İPTAL YOK!

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

e_notlari_yuzakı_mayıs2016

Biri itirazı bastı:

–Olmaz! Bunu kabullenemem!

Diğeri şaşkındı:

–Öyle ama, netice değişmiyor.

–Değişmeli.

Öteki sesini yükseltti:

–Şu problemler olmasa çok iyi, fakat.

–İmtihan mecburî değil mi?

–Ben yeteri kadar imtihandan geçtim vaktinde. Bir de şu acı problemler, olacak iş değil.

–Problemden kaçabilecek bir ortam ve imkân var mı?

–Olmuş, olmamış, ne gam? Ben istemiyorum.

Beriki atıldı:

–Ben de istemiyorum.

Bir başkası hayli cesaretlendi:

–Yahu yol, çamur dolu. Yoksa ben koşardım.

–Ben çamurdan geçtim de, şu dimdik bayır yok mu, ciğer çatlatan bayır! Hiç bana göre değil. Yoksa ben de koşardım.

–Arkadaşlar, benim için ikisi de fark etmez, lâkin yaz aylarının dehşetli sıcaklığında yol tepmek, hiç çekilir şey değil!

–Herkesin takıldığı nokta farklı herhâlde. Bana bayır filân vız gelir, ancak yolun çok fazla çakıllı oluşunu hazzetmiyorum. Yürünmüyor ki, sürekli ayağa taş batıyor! Kendimi yine kendim bu yüzden diskalifiye ettim.

–Bence, hepsi bir tarafa, virajlar çok keskin ve tekin değil. İnsanın başına ne geleceği meçhul.

–Aslında ben her şeye rağmen yola devam edeceğim ama, bir sürü yolcu vazgeçip geri dönmenin çırpınışı içinde. Bu yüzden hevesim kırılıyor, bu şekilde yol katetmek de işime gelmiyor. Geri dönenler olmasaydı, ben de dönmezdim belki.

–Benim de öyle. Hiç keyfim yok. Keyifsiz keyifsiz yollar aşılır mı?

–Ben ise iyi bir kafadar bulamadım. Kafama göre adam olmayınca da yollar insanlarla kaynasa da kendimi yapayalnız hissediyorum. Eh, bu durumda benim de bu yolu yürümeyip geri dönmem gerekiyor.

İçlerinden birisi derin endişeler kıskacında kederli kederli söylendi:

–Yahu, bütün bunlar bir şekilde çözülür. Bence işin en caydırıcı tarafı, yoldaki tuzaklar. Adım başı tuzak var. Kimine takla attırıyor, kiminin ayağını çelmeliyor, kimini bir çukura düşürüp boğuyor.

–Arkadaşlar, o kadar dert saydınız ki, benim hiçbir şeyim yoktu, şimdi yığınla tedirginliğim oluştu. Kaygı deposu hâline geldim.

–Bence bu problemler olmamalı.

–Ama bütün bunlar imtihan?

–Olmasın canım! Yok yere niye dengemiz bozulsun? Yok yere niye bunca çalkantı? Güzel güzel yaşamak varken ne diye gidişatı illâ alt üst ediş?

Daha konuşacaklardı.

Fakat;

Tam üstlerinde kanat kanat süzülen eğitim bülbülü, onların dediklerinden dolayı ıstıraba gark oldu. Kahırlandı. Hemen akıl ağacının idrak dalına kondu. Sancılı bir vâiz gibi başladı anlatmaya:

“‒Ey dostlar!

Kendinize gelin!

İçinde bulunduğumuz âlemin adı, imtihan dünyası!

İnsanlar da; hem yazılı, hem sözlü, hem de uygulamalı şekilde imtihana girmiş talebeler!

Müddet sınırlı.

Kazanmak için;

Ömür bitmeden önce bütün doğru cevapların verilmiş olması mecburiyeti var.

Fakat;

Doğru cevaplar hazırlayacağı yerde, tutup da imtihanlara itiraz ederek vaktini ziyan ve ömrünü hüsran edenlerle de dolu bu dünya. Hepsinin çırpınışlarında ortak nokta ise;

İmtihan iptali!

Oysa böyle bir ihlâlin kapısı hiç açılmadı. Yine açık değil. İnsan, zayıf alma hakkına da sahip, cevap vermeyip kötü bir neticeye mahkûm olma hakkına da sahip, lâkin iptal hakkına asla sahip değil.

