Harem-i Şerif’ten Hâtıralar -2- BİR MECZUBUN İKAZI

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

i_ozturk

 

«ÖNÜNDEKİ BEYTULLÂH’TAN GÖZÜNÜ AYIRMA FAKAT ARKANDA OTURAN BEYTULLÂH’I DA UNUTMA!»

2004 yılı umresinde idi. Gece saat 02:30 civarında, Harem-i Şerîf’e tavafa inildi. Peş peşe üç tavaf yaptıktan sonra; her zaman olduğu gibi, tavaf ve teheccüd namazlarımızı kılmak üzere; «Meczuplar Direği» diye bildiğimiz direğin yanında toplandık. Namazlarımızı kıldık, evradlarımızı, tesbihatlarımızı okuyup, derslerimizi îfâ ettik. Sabah ezanı okundu. Kardeşlerimizle birlikte sabah namazımızı kıldık. Allah kabul eylesin. Niyetimiz işrak vaktine kadar, tesbihatla meşgul olup, işrak namazını edâdan sonra otele gidip, istirahat etmekti.

Arkadaşlarımızın her biri müsait bulduğu bir yere çekilerek kimisi tesbih çekmeye, kimisi de Kur’ân okumaya başladı. Fakir de sırtımı; «Meczuplar Direği»ne vererek Kâbe’ye karşı ve Beytullâh’a nazar ederek; tevhîd-i şerîfi (gündüz dersimi) çekmeye başladım. Harem-i Şerif’te üç şeyden biriyle meşgul olmak lâzımdır:

-Ya tavaf etmeli,

-Ya namaz kılıp, ibâdetle meşgul olmalı,

-Ya da Kâbe’ye (Beytullâh’a) bakıp feyzinden istifade etmeliydim.

Bu niyetle tevhîd-i şerîfe devam ederken, dalgın bir vaziyette içimde bir düşünce hâsıl oldu;

«Önümdeki Beytullâh’tan gözümü ayırmamalıyım fakat, arkamdaki Beytullâh’ı da unutmamalıyım!»

Gayr-i ihtiyârî arkama baktım. Bir de ne göreyim… Bir saf geride; entarisi kirlenmiş, simsiyah olmuş, yer yer yırtıkları olan, başındaki takkesi eski ve yırtık… Eski libaslar içinde nur topu gibi bir delikanlı. Elinde tesbihi ile tesbihatla meşgul, gözlerinden hazin hazin yaşlar dökülüyordu.

Dikkatimi çekti ve âdeta gönlümü kendi gönlünün içine çekti. Ben de ağlıyordum;

«Benim yavrum, Rabbim seni ne güzel yaratmış. Allâh’ın merhameti senin üzerine olsun.» diye gönlüm inledi.

Evet; Beytullâh’ın etrafında da, gözlerimizi ihtiyaç sahibi kardeşlerimizden ayırmamak memuriyetimiz var.

Delikanlının gözleri, elektrik seyyalesi gibi parlıyordu. Hemen damadım Zeki Beyi çağırdım. Onunla konuşup, durumu ile ilgili haber getirmesini söyledim.

Zeki Bey gitti, 10 dakika sonra geldi. Delikanlının el-Ezher Üniversitesinde okuyan bir öğrenci olduğunu, babasının rahatsızlığı sebebiyle memleketine dönme durumunda kaldığını, dönerken umre yaparak dönmek için Mekke’ye geldiğini, üç gün sonra umreyi tamamlayıp dönmek istediğini, adının Uzeyr bin İbrahim olup, Malezyalı olduğu haberini getirdi.

Bunun üzerine Zeki Beye;

“Şimdi delikanlının yanına git ve onu şunları söyle:

«Kardeş, hocamın bana emri, sana ricası var. Beraber çarşıya kadar gideceğiz. Sizin için lâzım olan bazı şeyleri almamızı istediler. Sakın reddetme! Bu bana verilen bir görevdir, yerine getirmem lâzım.»” Delikanlı da bu teklifi kabul etti ve beraber çarşıya gittiler.

Damat Beye şunları tembih etmiştim:

“Çarşıya gidip delikanlının üzerine; elbise, iç çamaşırı, çorap, takkesine varıncaya kadar al, giydir. Şu harçlığı da kendisine ver. Maabde’deki otelimize gelmesini söyle. Adresimizi ver, gelme ricasında bulun, fakat ısrarcı olup, mecbur etme!”

Akşam otelde sohbetimiz vardı. Geldi, sohbete katıldı. Sohbetin açılış aşr-ı şerîfini Uzeyr bin İbrahim kardeşimiz okudu, sohbetten sonra ikramlarda bulunuldu. Aramızda topladığımız harçlığı da kendisine takdim edince, çok memnun olup gözyaşlarıyla duâ ettiler. Meğer cebinde metelik parası kalmamış. İçin için ağlamasının sebebi bu imiş. İşte arkamdaki Beytullah şimdi yanımda idi. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin.

Görebilmek; fakiri görebilmek, âcizi görebilmek, ihtiyaç sahiplerini görebilmek, hastaları görebilmek, düşkünleri görüp ellerinden tutabilmek ne güzel bir şey. Yapamaz isek ne büyük vebal.

Allah hepimize firâsetler ihsan eylesin inşâallah.

Evet, Uzeyr bin İbrahim artık bizim İbrahim olmuştu. Sohbetten sonra, bu yapılanın ne olduğunu sordu. Durumu izah edip tasavvufu kendisine anlattım, gerekli bilgileri verdim. Talip oldu. Evrâd-ı Nakşibendiyye’yi tam ders olarak aldı.

Üç gün Mekke’de bizimle kaldı. Sonra gözyaşları içinde kardeşimizi Malezya’ya yolcu ettik. Allah selâmet versin.

Uzeyr bin İbrahim kardeşimiz, umreden döndükten bir ay sonra bir mektup gönderdi. Babasının vefat ettiğini, annesinin ısrarı üzerine evlenme kararı aldığını, bir ay sonra düğününün yapılacağını ifade ederek bizi düğününe davet ediyordu. Çaresizdim, gitme imkânım yoktu ama, düğün hediyesi olarak bazı şeyleri gönderme imkânım vardı.

Mekke’de sohbet ederken; Türkiye hattı ile yazılmış Kur’ân-ı Kerîm’i çok arzu etmiş, bir de Türkiye haritasını ve bizim bulunduğumuz yerin işaretlenip gönderilmesini istemişti.

Fakir de bir zarf içerisine münasip bir miktar koyup «düğün hediyenizdir» yazılı zarfı ve Türkiye haritasını, Kur’ân-ı Kerim içine koyarak paketledim ve adresine gönderdim.

Tam bir ay sonra gönderdiği mektupta emânetlerin tam düğün günü, gelin alma saatinde eline ulaştığını yazıyordu. Allah; kardeşimizi, hem dünyada hem âhirette mesut ve bahtiyar eylesin inşâallah.

Kardeşimize Yüzakı dergisi aracılığıyla selâm ve sevgilerimizi, okuyucularımızın da selâmlarını arz ediyoruz.

Duâlar olsun ona,
Okurlarım sizlerden.
Malezyalı ihvâna,
Selâm olsun bizlerden…

(Gülzâr-ı İrfan)