Nefisle Mücadele

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

mustafa_canli_yuzakidergisi_temmuz2016

BİR HADİS:
عَنْ فَضَالَةَ بْنِ عُبَيْدٍ ، رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ , قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، يَقُولُ:
«الْمُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ»
Fedâle bin Ubeyd -radıyallâhu anh-’ten rivâyet edildiğine göre o şöyle dedi:
Ben Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den işittim. O şöyle buyuruyordu:
“Mücâhid, yüce Allâh’a itaat yolunda nefsinin isteklerine karşı mücadele eden kimsedir.” (Ahmed bin Hanbel, VI, 22)

BİR MESAJ: Gerçek mücâhid, her dâim nefsiyle savaşandır!

Cenâb-ı Hak -azze ve celle-, insan için birbirine muhtaç üç önemli varlık lutfetmiştir: Akıl, kalp ve nefis. Bu üç husus, Allah Teâlâ’nın rızâsı doğrultusunda birbirleriyle uyum içerisinde olursa; insan, insân-ı kâmil hedefine ulaşır.
Her insanın bir nefsi vardır ve yaşadığımız şu imtihan dünyasında insanın en çetin imtihanı, nefsiyle olan imtihanıdır. Zira nefis, insanı sırât-ı müstakîmden alıkoyan ve onu karanlık dehlizlere sürükleyen en azılı düşmandır. Gerçekten de nefis, insanın azılı bir düşmanıdır. Öyle ki, şeytandan daha azılı bir düşmandır. Zira şeytan bazı zamanlar insana vesvese verir, nefs ise her dâim vesvese verir. Çünkü o daima içimizdedir.
Bu bakımdan nefis, içimizdeki düşmandır. İnsanın içinden iki tür ses gelir; meleklerden gelen ses ki biz ona vicdanın sesi deriz, bir de nefsin sesi. Birincisi insanı iyiliklere, güzelliklere çağırır; ikincisi ise kötülük ve çirkinliklere davet eder.
Nefis, azgın bir at gibidir. Eğer dizginlenmezse kişiyi uçurumlara götürür. Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle der:
“Nefsin, azgın bir binek atından daha çok şiddetle gemlenmeye muhtaçtır.” Onun için nefsi dizginlemek gerek.
Nefis, insanı kötülüklere sürükler. Bu onun yaratılışının ve imtihanın bir gereğidir. Kur’ân-ı Kerim’de Yûsuf Sûresi’nin 53. âyet-i kerîmesinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“…Muhakkak ki nefis, aşırı şekilde kötülüğü emreder.” Nefsin görevi, kötülükleri emretmektir. İnsanın görevi ise; nefsin bu fısıltılarına kanmayıp, onun isteklerine boyun eğmemektir.
Nefis, -Allah korusun- insanın putu hâline dönüşebilir. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede;
“(Habîbim!) Sen hevâ ve hevesini ilâh edineni gördün mü?” (el-Câsiye, 45/23) buyurmaktadır. Demek ki bazı insanlar, nefsini ilâh ediniyor yani nefsini putlaştırıyor. Bu nasıl oluyor? Nefsi neyi istiyorsa veya emrediyorsa hiç itiraz etmeden ona boyun eğerek, onun peşinden giderek oluyor. Meselâ nefsi bir şey yemek veya içmek mi istedi? Helâl-haram demeden yiyerek ve içerek oluyor. Onun için îman yolunda olan bir mü’min; içindeki bu putu kırmalıdır, nefsin bitmek bilmeyen isteklerine; «Dur!» demelidir.
Bu anlamda nefis, insan için bir zincirdir. İnsan bu zincirlerden kurtulup Allâh’a itaat ederek özgürlüğe kavuşmalıdır.
Nefis doymak bilmez. Onun gözünü toprak doyurur, yani ölüm. Onun için nefsi doyuracağım diye kendinden geçmemek gerek, çünkü o doymak bilmez.
Nefsin yedi kötü sıfatının olduğu nakledilir: Ucub (kendini beğenme), kibir, riyâ, gadab, haset, mal sevgisi ve makam sevgisi.