Çünkü;

Bu dünya imtihanında istisnâ yok. Herkes dâhil.

Ey dostlar!

Bu imtihanı iptal hususunda boş heveslere, hiç boşuna kapılmayın!

Nasıl ki su içmeden yaşamaya niyet etseniz ve nefes almadan ömür sürmeye karar verseniz, bunların yerine gelmesi imkânsız ise, imtihansız bir hayat da aynı.

Çünkü yüce kudret;

Yeryüzünü ve onun üzerinde insanları imtihan üzere programlamış. Yaşayışımızı; su içmeye, yemek yemeğe ve nefes almaya bağlayan Hazret-i Allah, âhiretin tarlası olarak plânladığı dünyada her doğan insana sayısız imtihanlar takdir etmiş.

Bu hususta ey yârenler!

İnsanların en büyük yanlışı; ilâhî takdirin yazdığı, aksinin de mümkün olmadığı ve olmayacağı hakikatine rağmen, imtihansız bir hayat plânlamaya ve bunu gerçekleştirmek için çırpınmaya kalkışmaları.

Hâlbuki;

Hayatta böyle bir kıskaca girip de helâk olmayan yok. Böyle bir girdaba girip de boğulmayan yok. Böyle bir ateşe atılıp da kül olmayan yok! Böyle bir azaba sürüklenip de hüsrana düşmeyen yok. Böyle bir çıkmaza girip de incecik sırat üzerinden ebedî felâkete yuvarlanmayan yok!

Hâlbuki;

İmtihan, insanoğlu ile alâkalı her meselede şart. Hele eğitimde ayrı bir zaruret. Mektep demek, imtihan hazırlıkları ile talebelerin harman olması demek. Yani eğitimdeki asıl maksada bağlı olan yegâne çözüm, o istikametteki olmazsa olmaz imtihanlardır. Şayet veliler ayaklansalar ve;

«‒Biz imtihan istemiyoruz!» diye feryatlar etseler, herkes güler.

Çünkü;

O zaman eğitim kalmaz. Hak eden etmeyen darmadağın olur. İlim de insan da ortada kalır. Bu bakımdan hiç kimse;

‒Öğretim ve eğitimi imtihansız istiyoruz.

‒İmtihansız, yüksek notlar almak istiyoruz.

‒İmtihansız, sınıf geçmek istiyoruz.

‒İmtihanlar, çok sıkıcı ve yorucu, çok yıpratıcı bir şey. Zayıf vererek insanın psikolojisiyle niçin oynuyorlar ki?

şeklinde tuhaf lâkırdılar yapamaz.

Yapılsa, ilim öğrenecek bir tane çocuk kalmaz. Niye? Çünkü çocukların bütün çalışma azmi, gayreti ve enerjisi, imtihandan arzu ettiği notu alıp sınıf geçmek. Bu sebeple imtihan sonrası, geriye dönük hiçbiri çalışmaz. Herkes sonraki imtihana göre çalışır. Hele imtihanlar sonrası diplomasını alan bir daha onca sayısız derse dönüp de bir kere bile bakar mı? Bakmaz. Onlardan imtihan yok ya artık, bütün gayreti biter o derslerle alâkalı olarak.

İşte bu yüzden;

Yüce Allah, insanoğlunu her nefes imtihana tâbî tutmakta bu âlemde.

Zira imtihan sayesinde;

İnsan; arzu edilen ahsen-i takvim kıvamını, insanlığını, ahlâkını, olgunluğunu ve verilecek mükâfatlara lâyık ve istekli olmayı daima aklında ve gönlünde diri tutar.

Yine imtihan sayesinde ancak sağlamla çürük belli olur. Kim neyi hak ediyor, âşikâr olur. Cevherle teneke gerçek şekilde tefrik edilir.

