Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -23-

YAZAR : Mehmet MENCET

Kayınpederim Adana’da Sâmi Efendi Hazretleri ile tanışmış. O zamanlar büyük bir mânevî dünyası olduğu anlaşılan Adanalı Hacı Hasan Efendi’ye hizmet ettiğinden bahsetti. Uzun süre güzel hâtıralarını yâd etti, ancak bunları bana baştan anlatmadı.

O tarihlerde bu dünyadan habersizdim. 1973 yılında hâkim adayı iken, kayınpederim bir gün;

“Sen liseyi İstanbul’da okumuşsun, İstanbul Ramazanları farklıdır; izin al İstanbul Ramazanlarını tekrar görelim!” dedi.

Bir anda kendimi; hiç görmediğim ama çok etkilendiğim mübârek Sâmi Efendi’nin karşısında buldum. O mübârek zâtın Erenköy’deki köşkünde rahmetli Ömer KİRAZOĞLU ve on kişiye yakın ziyaretçisi vardı. İlk sohbetini hiç unutamam:

Beş-altı çocuk Adana civarında bir su değirmenine buğday öğütmeye gitmişler. Her nasılsa en arkaya bir Ermeni çocuğu kalmış. O da yolda giderken bir su arkına rastlayınca eşek ürkmüş; un çuvalı ileride düşmüş, çocuk başlamış ağlamaya. Hava kararmak üzere, etrafında da kimse yok. Çaresizlik içerisinde bildiği duâları okumuş, ama hiçbir karşılık alamamış. Bu sırada;

“–Mahalledeki Türkler böyle durumlarda; «Yâ Gavs!» diye yardım isterler. Ben söylesem acaba gelir mi?” demiş ve başlamış;

“Yâ Gavs!.. Yâ Gavs!..” diye çağırmaya. Bunun üzerine Abdulkādir Geylânî Hazretleri gelmiş;

“–Evlâdım korkma!” demiş, un çuvalını yüklemiş. Çocuğa da;

“Yarın mahallenin imamına git; müslüman ol, dînini öğren!” demiş.

Daha sonra Vahşî Hazretleri’nden bahsetti…

Bu ziyaret ve sohbet beni çok etkiledi. Dünyam değişti desem doğrudur. Bundan sonra bizden Fatih’te bulunan emekli Albay Vasi Kadir MİRZATAŞ ile görüşmemizi istedi. O da İskender Paşa Camii’nin yanında; çok farklı, mâneviyat ehli, kibar bir zât idi. Bana çok güzel hayat ölçüleri ve tecrübelerini aktardı.

Rahmetli Vasi Bey lise öğrencisiyken Özbekistan’dan Moskova’ya gelmiş;

“Senin ışığın Türkiye’de!” denince Batum’daki silâhlı askerlere rağmen; sınırdan kaçmayı başarmış, Artvin’den gemiyle İstanbul’a gelmiş, Askerî tıbbiye okumuş, Adana’ya tayin edilmiş. Orada Sâmi Efendi Hazretleri ile tanışmış ve onun mânevî terbiyesine girmiş. Böylece Fatih vazifelisi olmuş bir büyüğümüzdü.

Rahmetli kayınvâlidem Hatice Hanım, Sâmi Efendimiz’e ve tavsiyelerine gönülden bağlıydı. Fedâkârlık ve hizmeti her zaman ön plânda tutardı. Adana’da zor şartlarda daima; Adanalı Hacı Hasan Efendi, Yahyalılı Hacı Hasan Efendi ve Sâmi Efendimiz’in çevresinde bulunur, onlara destek olmaktan hoşnut olurdu. Akrabalarına ve çevresine çok düşkündü. Keskin ve Kırıkkale’deki arkadaşlarını bir araya getirmekten, onlara maddî ve mânevî destek olmaktan zevk alırdı.

Keskin’e gelen bir Danıştay üyesinin hanımı, çocukluk yıllarını Keskin’de geçirmiş. Bu sebeple Keskin’e ziyarete gelmişler. Tesadüf eseri karşılaştık, tarif ettikleri yerleri gezdirdim. Ağustos sıcağıydı. Yakın yerden geçerken;

“Burası kayınpederimin evi, buyurun biraz dinlenin!” dedim. Onlar da kabul ettiler. Güzel bir şekilde ağırladık, mutlu bir şekilde ayrıldılar. Bunun üzerine dostluğumuz arttı. Her meslekî problemimizde bizimle ilgilendiler.