Öyleyse bu nefisle mücadele etmek gerek, nefsi terbiye edip onu kontrol altında tutmak gerek.
Bu bakımdan nefisle mücadele, dünya ve âhiret saâdetini talep eden her mü’min üzerine yerine getirilmesi gereken bir vecîbedir. Buna nefis tezkiyesi veya iradeyi kontrol altında tutmak yani oto-kontrol denmektedir. Nefis tezkiyesi, hesap günü gelmezden önce insanın kendini hesaba çekmesi anlamına da gelmektedir. Bu imtihan dünyasında yapılan nefis tezkiyesi, hesap günü geldiğinde kişinin hesabının kolay geçmesini sağlar. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle demektedir:
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, büyük hesap günü için kendinizi hazırlayın! Çünkü kıyâmet gününde hesap, ancak dünyada iken kendisini hesaba çekenler için kolay olacaktır.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25)
Öyleyse insan, bu dünya hayatında nefsiyle bir mücadele içerisine girip, nefsin bin bir türlü istekleri karşısında dimdik ayakta durmalıdır. Bu da öyle kolay bir mücadele değildir.
Zira nefisle savaş, gerçekten çetin ve büyük bir savaştır. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nefisle mücadeleyi cihâd-ı ekber yani büyük savaş olarak tanımlamaktadır. Nefisle savaş öyle çetin bir savaştır ki; kılıçla, topla, tüfekle yapılan savaştan daha çetindir. Zira savaşta yenersin veya yenilirsin, öldürürsün veya şehid olursun. Savaş bitmiştir. Ama nefisle savaş hiç bitmez. Nefisle olan savaşta; «Tamam yendim!» veya; «Tamam yenildim!» diyemezsin.
Onun için nefse hiç fırsat vermeye gelmez. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz, sık sık şu duâyı yapardı:
“Allâh’ım! Göz açıp kapayıncaya kadar nefsime fırsat verme!” (İbn-i Hanbel, V, 42)
Şu bir gerçek ki, nefisle mücadele için güçlü bir irade gerekir. Bunun için Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Vedâ Hutbesi’nde ashâbına, dolayısıyla bütün ümmetine söylediği son sözleri arasında şöyle buyurmuştur:
“Mücâhid, yüce Allâh’a itaat yolunda nefsinin isteklerine karşı mücadele eden kimsedir.” (İbn-i Hanbel, VI, 22) Bu hadîs-i şerifte mücâhidin bir tarifi yapılmış; nefsin isteklerine boyun eğmeyen, onunla savaşan kişi mücâhid olarak tanımlanmıştır. Zira gerçek mücâhid, her dâim nefsiyle savaş içerisinde olandır.
Fakat şunu da unutmamak gerekir ki; nefisle ne kadar mücadele edilirse edilsin o ölmez, ancak kontrol altına alınabilir. Hacı Bektâş-ı Velî;
“Mârifet nefsi silmek değil, bilmektir.” der. İşte imtihanın sırrı da burada devreye girer. Bu bakımdan insanlar iki gruba ayrılır: Nefsini tanıyıp onu kontrol altına alanlar ve nefsine yenik düşüp isteklerine boyun eğenler.
Nefis, insanın öyle bir azılı düşmanıdır ki; onu yoldan çıkarmak için günahları hoş gösterir, ibâdeti, zikri zor gösterir. Hattâ öyle ki bazen bir kez; «Allah!» demek bile insana zor gelir de, Allah dedirmemek için nefsi önüne bin türlü mazeretler döküverir. Çünkü Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ifadesiyle;
“Cehennem, nefsin hoşuna giden şehvetlerle; cennet ise nefsin hoşlanmadığı zorluklarla kuşatılmıştır.” (Buhârî, Rikāk, 28)
Öyleyse nefsin istekleri karşısında bir anlık bir gaflet ile kapılıp gitmemeli, sabretmeli, zorluklara göğüs germeli ve nefsi kontrol etmeli.