Bu tanzimin takdir edeni Hazret-i Allah, peygamberleri bile en acılı nice imtihanlardan geçirmiştir. Buyurur:

“İşte böyle;

•Her peygambere karşı

•Günaha batmış kimselerin içinden

•Bir düşman çıkardık! (Bu şekilde her çeşit imtihanlardan geçirdik ve dedik ki)

(Her imtihanda);

•Yol gösterici / hidâyet edici ve

•Yardım edici olarak

•Rabbin yeter!” (el-Furkān, 31)

Yani;

Yüce Allah, peygamberler üzerinde insanlara imtihan sırlarını iyice öğretiyor. Sayısız vazifeler veriyor kuluna. Sonra da, o vazifeleri yaparken samimiyetini ölçmek için önüne yığınla da engel koyuyor. Gayretten vazgeçirtecek tuzakları peş peşe diziyor. Bilhassa şiddetle ve hararetle mânî olacak düşmanlar çıkartıyor yoluna. Başka alternatif de hiçbir zaman yok. İlk insandan son insana kadar kaderin hükmü bu minvalde.

Dolayısıyla;

İnsanoğlu, hayata dair bütün plânlamalarında ancak sayısız ilâhî imtihanları kazanmaya yönelik yaptığı çalışmalarda arzu edilen muvaffakıyete nâil olabilir.

Buna rağmen maalesef;

Zamanede, çoğu kimseler, neslin yetişmesiyle alâkalı olarak tuhaf tuhaf moda yaklaşımlar ve virüslü rüzgârlar estiriyor:

‒Ben çok çektim, çocuğum çekmesin!

‒Hiç problem istemiyorum.

‒İstediğim sadece basit bir rahatlık! Çok bir şey değil ki!

Sonra da;

Hayatının bütün hedef ve rotasını bunlara göre belirliyor ve bunları gerçekleştirmek için de varını yoğunu sarf ediyorlar. Ama ne mümkün! Dünyada rahatlık yazmamış Allah, imtihansızlık da yazmamış! İnat edip bunun zıddını yazabilmek ve bu imkânsızı tahakkuk ettirebilmek kimin haddine!

İlâhî programda hiçbir kul için buna imkân yok.

Her gün;

İnsanlar, mektep hayatında zâhirî imtihanlarla iç içe. Onları iptal demek, eğitim ve öğretimi iptal olur. Peki, nesillerin şahsiyeti, ahlâkı, kişiliği, ruhî kıvamı, kalbî olgunluğu, hâsılı ahsen-i takvim vasıflı insanlığı çerçevesinde yetişmesini temin eden mânevî, kalbî ve muhtelif imtihanların durumu da aynı değil mi?

Tamamen aynı.

Cenâb-ı Hakk’ın takdir programı bu!

Ondaki yüce eğitimi ve bunun müthiş semerelerini tüm basîret gözleriyle görmek, şart. O zaman; «Ben çektim, çocuğum çekmesin!» gibi lâkırdılarla evlâda imtihansız bir hayat ve çilesiz bir dünya hazırlayayım safsatasıyla boş bir hayalle boşu boşuna çırpınıp dururken sonunda ebedî hayatı hüsrana dönüştürmeye mahkûm eden bir gaflet yaşanmaz. «Bu dünyada çekmesin» diye uğraşmanın, âhirette ebedî bir azap çekişin tuzağı olduğunun idrâki, devreye girer.

Mesele;

Olur olmaz şeyleri yaldızlayıp, allı pullu eğitim diye uyduruk oyalanmalarla zaman kaybetmek olmamalı. Bakmalı:

İnsanı bizzat yaratan Cenâb-ı Hak.

Ona, nasıl yetişmesi gerektiğini tâlim ve tâlimat buyuran yine Cenâb-ı Hak.

Bir de;

Nümûne olması gayesiyle insanlar içinden bazı kullarını bizzat seçerek bizzat yetiştiren yine Cenâb-ı Hak.

O’nun bizzat yetiştirdikleri ki;

İnsanlığın en güzîdeleri, en kıymetlileri, en muhteremleri, en muhteşemleri, en akıllıları, en mümtazları ve her hususta en güzel özelliklerin sahipleri. Onlar, düşmanların bile hayran kaldığı karakterler, Cenâb-ı Hakk’ın bizzat yetiştirdiği şahsiyetler. Onlar, her girdapta kurtarıcı dergâh gönüller. Onlar, en zor zamanlarda da yardımcı olabilen dirâyetli ruhlar. Onlar, her meselede en maharetli çok üstün kişiler. Onlar, bütün değerli ve yüce hasletlerin bir arada kendilerinde toplandığı hazret-i insanlar.

Onlar, erişilmeyecek zirvelere nasıl eriştiler?

Dâhîliğin üstüne nasıl çıkabildiler?

Hep Cenâb-ı Hakk’ın bizzat yetiştirmesi ile.

