KALBE ÜMİT AŞISI

YAZAR : Sami GÖKSÜN

s_goksun-SAYI121

Müslüman, Allâh’a teslîmiyet duygusu içerisinde olmalıdır. Teslîmiyetinde de üst noktada olmalıdır. Bunun da en önemli unsurlarından birisi ümitvâr olmaktır. Hâdiseleri iyiye yorma, ümit ve şevki canlı tutmak pek mühim bir haslettir. Mü’min; Cenâb-ı Hakk’a olan tevekkülünde, en küçük bir tereddüt göstermemelidir. O’na dayanıp güvenmeli ve O’ndan hakkıyla korkmalıdır. Böyle bir yolun yolcularına, Cenâb-ı Hak her türlü kolaylığı sağlar. Bunu da Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle ifade buyurur:

“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış kapısı ihsan eder. Ve ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allâh’a güvenirse; O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (et-Talâk, 2-3)

Bu âyet-i kerîme iyi tahlil edilir, iyi anlaşılırsa; Allah için mücadele eden her insan, bir çıkış kapısına varır. Mücadelenin, özünden kaynaklanan bir zorluğu elbette vardır. Bunu gerçekleştirirken mü’minin; daraldığı da, sıkıldığı da, bunaldığı da olacaktır. Ancak; her daraldığımızda, sıkıldığımızda, bunaldığımızda başladığımız bir mücadeleden vazgeçersek, ümidimizi yitirirsek, dağılırsak hedefimize ulaşamayız. Dolayısı ile mücadele ettiğimiz şeytan -aleyhillâne- ve onun dostu olan nefse yenik düşmüş, onları sevindirmiş ve esas hoşnut etmemiz gereken Cenâb-ı Hakk’ı gazaplandırmış oluruz. En önemlisi de ümidimiz kırılır.

Bütün bunları aşmak için mü’min, hem geriye hem de ileriye uzun bakmak zorundadır. Geriye doğru şöyle bir dönüp baktığımızda Peygamber Efendimiz’in hayatı bizi aydınlatmaktadır.

Meselâ; Bedir Harbi’nde müslümanların sayısı 313 kişi, müşriklerin sayısı 1.000 kişidir. Zâhirî olarak baktığımızda, müşrikler tam üç katı fazla. Ancak Efendimiz’in askerleri; Allah ve Rasûlü’ne öyle bir îmân ettiler ki, Cenâb-ı Hakk’a güven ve teslîmiyet noktasında en ufak tereddüt göstermediler. Hattâ öyle cansiperâne gayret ettiler ki; samimiyetleri, gayretleri, teslîmiyetleri arttıkça, Allah Teâlâ meleklerin yardımını artırarak devam ettirdi. Bu yardım önce 1.000 melek, sonra 3.000 melek daha sonra da 5.000 melek şeklinde devam etti.

İşte Bedir ashâbı; şeytanı sevindirmedi, nefsini öne çıkarmadı, sıkıntı ve daralmışlıklara aldırmadı, Allah ve Rasûlü’nün çizgisinde sabır ve tahammül gösterdi ve netice hâsıl oldu.

Bugün biz müslümanlara düşen; bu hakikatleri iyi anlayıp, doludizgin yolumuza devam etmektir. Ancak o zaman hedefimize ulaşırız.

Cenâb-ı Hak, şeytanın insana musallat olduğunu bildirmektedir. Bizim bu durumda, şeytanla mücadele ederek onu bertaraf etmemiz lâzım. Onun vermiş olduğu vesvese ve kötü düşüncelerden nasıl korunacağımızın ve kurtulacağımızın yolunu da yine Cenâb-ı Hak Kur’ân’ın da şöyle belirtiyor:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allâh’a sığın.” (Fussilet, 36)

Yani şeytanın her türlü vesvesesinden Cenâb-ı Hakk’a sığınmalıyız, O’na dayanmalıyız ve O’na güvenmeliyiz. Hiçbir durumda ümidimizi yitirmemeliyiz. Ümitlerini kaybedenler, her şeylerini kaybederler. Bu reçetelere ilâveten; rûhumuzu bir kıskaç içinde hissettiğimiz, tedirginlikler ve kararsızlıklar yaşadığımız ve bocaladığımız zamanlarda; takvâsına ve teslîmiyetine güvendiğimiz gönül ehli insanların ziyaretlerini yapıp tavsiyelerini alabiliriz.

