İSRAF

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

hatice_kubra_ergin-yuzakidergisi-agustos2016

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Sa‘d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh-’ı abdest alırken görür. Suyu fazla kullandığını görünce;

“–Bu ne israf!” buyurur.

Hazret-i Sa‘d;

“–Abdestte de israf olur mu?” diye sorunca;

“–Evet, hem de nehrin kenarında bile olsan.” cevabını verir. (İbn-i Mâce, Sünen, Tahâret, 425)

Bir insan nehir kenarında abdest alsa, akan su ya tekrar nehre karışır veya toprağa düşer. Bundan kimseye zarar gelmez. Ama Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ümmetinin abdest almak gibi hayırlı bir işte bile, israf etmesine mâni olmuş. Mesele sadece suyun israfı değil; her şeyde bir ölçünün olması, insanın ölçülü olmaya alışması. Herkesin kendi aklına veya mizâcına göre bir ölçü takdir etmeye kalkışmaması, Allâh’ın öğrettiği hikmete göre hareket etmeye alışması. Çünkü davranışlar alışkanlıkları, alışkanlıklar ahlâkı, ahlâk da insanın rûhânî yapısını şekillendiriyor.

Bugün bir kâğıt peçeteyi gereksiz yere buruşturup attığı için îkaz edilmeyen bir çocuk, biraz büyüdüğünde ekmeği bayatladı diye çöpe atmaktan kaçınmıyor. Biraz daha büyüdüğünde, gereksiz yere kılık kıyafete para harcıyor ve giyilebilir durumdaki kıyafetleri için; «Artık beğenmiyorum, ondan daha iyisini bulabiliyorum.» diyerek atıyor. Bu ahlâk yapısı giderek kişinin karakteri hâline geliyor ve o kişi, insan israfından da kaçınmıyor.

Geçenlerde hoş bir nükte okudum. Bir yastıkta kocamış, yaşlı bir karı kocaya soruyorlar;

“–Evliliğinizin böyle uzun ömürlü olmasının sırrı nedir?” diye. Cevabı;

“–Biz eskiden bir eşyamız kırılınca tamir ederdik, hemen atmazdık.” diyor.

Bugün dünyada yaygınlaştırılan ekonomik model, eşyaların tamir edilip tekrar kullanılmasını esas almıyor. Meselâ; artık ayakkabıları eskiyince, tamirciye götüren kimse kalmadı. Genç kızlar kopan düğmelerini dikmeyi bile bilmiyorlar. Otomobillerin ve dayanıklı tüketim eşyalarının bile garanti süresi dolunca, yenisiyle değiştirildiği bir ekonomik düzene doğru gidiyoruz. On senelik eşyaların yedek parçasını bulmakta zorlanıyorsunuz. Hele giyim kuşam ve kap kacak gibi eşyalarını temizlemeye zahmet etmeyip, atan bir nesille karşı karşıyayız.

Bu şekilde bir ruh hâliyle yetişen nesil; «Gönlüme göre değil.», «Hevesim geçti.» veya «Daha iyisini bulabilirim.» diye insanları bile harcıyor. Verdiği söze inanmış, kendisine güvenmiş insanlara değer vermiyor; nefsinin arzu ve menfaatlerini her şeyin üzerinde görüyor.

Eskiden kalfalar kendilerini yetiştiren ustaya ömür boyunca saygı gösterirmiş, şimdi kendisini dünyaya getiren anne-babasına vefâ göstermeyen evlâtlar var. Ekmek yediği kapıya bile vefâ gösteren nesillerin yerini, ailesine bile bağlılık duymayan nesiller alıyor.

Dikkat edilirse böyle davranan kişilerde kuvvetli bir «benmerkezcilik» var. Bu ahlâka sahip insanlar, her türlü tasarrufunda kendisini serbest görüyor; hesap verme şuuru taşımıyor. Okul yemekhanesinde pilâvını bitirmeye özen gösteren, pirinç tanesini bile tabakta bırakmamaya gayret eden gençlere lâkap takıyor, alay ediyor. «Doymadıysan al benimkini de ye!» diyor. Anne-babalar çocuklarını bu ahlâk üzere yetiştirirken veya yetişmesine göz yumarken; onların ileride herkesi, her şeyi ve bizzat kendilerini de israf edeceklerini düşünmüyorlar.

Öyle değil mi? Kendi ömrünü, sağlığını, aklını ve kalbini israf eden insan; bizzat kendi nefsine yazık etmiyor mu? Bugün internet başında, ekran karşısında; eğlendirici ve kul olduğunu unutturucu şeylere gülüp dalga geçerken, bir daha geri gelmeyecek ömürler hebâ edilmiş oluyor.

Neden günümüz insanının gönlünde; «Ben kaç saattir neyle vakit geçiriyorum? Vaktimi neyle harcıyorum?» diye bir endişe yok? Sokaklarda yarısı yenilip atılmış çerez paketleri, asfalta yapışmış çikolatalar, şekerlemeler, birkaç ısırık alınıp köşelere bırakılmış sandviçler neden varsa, aynı sebepten. Kendisini sorgu sual sorulmayacak, her canının istediğini yapabilir, saçıp savurabilir, geçip gidebilir zannederken; bununla kibrini beslediğini, büyüklük tasladığını zannedenler, bir zaman sonra kendisini de ziyan edilebilir değersiz bir varlık durumuna düşürüyor. Kibir maskesi arkasında zavallılaşıyor.

Bugün dilimizde israf, bir kaynağı fazla harcayıp tüketme mânâsında kullanılıyor ama aslında israf yersiz ve ölçüsüz kullanmak demek. Yerli yerince olursa fazla da harcansa bir sakınca yok. Meselâ infak; harcamak, tüketmek demek ama; yerli yerince, Allâh’ın emrettiği ölçüde olduğu için övülüyor, sevap va‘dediliyor. Bugün modern insan; kendi aklına çok güvenip, hidâyete sırt çevirdiği için, her şeyi Allâh’ın emrine ve hikmete ters bir sûrette yapıyor.

Esasen kıt kaynaklara karşı son derece cimri olan nefsin, insanı israfa sürüklemesi kendi içinde bir tezattır. Bu tezadın kaynağı yavaş yavaş edinilen alışkanlıklardır. Bugün Avrupa, mültecilere sosyal yardım yaparken ne kadar cimri; hâlbuki bir yıl içinde israf ettikleri kaynakların sadece küçücük bir bölümüyle milyonlarca mülteciye yardım edilebilir. Ama artık o israfı vazgeçilmez ihtiyaçlar olarak görüyor ve; «Yardım etmeyelim, rahatımız bozulmasın!» diyor. Hattâ yardım etmek şöyle dursun; bu zulümlerin sebebi olan sömürü düzeninden vazgeçmeye, zalimleri desteklemeyi bırakmaya da yanaşmıyor. Çünkü o sömürü düzeni yıkılırsa, Afrika’nın en verimli bağlarında, Avrupa sofraları için şaraplık üzümler, kakao ve muz yetiştirilemeyecek; alıştıkları lezzetleri böyle bol ve ucuza bulamayacaklar. Onların bu kaynakları; kendi kıtalarına taşıyıp, işleyip, ticaret yapmasında gerekli olan petrol ve enerji kaynaklarının böyle ucuza gelmesi için, sömürü düzeninin devam etmesi lâzım. Varsın bu ülkeler zalimler tarafından kötü yönetilsin. İsraf zannedildiği kadar basit bir kabahat değil; bugün insanoğlu alıştığı israftan vazgeçmemek adına, bile bile zulmediyor, zulme rızâ gösteriyor.

Avrupa kentlerinde sırf eğlence sektörü için harcanan trilyonlarla, sağlık meseleleri kökünden çözülebilir. Bir düşünelim; dünyada yüzlerce ülkede toplamda binlerce televizyon kanalı, bunlar için program ve film çeken şirketler. Bunların sırf elektrik harcamasından tasarruf edilebilse, bütün dünyada temiz su ihtiyacı kökünden çözülebilir. Bunlara harcanan insan emeği ile eğitimsiz çocuk ve genç kalmaz. Bu kadar televizyon programına ne gerek var? Ne faydası var bunların? Faydası olmadığı gibi birçok zararı var.

Hele silâhlanmaya harcanan devâsâ bütçeler… Dünyayı sömürmeye devam etmek için, daha çok insanı kolayca öldürmek için yapılan bunca harcama… Dünyayı ıslah etmek için harcanmadığı gibi, bir de üstelik ifsâdına harcanan bunca kaynak.

Dünyadaki bütün kötülükler; israf, yani yerli yerince yapılmayan, aksine kötülüğe yapılan harcamalar yüzünden meydana geliyor.

Dünyayı kasıp kavuran bu israf sistemi, tam da Rabbimiz’in buyurduğu gibi esaslı bir şeytânî düzen:

“Gerçekten de malını boş yere saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan, Rabbine karşı nankördür.” (el-İsrâ, 27)

«Şeytanın kardeşleri» ifadesi zemmetme ve tehdit etme mânâsında olduğu gibi, israfın ekseriyetle insanların birbirini teşvik etmesiyle, yani bir cemiyet hastalığı olarak ortaya çıkmış olmasına da dikkat çekiyor. O hâlde biz müslümanlar da buna dikkat etmeliyiz. Birbirimizi, ufak gördüğümüz şeylerde dahî israfa teşvik etmekten kaçınmalıyız. Çünkü sosyeteleşme; yani bizim hayat seviyemize sahip olmayanların, hâline hiç aldırmadan lüks tüketim alışkanlıkları edinme hastalığı bizi de tehdit ediyor.

Bilhassa biz hanımlar birbirimize nezâket olsun diye; «Çok yakışmış.», «Ne güzel almışsın.», «İyi yapmışsın, almışken kalitelisini al.», «Gel seni de götüreyim de sen de al, indirim de var şimdi…» derken ölçüleri kaçırıyoruz. Bunu yapan beyler de kendi üzerlerine alınsınlar.

Bunlar ileride çocuklarımıza nasihat etmemize mâni oluyor. Çünkü kendimiz aynı zaafı gösterdiğimiz için ona da; «Markalı diye o kadar para verilir mi?» diyemiyoruz. Bizim elimizde imkân olsa da harcamalarımızı ebedî âlemde bize faydası olacak yerlere yapsak, o zaman biz hiçbir şey demesek bile onlar alacakları dersi alırlar.

Kendi medeniyetimizi ancak kendi ahlâk sistemimiz üzerine ve kendi insanımızı yetiştirerek kurabiliriz. Bunun başka bir yolu yok.