Peki;

Allâh’ın onlara uyguladığı ilâhî tâlim ve terbiye programı nedir ve nasıldır?

Çok ince tafsilâtı var. Ancak özü şu:

•Bebekliklerinden itibaren ağır çilelere ve zorlu imtihanlara hiç tavizsiz bir şekilde tâbî tutmak.

Fakat;

İnsanı her yönüyle dört dörtlük yetiştiren bu ilâhî eğitim programı, eğer bir eğitim şablonu ve sistemi hâline getirilse, dış bakışla en mahir eğitimcilerin bile; «Bu bir zulüm!» diye haykırıp da asla râzı olamayacağı ve altına hiçbir şekilde imza atmayacağı bir tablo ortaya çıkar.

Hazret-i Yûsuf’un eğitim programında henüz küçücük yaşlarında bile neler var neler! Ufacık bir çocuğun; «Bu henüz korunmasız, güçsüz ve zavallı bir çocuk!» demeksizin başına gelenler, kardeşlerinin ağır zulmü, hırpalamaları, ölmesi için kuyuya atmaları, sonra kölelik, sonra yıllarca zindan. Bu programı, kim eğitim formülü olarak uygulayabilir? Sonrasını göremeyen hiç kimse. Lâkin çile zincirinin son halkasında ne var? Kölelikten sultanlığa, hem de zâhir ve bâtın gönüller sultanlığına gerçekçi bir yükseliş. Atamayla bir pâye değil, pişe pişe oluşan bir ilâhî sermaye var.

Aynı şekilde; Hazret-i İsmail’in yetişme programı, dehşetli imtihanlarla dolu.

Hazret-i Peygamber Efendimiz’in yetişme programı ise, bütün peygamberlerden daha ağır ve zorlu. Doğmadan başlayan ve doğumundan sonra devam edip giden çileler harmanı. Daha bebekken annesinden koparılıp dört yıllık bir gurbet yaşatılması, sonra annesine tam kavuşmuşken iki senecik beraberliğin ardından onu tamamen kaybetmesi ve devamında yaşatılan nice sancılı imtihanlar. Hiçbiri rastgele değil. Hepsi inceden inceye ilâhî bir program, eşsiz bir eğitim projesi dâhilinde. O projeyi net bir şekilde bugünkü psikologlara, pedagoglara, mürebbîlere ve nice usta eğitimcilere sorsalar, ağız birliğiyle bu eğitim uygulamalarını en sert dille reddederler. Hem de; «Vicdansızlık, merhametsizlik, zulüm ve felâket!» diye karşı çıkarlar. Ama neticeyi görebilenler ise; «Ne müthiş bir vicdan, ne muazzam bir merhamet, ne eşsiz bir adâlet ve ne sonsuz bir saâdet!» demekten kendini alamaz. Alamamıştır da.

Diğer taraftan;

Bunu anlamakta çıkmazda kalanlar, işin özünü çözemeyenler ve cilâlı, bomboş kalıplara mahkûm olarak düşünen nice eğitimciler, neticenin göz kamaştırıcılığını gördükleri anda, onlar da müstesnâ bir şahsiyet yetiştirmeyi hedefe koymaya daima; «evet» derler. Fakat hedef ve gaye edinilen şahsiyetin ve karakterin yetişmesi için gerekli olan şartlara, metotlara ve uygulamalara ise daima «hayır, asla» derler.

Oysa;

«Hayır, asla» dedikleri noktalar, zayıf ve güçsüz bir Yûsuf’u, kudretli ve güçlü bir Hazret-i Yûsuf yapan şifrelerdir. Yetim Muhammedü’l-Emîn’i, hakîm bir Rahmeten li’l-âlemin yapan eğitim incelikleridir.

O şifreler ve incelikler, ne kadar zorlu ve ağır hususlar görünse de, nice zayıf kulları bile insanlığa çare, dertlere devâ ve bütün yaralara şifâ özelliklerle donatmıştır. Nice kullar, ağır çileler içinde herkese çare olabilen gönüller hâline geldiler. Ağır yükler altında herkese rahmet olabilen kalpler hâline geldiler.

Bu zâviyeden ilâhî eğitim programlarına bakıldığında görülecektir ki;

İnsanı, imtihanlardan uzak tutmaya çalışmak, ona yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü insandaki dâhiyâne özellikler, sadece imtihan harmanlarında mevcut.

