NEREYE KADAR CEMAAT? NEREDEN İTİBAREN, ÖTESİ?

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

h_ogmus_yazi_SAYI-141

Üç küsûr yıldır alenî hâle gelip ülke gündemini işgal eden ve 15 Temmuz’la birlikte doruğa çıkan malûm mesele sebebiyle, cemaatler hakkında bir münakaşadır aldı gidiyor… Toplumun bir kesiminin iddiası şu: Gelinen bu vahim durum, dînî bir gruba âidiyyeti olan kişilere devlet imkânlarının sunulmasının sonucunda oluşmuştur. Öyleyse lâik anlayışa geri dönülmeli ve böyle kişilere bürokraside yer verilmemelidir!

Diğer bir kesim ise bu teze karşı çıkarak şöyle diyor: FETÖ dînî bir cemaat değildir. Dolayısıyla onun günahları bahane edilerek, dînî cemaatler tasfiye edilmeye kalkışılmamalıdır!

Görüldüğü üzere birbirine taban tabana zıt olan bu iki tezdeki yaklaşım biçimleri aslında aynıdır. Güzel ülkemin takriben 200 yıldır çatışan iki kesimi, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da genellemeci ve toptancı bir tavır içindedirler. Mensubiyetlerine göre insanları ya mahkûm ediyor veya aklıyorlar… «Canım; o kesimin mensupları değil mi, onların hepsi aynı zaten!», «Bizimkiler mi, ha onlar başka!» anlayışı… İlke ve prensiplere göre analiz yaparak ayırımlara gitmek yok!

“İğneyi kendine batır, çuvaldızı başkasına!” atasözünü esas alarak kendi kesimimiz için nâçizâne bir ayırım yapmaya çalışalım. Bize göre nereye kadar cemaat, nereden itibaren ötesi olunduğunu gösteren mikyaslar temelde ikidir:

1. Cemaat liderini, tarîkat şeyhini yanılmaz görmek; buyruklarını sorgulamadan yapıp her söylediğinde bir hikmet olduğuna inanmak. Fertlerin benliklerini silip eriten ve dînin temel ilkeleriyle ters düşen birçok anlayış, liderin bu şekilde yüceltilmesinden kaynaklanmaktadır.

2. Bağlı olunan cemaat veya tarîkat mensuplarını diğer insanlardan üstün görerek kayırmak, ehliyet ve liyâkatlerine bakmadan onları makam-mevkî ve yetki sahibi yapmaya çalışmak.

Bu iki vasıf; bir kişinin bağlı olduğu cemaat veya tarîkatte varsa, o kişi de FETÖ benzeri bir grubun mensubudur! Bunun lâmı cimi yok! Ancak hocası veya şeyhi; Allah’la kendisi arasında aracılık eden yanılmaz ve yüce bir varlık değil de, dînî konularda ve «mârifetullah»ta bir öğretici ve rehberden ibaretse, hür fertlerden oluşan cemaat veya tarîkati de eleştiriye açık ve klikçilikten uzaksa, o kişi dînî bir cemaat ve tarîkat mensubudur!

Söylediğimiz iki vasfın bulunmadığı bir cemaat veya tarîkate, bir sivil toplum kuruluşu üyesi gibi veya mânen tatmin olmak amacıyla giden bir kimsenin; devlette vazifesi almasını tartışmaya açmak abestir. Çünkü bu kişi doğrularını şahıslardan değil; ilke ve prensiplerden almakta, sorgulama ve muhakemeyi elden bırakmamaktadır. Dolayısıyla ilke ve prensiplerde şaşma gördüğü an, içinde bulunduğu grubu -şeyhi veya hocasıyla ters düşse bile- uyaracak, ıslah ümidini kaybettiği zaman da oradan ayrılabilecektir. Bu itibarla böyle bir kimsenin mensubu bulunduğu grubun maslahatlarını gözetecek şekilde davranması ve mevzuâtın âmir olduğu hiyerarşi dışına çıkarak başkalarından emir alması mevzubahis olmaz.

Öyleyse cemaat ve tarîkat mensubu kardeşlerimiz hem kendilerini hem de içinde bulundukları yapıları gözden geçirmeliler: Şahıslar mı önde; ilke ve prensipler, yani Kur’ân ve Sünnet mi? İşler; «Hocamız/şeyhimiz dediyse elbette bir hikmeti vardır!» şeklinde mi gidiyor, yoksa; «Kur’ân ve Sünnet bunu âmirdir, zamanın şartlarıyla uyumlu olan da budur!» gerekçesiyle mi? Hep el üstünde tutulan aynı kitaplar okunup, aynı istikamette bir beslenme mi oluyor, yoksa çeşitlilik var mı? Bundan daha önemlisi; içinde bulunulan yapı ikaz ve ihtarlara açık mı, yoksa farklı bir fikir dile getiren kişiye; «Sus be haddini bilmez! Sen hocamızdan/büyüklerden daha mı iyi bilirsin?» tavrıyla mı bakıyor? Kısacası cemaat ve tarîkat fertlerden mi oluşuyor, yoksa bütün fertler adına karar veren hocanın/şeyhin kontrolünde âdeta tek bir fert hâline gelmiş bir topluluk mu mevzubahis? Fertler sorgulama ve muhakeme yapıyor mu, yoksa adanmışlık rûhu içinde mensubu bulundukları grubun maslahatı için ne pahasına olursa olsun çalışmaya müheyyâ hâlde mi?.. İlke ve prensipler önde tutuluyor, ikaz ve ihtarlara kapı kapatılmıyor ve klikçilik yapılmıyorsa endişeye mahal yok. Gerek bilgileri tazelemek ve derinleştirmek, gerekse de dîni daha yoğun yaşamak için oraya gidilebilir. Ancak bunların aksi söz konusu ise orada tehlike vardır. Öyle bir yapının sonunda vardığı yer; toplumu bölmek ve yoldan çıkmak olur ki, bu da «cemaat» ve «tarîkat» kelimelerinin mânâ ve mefhumuyla bağdaşmaz. Zira «cemaat», «topluluk»; «tarîkat» ise «yol, âdâb, erkân» demektir. Dolayısıyla toparlayıcılık ve şerîate uygunluk, cemaat ve tarîkat olmanın olmazsa olmaz şartıdır. Toparlayıcı özelliğini yitirmiş ve şerîate aykırı düşmüş gruplar, cemaat ve tarîkat olmaktan çıkmış yapılardır.

Son olarak şu hususa da işaret edelim: Üç buçuk yıldır yaşanan olaylar sebebiyle; grup mensubiyeti olan kişilerin devlette vazife alması, hep cemaat ve tarîkatler üzerinden gündeme geliyor. Hâlbuki grup ve grupçuluk yalnız dinle irtibatlı kişilerde olmaz. Masonluk vb. seküler ve hattâ din düşmanı gruplarda da söz konusu olabilir. Yine lideri yüceltme ve yanılmaz görme eğilimi, siyasî partilerle ilgili olarak da ele alınması gereken bir husustur. Hulâsa dînî, gayr-ı dînî, siyasî, sivil hangi sahada olursa olsun şahıslar değil; ilke ve prensipler ölçü alınır, ilke ve prensipler şahısların üstünde tutulursa birçok problem hâllolur.