Aslında nefisle mücadele, aklın da bir gereğidir. Yani akıl sahibi olan, aklını kullanan kişi, bu dünyada nefsiyle savaşır. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şu veciz ifadesiyle bu durumu şöyle vurgulamıştır:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan (ve buna rağmen hâlâ) Allah’tan iyilik temenni edendir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 31) Bu nebevî hakikate göre, nefsinin isteklerine boyun eğmeyip onu kontrol altında tutan kişi akıllı kişidir; nefsine boyun eğip isteklerinin peşinden sürüklenen kişi de, ahmak kişidir.
Öyleyse bu nefisle mücadele etmek gerekir. Peki, nefsimizle nasıl mücadele edeceğiz? Bu soruya cevap sadedinde, Feridüddîn-i Attâr Hazretleri şöyle demektedir:
“Nefsi en iyi şu dört şey terbiye eder: Susmak, açlık, yalnızlık, uykusuzluk.”
Bu hususları nefsi kontrol altında tutmanın yöntemleri olarak da görebiliriz. Büyüklerimiz bunları; kıllet-i kelâm, kıllet-i taâm, kıllet-i menâm ve uzlet şeklinde özetlemişlerdir. Yani az konuşmak, az yemek, az uyumak ve yalnız kalmak. Bunlar; aynı zamanda insân-ı kâmil olma yolunda bizleri olgunlaştıran, gönlümüzde hikmetin oluşmasında etkili olan hususlardır.
Onun için mü’min her dâim nefsin ve şeytanın şerrinden Allâh’a sığınmalıdır. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, gizliyi ve âşikârı bilen Allâh’ım! Sen her şeyin sahibisin. Sen’den başka ilâh olmadığına melekler de şahitlik ederler. Biz; nefislerimizin ve Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırılmış olan şeytanın şerrinden, onun bizi şirke düşürmesinden, kendimize ve herhangi bir müslümana kötülük yapmaktan Sana sığınırız.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 100)
Neticede nefsimize karşı, şeytana karşı elimizden gelen mücadeleyi ortaya koyup Cenâb-ı Hakk’a sığınmaktan başka çaremiz yok!
Öyleyse Rasûlullah Efendimiz’in diliyle şöyle sığınalım Rabbimiz’e:
“Allâh’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, bunaklıktan, kabir azabından Sana sığınırım.
Allâh’ım! Nefsime, Sen’den sakınma şuurunu (takvâsını) ver ve nefsimi arındır. Onu en iyi arındıracak olan Sen’sin. Onun koruyucusu da, Mevlâ’sı da Sen’sin.
Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duâdan Sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)
Nefsiyle mücadele eden kişi, hem bu dünyada hem de âhirette selâmette olur.
Bu anlamda nefisle mücadele, dünya ve âhiret kurtuluşunun anahtarıdır. Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا
وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسَّاهَا
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (eş-Şems, 91/9-10) Tabiî ki bu ziyan ahiretteki ziyandır. Âhirette ziyan etmek yani âhireti kaybetmek ne kötüdür!
Bu bakımdan mü’min; dünyanın geçici zevk ve eğlencesine kapılıp gitmemeli, nefsinin isteklerine boyun eğip de âhiretini karartmamalı. Mü’min; kötülükleri emreden nefsin tuzaklarından kurtulup, huzura ermiş bir nefse sahip olmak için ömrü boyunca mücadele etmelidir. Biz buna «nefs-i emmâre»den sıyrılıp «nefs-i mutmainne»ye kavuşmak diyoruz.
Cenâb-ı Hak, cümlemizi nefs-i emmâreden nefs-i mutmainneye geçenlerden eylesin!
Ve en sonunda şu hitâb-ı ilâhiyeye bizleri nâil eylesin:
“Ey mutmainne olan nefs! (Ey huzura kavuşmuş insan!) Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! Ben’im seçkin kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 89/27-30)