İbrettir;

Osmanlı’nın yükseliş devresindeki padişahların liyâkati, çeşitli şehirlerde daha çocuk yaşlarından itibaren halkla iç içe her türlü çırpınışın içinde yetişmelerine bağlı. Buna mukabil çöküş dönemlerindeki padişahların noksanlıkları da aynı noktada düğümlü. Yani fikren ve ilmen müthiş bir dâhî olanları bile, öncekilerdeki çile ortamlarında elde edilen tecrübî eğitimden uzak ve dört duvar arasında yetiştirildiğinden dolayı, bunun doğurduğu boşlukların acı neticelerini hem kendileri hem de memleketler yaşamıştır.

Ey dostlar!

Unutmayın ki;

Hayat demek çile demek. Dert demek. İmtihan demek.

Bunlarsız bir hayat tasarlamak, bu hayatı anlamayıp insanları ziyan etmektir. Çünkü dert ve çile itibarıyla hazırlıksız kişi, en küçük rüzgârda da savrulur gider. Çünkü o hazırlıksız kişi; en basit imtihanda bile kırık not alır, kaybeder. Çünkü o hazırlıksız kişi, en sıradan sarsıntıda bile yerle bir olur.

Bu itibarla;

İmtihanın maksadı, insanı çileler karşısında dayanıklı ve dirâyetli hâle getirmektir. «Dövene elsiz, sövene dilsiz» olmak ifadesi de, miskinlik ve umursamazlık değil, en ağır darbeleri de aşabilmek, yıkılmadan, yılmadan ve zarara uğramadan kazanabilmektir.

Hiç şüphesiz;

İmtihanın asıl maksadı, insanı cennete hazırlamak. Amma gerçekçi bir hazırlamak ile. Zira cennete gidiş yolu, sayısız mânialarla dolu. Onları aşmayı öğrenmeyen kimse oraya varamaz. Yine cennet yolu tehlikelerle dolu ki, onları bertaraf edemeyen kimse de, cennete varamaz. Yine cennet yolunda ateş üstünde sırat şartı var, kıldan ince kılıçtan keskin bir sırat şartı. Kaymadan yürümesini öğrenmeyen ve müstakim olarak yürüyemeyen kimse de asla cennete varamaz.

Ama; varabilmek gerek.

Eğer varılmazsa, insanın payına ebedî bir azap düşüyor o zaman. Dayanamayacağı bir ilâhî gazap düşüyor varamayanların hissesine. Cehennem alevleri ortasında feryat, eyvah ve hüsran düşüyor, Allah muhafaza!

O hâlde;

Ey imtihan görünce, sağa sola kıvrılan ve kaçış yolu arayan gafil!

Bilhassa;

İşine gelmeyen imtihanlar karşısında ey isyan eden şaşkın!

Kavra ve hiç unutma;

İmtihansız ve çilesiz bir ortam ve yer, bu dünyada peygamberlerin yanında bile olmadı. Allah dostlarının da yanında böyle bir durum yok.

Bilâkis;

En kıymetli insanların yanı, imtihan deryasıdır. Çünkü o derya, çöl gibi dünyayı aşmanın yegâne çaresi ve devâsıdır. Çölde susuzluktan kuruyan ve bir yuduma da şiddetle muhtaç olan bir gönlün, bağrı ırmaklarla dolu bir derya kıyısında suya karşı reddiye ve lâ’ya düşmesi, ne tuhaf bir hamâkattir! O hamâkate düşenler; «Burada da böyle şeyler olur mu?» diye mübârek şahsiyetlerin yanında lütuf deryalarını coşturacak olan imtihan ve çilelere idraksiz ve hikmetsiz bir mantıkla itiraz ederler, aldanırlar, kahrolurlar ve mahvolurlar. Erbâb-ı basîret idrak eder ki, asıl imtihan büyüklerin huzûrundadır ve özellikle peygamberler ile sâlihler halkasındadır. Çünkü kaçınılmaz imtihanların nasıl kazanılacağının yegâne tâlimi, ancak o huzurlarda ve halkalarda vardır. Yani gerçek bir tâlim için yegâne şart, huzurda imtihanlar ve çileler.

Hakikî misaller asr-ı saâdette:

Mekke dönemi ve çileleri olmasa, olur muydu, olmaz mıydı? Olmazdı. O devrenin neler kazandırdığını idrak ile tefekkür, bu husustaki en derin hikmetlerin anahtarı.

Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Huneyn ve nihayet Tebük seferi olmasa, olur muydu, olmaz mıydı? Olmazdı. Onların yaşanmasıyla birlikte sahâbe-i kiram neler kazandı, hangi makamlara yükseldi, bunları tam vukûfiyet ve idrak ile tefekkür, yine çok ince sırların bulunmaz bir anahtarı.

En mühim nokta:

Peygamberler Sultanı’na rağmen hiçbir imtihan ve çilede iptal yok!

Hepsinde sabır ve sebat ile hayra dönüştürme var.

Hiçbirinde iptal yok, hepsinde rızâ-yı ilâhîye ulaşma var.

Hiçbirinde iptal yok, hepsinde sonsuz ecre nâiliyet var.

Hiçbirinde iptal yok, hepsinde de kazanılması gereken hususiyetler, müjdeler ve zaferler var.

İdrak edelim;

O çileler ve imtihanlar olmasaydı, mazhar olunan müstesnâ müjdeler olur muydu, birbirinden kıymetli fazîletler gerçekleşir miydi ve nice muhteşem zaferler yaşanır mıydı?

O çileler ve imtihanlar olmasaydı, mükemmel ve müstesnâ diye bir şahsiyet tarifi olmazdı. «Ne güzel bir kul!» diye hayranlık doğuran güzellikler olmazdı. Takdir edilecek en yüce ahlâk diye bir haslet olmazdı. Kahraman diye bir tabir olmazdı. Af ve merhamet diye bir meziyet olmazdı. Fedâkârlık ve vefâ diye bir fazîlet olmazdı.

O çileler ve imtihanlar olmasaydı, insanı değerli yapan bir makam olmazdı. Çıkarıldığı cennetten; «Buyur, gel ey insan!» diye ikinci bir selâm olmazdı.

O çileler ve imtihanlar olmasaydı, kötüler ile iyiler ayırt edilebilir miydi? Yalancılar ile doğrular bilinebilir miydi? Sahteler ile gerçekler anlaşılabilir miydi?

O çileler ve imtihanlar olmasaydı, Ebû Cehil ile Ebûbekirler tanınabilir miydi? Zulüm ile adâlet tesis edilebilir miydi? Cehennem ile cennet gerçeği bu fânî dünyada idrak edilebilir miydi?

Demek ki: İptal yok, kazanmaya bakmak var! Kazanmak, tabiî ki, «ene»lik penceresinde değil, sadece Hak katında. Yerde değil, göklerde.

Ey akıl sahipleri!

İdrak edin bütün bunları! Konuşurken kolay. Fakat yaşarken, çok sancılı. Lâkin neticesi müthiş bir huzur ve ebedî kolaylık.

Yine de; İnsan, nefsinin penceresinden baktığında her şeyi imtihansız olsun istiyor. Fakat diğer taraftan da kazanması gereken hasletler ve ulaşılması gereken gaye hususunda ihtiyacı her zaman daha fazla, daha zarûrî. Kimileri bu noktada sıkışıp kalmakta.

Hâsılı;

Ey basîret sahipleri!

İmtihanları iptal, insanların elinde değil.

Sâlih kulların da elinde değil.

Peygamberlerin bile elinde değil.

Cenâb-ı Hak, böyle takdir buyurmuş:

Bütün peygamberler ve onları takip eden sâlih insanlar, ancak sayısız imtihanları kazanmanın şartlarını ve gayretlerini öğreten, ama onları önce kendileri yaşayarak öğreten yegâne ve müstesnâ nümûneler.

O hâlde;

Ey çilekeş gönül!

İptal peşinde yorulma!

Kazanma yolunda ter dök!

Ve;

Hiçbir acı, zor ve ağır imtihanda bile sen ne vaziyette olursan ol, şeytanın yazdıklarını ve fısıldadıklarını asla okuma ve onlara sakın aldanma! Sadece Hakk’ın yazdıklarını oku, anla ve râzı olarak yaşa!

Bil ki;

Hakk’ın yazdıklarını, ne kendi elinle ne de başkalarının eliyle iptal etmek mümkün! Sen, sen ol; ancak ilâhî rızâyı kazanmanın yolunu ara, bul ve gerçekleştir!

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn!..