muharebeler çoğunlukla böyle vâkî olmuştur. Mûcizât-ı Muhammedî ile inşâallâhü Teâlâ fırsat ve nusret, ehl-i İslâm’ındır. Hatırınızı hoş tutun.” diye cevap verdi.

Bunun üzerine III. Mehmed; üstünde, Hoca Sâdeddin kendi elleriyle giydirdiği Peygamber Efendimiz’in hırka-ı şerîfi ve elinde Osmanlı sancağı ile otağının önünde düşmanı bizzat karşılamak için beklemeye başladı.

Menkıbelerde anlatılır ki; Peygamberimiz’in rûhâniyetiyle şereflenen bu anda Allah -celle celâlühû-’nün inâyeti hiç beklenmeyecek bir kişinin vesilesiyle tecellî etti.

ÇOLAK HASAN

Çolak Hasan, yeniçeri olup cihad etmek için yanıp-tutuşan bir gençti. Lâkin elindeki çolaklık sebebiyle ocağa kabul edilmedi. Hasan, çolak elini gizlemek için bedenine yaklaştırmış bir vaziyette kendi kendine;

“–Artık hiçbir zaman savaşa katılamayacağım, yeniçeri olamayacağım.” diyerek ağladığı bir gün, hâce-i sultânî Sâdeddin Efendi kendisini gördü. Hasan’a niçin ağladı­ğını sordu.

Hasan; çolak elini arkasına saklayarak, gözyaşlarını giz­lemeye çalışıyordu. Hoca Sâdeddin Efendi ona;

“–Derdini bana söyle de, bir çaresini bulalım.” dedi.

Hasan;

“–Çaresini bulamazsınız.” deyince Hoca;

“–Sen yine de söyle.” dedi.

Hasan yaşlı gözlerini silerek, Sâdeddin Efendi’ye;

“–Padişah Efendimiz düşman üzerine sefer düzenlemiş, fa­kat ben gidemeyeceğim, hayatım boyunca hiç asker olamayaca­ğım ve sefere katılamayacağım. Bir süre önce beni Acemîler Oca­ğı’na almadılar. Alsalardı belki şimdi ben de sultanı­mızın ordusuna katılır, savaşa giderdim.” dedi.

Sâdeddin Efendi bir müddet düşündükten sonra;

“–Seni harbe götüreceğim.” dedi. Hasan bir an hayretler içinde kaldı. Hoca Efendi onun şaşkınlığını fark edince;

“–Orduda yalnız muharipler yoktur. Pek çok ki­şi orduya hizmet eder, ama savaşta en önemli olan, her türlü hizmeti yapmaktır. Hizmetin, küçüğü-büyüğü olmaz. Herkes elinden geleni yapar. Sen de mutfak hizmetçisi olacaksın.” dedi.

Bu sözlerden sonra, Hasan, Sâdeddin Efendi’nin yanından ayrılmadı. Haçova Savaşı’nda da Çolak Hasan ordunun mutfak vazifelileri arasındaydı.

Çolak Hasan, mutfak çadırın ayrılıp muharebeyi izlediği o anda; düşmanın, Peygamber Efendimiz’in hırkasını giyerek otağının önünde bekleyen Sultan III. Mehmed’e doğru ilerlediğini gördü.

Koşarak mutfak çadırının önünde, toplanmış olan kala­balığın karşısında nefes nefese durdu. Onlara;

“–Ne duruyorsunuz? Kâfir, sultanımızın otağına saldırıyor. Bir şeyler yapmaz isek otağ-ı humâyunu düşman çizmeleri kirletecek. Ellerimiz bağlı bekleyemeyiz. Biz Türk ve müslüman değil miyiz? Bu ordunun mensubu değil miyiz? Analarımız bizi hangi günler için doğurdu!” diye bağırdıktan sonra, mutfak çadırına girerek direklerden birinde asılı olan baltayı kaptı. Elindeki baltayı hırsla sallayarak;

“Ben gidiyorum, isteyen gelir!” dedi.

Çolak Hasan’ın içinde bulunduğu bu hâl oradaki herkesi heyecanlandırmıştı. Kim her ne buldu ise eline alarak, muharebe meydanına doğru koşmaya başladı. Sadece mutfak otağı değil, ordunun bütün destek ekipleri eline geçeni alarak ilerledi. Kiminin elinde bıçak, kiminin elinde satır, kiminin de kepçe vardı.

Destek birimlerinin; «Allah! Allah!» nidâları bütün Hoçova meydanını inletince; bozguna uğrayıp kaçmakta olan askerler, geri dönüp düşmana muazzam bir taarruz gerçekleştirdi. Yağmaya girişmiş askerlerini tekrar disipline sokamayan Avusturya ordusunun büyük bir bölümü telef edildi. Tarihe; «Kepçe-Kazan Savaşı» olarak da geçen Haçova Muharebesi, bu coğrafyada kazanılan son büyük zaferdir.

İslâm dünyasının iç karışıklıklar ve düşman tasallutuyla perişan olduğu günümüzde, yine Allah Rasûlü’nün sünnetine sarılmak, getirdiği dîne ittibâ etmek ve O’nun rûhâniyetinden istimdad etmek bizim için hem moral kaynağı hem de yegâne kuvvet olacaktır.

Rabbimiz, bizi O’ndan ayırmasın.