İnsanlara ümitvâr olmaları noktasında şevk ve heyecan verilmeli, meselelere hayırlı bir gözle bakılmalıdır. Bu konuda en güzel misal, İstiklâl Marşı şairimiz Mehmed Âkif ERSOY’dur:

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, milletimizin; yorgun, zor bir durumda, çaresizlikler içerisinde olduğu bir anda İslâm’ın va‘dettiği aydınlık günlerin geleceğine inanan Âkif, İstiklâl Marşı ile milletimize ümit ve güven aşılamış ve İstiklâl Savaşı’mızın zaferle sonuçlanmasına yardımcı olmuştur.

Âkif’imiz şöyle seslenmiştir milletimize:

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

Demek istiyor ki Âkif;

Değil bir millet, tek bir tane tüten bacamız kalmış olsa diğer ocakların hepsi (Allah korusun) sönmüş olsa bile, bizim o bir kişimiz ayakta kalmamıza yeter, zafere ulaşmamıza yeter.

Selçuklu Devleti’nin veziri olan Nizâmü’l-Mülk, düşmanlarına karşı güçlü bir ordu hazırlamıştı. Birçok kimseler;

“–Hiçbir güç bu ordunun karşısında duramaz.” dediler.

Nizâmü’l-Mülk de şöyle cevap verdi:

“–Bizim öyle bir iddiamız yok. Biz yapılması gereken ne ise onu yapmaya çalıştık. Zaferi lutfetmek Cenâb-ı Hakk’ın işidir. Bu konuda biz hiçbir zaman ümitsizliğe düşmedik.”

İnsanların ümitlerini kırmak, olumsuzlukları dillendirmek ve onları bazı güzel şeylerden soğutmak doğru bir şey değildir. Bu mânâda geçmişte hac ibâdetini yerine getirmiş bir kardeşimizi ziyaret etmiştim. Evine varıp selâm ve bir miktar kelâmdan sonra, diğer arkadaşlarımın da gelmesi ile sorulması neredeyse güzel bir âdet hâline gelmiş olan şu ifadeyle söze başladım:

“–Hacı bey kardeşim! Yediğin, içtiğin senin olsun. Gördüğün güzelliklerden anlat bakalım.”

Evin içi tamamen ziyaretçi ile dolmuştu; beyler bir odada, hanımlar da başka bir odada oturuyordu ki, taze hacı kardeşimiz, biraz da öfkeli bir vaziyette başladı anlatmaya…

Gittiği andan itibaren ne kadar olumsuzluklar varsa hepsini saydı, döktü; anlatılanları burada yazmaya değer bulmuyorum, ancak orada oturanların da irkilmiş durumlarını görünce müdahale ederek;

“–Kardeşim ya hayır söyle, yahut sükût eyle!” dedim. “Şimdi gördüğün güzelliklerden bahset. Kâbe’den, tavaftan, Arafat’tan, Müzdelife’den ve Mina’dan…” deyince, şöyle bir sustu, başladı anlatmaya…

Ne kadar güzellikler yaşamış yaptığı hacda. Sonra kendisine;

“Hacı kardeşim şimdi iyi dinle! Anlattığın olumsuzluklardan burada bulunan bir kardeşimiz etkilenerek, farz olan hac ibâdetini tehir etse ve bu arada da ölüm gelip bâkî âleme göçse bu vebalden Rabbimiz seni sorumlu tutarsa ne yapacaksın?” deyince, durdu şöyle bir düşündü;

“Allah senden râzı olsun hocam! Hiç olmasa bundan böyle gördüğüm yanlışları değil, güzellikleri anlatıp; hayırlı yolculuklara vesile olmama yardımcı oldunuz.” dedi ve ağladı.

Ümitleri kırmak değil, ümit kaynağı olmak lâzım. Şu hadîs-i şerif bu konuda ne güzel bir yol göstericidir:

“Farz ibâdetlerden sonra, Allah yanında amellerin en sevgilisi bir müslümanın kalbine ümit (sevinç) koymaktır.” (el-Câmiu’s-Sağîr)

Cenâb-ı Hak; cümlemizi bu hadîs-i şerîfin muhtevâsıyla yaşayıp, müslüman kardeşlerimizin kalplerine huzur verecek güzelliklere vesile eylesin.

Âmîn…