1974 Kasım’ında hâkim adayı olarak Ankara’ya gittim. Hazine avukatlığından geçtiğim için, en son stajyer bendim. Herkes kur’ada doksana yakın belde çekti, en son bana da hiç ismini duymadığım Urfa Hilvan kaldı. Urfa, hayatımda derin izler bırakan yerleşim yeridir. Esat PARMAKSIZ, Hacı Kemal YETKİN, İbrahim İZGÖRDÜ, Tenekeci Mahmut gibi ağabeylerle her Pazar Urfa’da gönül sohbetlerine katılırdık.

Mâneviyat âlemi farklı bir dünya. Medine’den Alemdar Ağabey, Esat Ağabeye gönderdiği mektubunda; «Vasi Beyin talebesiyle ilgilen, onun dersleri ne âlemde?» diye sormuş. Ben de tam mektubu okurken dükkâna gelmişim. Esat Ağabey güldü;

“Bak senden bahsediyor. Vasi Beyin burada senden başka talebesi yok. Sen mânevî derslerini nasıl yapıyorsun?” diye sordu. O sırada Mehmet TEMİZ Ağabey Hilvan’a tayin oldu. O, takvâ ehli bir arkadaştı. Cemaat ehli, gayretli ve samimî bir kardeşimizdi. O kadar ki;

“Adâlet Bakanlığı; artık hâkim-savcı yerine, imam tayin ediyor. Şartlar değişti mi?” diye konuşan kimselerle karşılaştık.

Esat Ağabey ve Hacı Kemal Ağabeylerden hayat boyunca çok güzel düsturlar öğrendik. Edep, hizmet ve muhabbetin en güzel örneklerini bizlere nakşetmeye çalıştılar. Sünnete bağlılık, üstâda saygı, etrafa şefkat ve merhamet ile muamele konularında devamlı bizlere örnek oldular. Ömürleri boyunca bizlerin de bu mübârek yolu sevmemiz ve bu yolun hizmetinde bulunmamız için ve bu yola muhabbetle bağlı kalmamız için çaba gösterdiler, fedâkârlıkta bulundular.

Hilvan’dan sonra Ankara Sulakyurt ilçesinde üç yıl görev yaptım. Daha sonra hiç unutamadığım temiz, düzenli ve güzel insanların bulunduğu Tokat Erbaa’da görev yaptım.

1984-1988 yılları arasında Adana Kozan’da çalıştım. Kozan denince Mehmet SAVUR Ağabeyi unutmak mümkün değil. Çocuk yaşta Sâmi Efendimiz’in çevresinde olan; onun sevgisi ve maddî desteğiyle yaşayan Mehmet Ağabey, her ay bana penisilin yapardı. İlk tanışmamız böyle oldu. Kendisini görünce çok etkilendim. Sonra konuşunca, bu yolun mânevî büyüklerinden olduğunu anladım. Benim için Kozan, mânen huzur bulduğum bir ortam oldu. Sık sık görüşürdük. Niyâzî-i Mısrî, Şeyh Sâdî, Sâmi Efendimiz ve çok derin tarih ve kültür birikimiyle bizlere doyumsuz bir dönem yaşattı Mehmet Ağabey. Üstadlarımıza derin bir bağlılığı ve sessiz, gösterişsiz bir dünyası vardı.

1988 yılında ânîden Antalya’ya tayinimiz çıktı. Bir hayli tedirginlik yaşadık, ancak yaşadıkça bunların yersiz olduğunu anladık. En başta Musa Efendimiz’i yakından görmek, duâsını almak ve sohbetinde bulunmak nasip oldu.

1938’den beri devam eden, Antalya girişini güzelleştiren binlerce dönüm vakıf zeytinliği dâvâsı vardı. Yüce Allâh’a yalvardım;

“Geriye baktığımda, hiç olmazsa hâfızada kalacak güzel bir hizmet edeyim.” dedim. Yıllar önce çok güzel bir keşif tutanağı önüme geldi. Bu vesileyle problem çözüldü. Antalya’da kime sorsanız; bu zeytinlik, 226 parsel, bir de hava alanı karşısında Çamköy 229 parsel altında yüzlerce dönüm büyüklüğünde adeta şehirleşmiş yerlerin problemi vardı. Bu problemlerin ortadan kalkmasına vesile olmak nasip oldu.

2013 yılında emekli oldum. Bu arada çocuklarım da Antalya’ya yerleşti. Kızım Safa Nihan doktor oldu, diğer kızım Makbule Nisa Ziraat Fakültesinde yardımcı doçent doktor, Oğlum Mustafa Sami de İslamafobi teziyle doktor oldu.

Şairin dediği gibi;

İşte hancı! Ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim?