GOL SEVİNCİ

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

fatih_garcan-yuzakidergisi-haziran2015

Kendisi için bu iş görüşmesi çok önemliydi. Mutlaka yetişmeliydi. Eğer bu işi bağlarsa, iş yerinde terfî etmesi bile söz konusu olabilirdi.

Tam gaz gidiyordu. Tarif edilen yere vardığında derin bir oh çekti. Çünkü misafirlerden önce gelmişti. Hemen telefona sarıldı:

–Alo! İyi günler. Ben buluşacağımız yere geldim efendim, bekliyorum.

–Kusura bakmayın Serdar Bey, biz biraz gecikeceğiz. Misafirlerimizin uçağı rötar yaptığı için biraz bekleteceğiz sizi…

–Hiç önemli değil! Rahat olun. Yaklaşınca haber vermeniz yeterli.

­­–Tabiî ki Serdar Bey, iyi günler.

–İyi günler.

Serdar, telâştan etrafına bakamamıştı bile. Şirketin proje alanı, genişçe bir yeşilliğin ortasında idi. Etrafına baktığında gördüğü müthiş manzara onu hayran bırakmıştı. Az ileride top oynayan çocukların sesleri, kuş cıvıltıları, çocukluk yıllarının renkli sayfalarına götürmüştü onu. Ofis ortamının yoğun ve sıkıcı ortamından biraz olsun sıyrılmak, çok iyi gelmişti. Düşkün olduğu iki şey geldi aklına:

Futbol ve arabalar…

Şimdi yoğun trafik sebebi ile araba hevesi, yerini neredeyse nefrete bırakmıştı; ama futbola ilgisinin pek de tozlanmadığını fark etti. Arabayı onlara yakın bir yere park edip delikanlıların şen şakrak oyunlarını seyre daldı.

İçlerinde en iyi oynayanlarından bir tanesi şık bir gol attı. Sonrasında da profesyonel futbolcular gibi yerde diz üstü kayarak attığı gole sevindi. Ama oturduğu yerden kalkarken yaptığı hareket, Serdar’ı beyninden vurulmuşa çevirdi. Çocuk, aynı hıristiyan futbolcuların gol attıktan sonra veya maça dâhil olurken yaptıkları istavroz çıkarma hareketini yapmıştı.

Serdar arabadan dışarı fırladı. Çocukların yanına kadar geldi. Aslında söyleyecek çok şeyi vardı; ama bir anda ne söyleyeceğini bilemedi.

Ne söyleyebilirdi? Nasıl söyleyebilirdi?

Hem çocuğun kalbini kırmamalı hem de yaptığı yanlışı fark ettirmeli idi. Fakat olduğu yerde yabancı idi. Kimseyi tanımıyordu. Çocuğu karşısına alıp konuşmak istese, kim bilir başkaları nasıl anlardı?

Bir müddet, bir eli başında bir eli belinde sağa-sola gitti geldi. Sonra biraz daha ileride evlerin önünde oturup sohbet eden kadınları gördü. “Belki içlerinden biri bu çocuğun annesidir veya tanıyordur. Önce durumu ona anlatıp bu meseleyi hâlledebilirim.” diye düşündü.

Müeddep bir şekilde yanlarına gitti ve selâm verdi:

–Selâmün aleyküm. Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim?

–Aleyküm selâm oğlum. Buyur sor. Önce şöyle bir otur bakalım.

–Sağ ol teyze oturmayayım. Vaktinizi almayacağım. Şu az ilerideki yeşillikte top oynayan çocukları soracaktım. Acaba sizden birilerinin çocukları mı?

İçlerinden bir bayan birden ayağa fırladı. Ellerini beline koydu ve sert bir üslûpla:

­–Evet de ne olacak?

–Yenge hanım, kanımı donduran bir sahneye şahit oldum. Mümkünse o delikanlının babası ile görüşüp delikanlının hatasını düzeltmek istiyorum. Göz yumabilirdim belki; ama yüreğim elvermedi. Belli ki delikanlı, müslüman bir ailenin çocuğu…

–Sana ne be adam? Hem sen kimsin? Sana mı düştü mahallenin çocuklarına edep-erkân öğretmek?

–Niye öyle diyorsunuz yenge hanım? Daha ne olduğunu bile…

Bayanlar arasından bir teyze konuşmaya müdâhil oldu.

–Ayşe! Kızım sen otur bakalım! Oğlum sen hangi çocuktan bahsediyorsun?

–Teyze, şu sırtında mavili gibi yabancı takım forması olan var ya, o.

–Bizim torun olur! Ne gördün bakayım sen onun müslümanlığında da öyle konuştun?

–Estağfirullah teyze! Elbet müslümanlığına sözüm yok; ama delikanlı gol attıktan sonra hıristiyanlar gibi istavroz çıkararak sevindi. Belli ki onun ne anlama geldiğini bilmiyor! Sırf meşhur futbolcularda gördüğü için onlara özenmiş olabilir. Ben sadece ona gerçeği anlatıp; yaptığının yanlış bir şey olduğunu öğretmek istiyorum.

Teyze, usulca yanındakilere istavrozun ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını sordu. Cevap ve tarifi alınca da elini birden ağzına kapatarak gelinine bağırdı:

–Abooov! Tövbe estağfirullah! Gelin koş, kocanı çağır hemen! Evlât, sen de geç otur, bizim oğlanı bekleyiver. Şu yakında çalışıyor, 5-10 dakikaya geliverir. Sonra babası ile beraber anlatırsınız. Yalnız bir şey isteyeceğim. Bizim oğlana biraz yumuşatarak anlat, hattâ torunla sen konuş. Şimdi bizimki sinirlenir, çocuğu dövüverir. Allah muhafaza! Çocuk din düşmanı biri olur çıkar karşımıza…

Teyzenin firâseti ve hassasiyeti Serdar’ı memnun etmişti:

–Tamam teyzeciğim sen merak etme! Allâh’ın izniyle tatlı bir şekilde anlatmaya çalışırız.

Teyze birden olduğu yere çöktü kaldı. Başını ellerinin arasına aldı:

–Vay başıma gelenler! Bunları hep o televizyon denen meretten öğreniyor yavrucaklar! Her eve de girdi…

–…

–Bey efendi hoş geldiniz. Benimle görüşmek istemişsiniz. İsmim Ahmet.

–Memnun oldum ağabey. Benim de Serdar. Şimdi şu yakışıklı sizin mahdummuş herhâlde. Ben az önce…

Serdar, durumu tüm ciddiyetiyle aktardı. Ahmet Bey, biraz da şaşkın bir şekilde:

–Tamam, meseleyi anladım da siz nereden ve nasıl denk geldiniz? Siz kimsiniz?

–Kusura bakmayın! Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben hemen şu alanda yapılması plânlanan bir inşaat için geldim. Bir inşaat firmasında çalışıyorum. Hissedarlar ve müteahhitlerle buluşacaktık. Onların uçağı rötar yapınca bana da bu arada vakit doğmuş oldu. Ben de etrafa bakarken sizin delikanlıları gördüm. O sırada da bu hareketi öyle görünce yüreğim el vermedi…

–Allah râzı olsun Serdar Bey. Ben onunla görüşürüm, size çok teşekkür ederim.

Serdar’ın teyzeye verdiği söz aklına geldi:

–Ahmet Bey, isterseniz beraber görüşelim. Olayın akışını olduğu gibi anlatırsak belki sizin için daha kolay olur. Aksi takdirde size karşı farklı bir duyguya kapılabilir. Size karşı soğuyabilir. Siz onun yapmış olduğu şeyi dinleyin ve sadece üzülün!

–Eee sonra?

–Sonrası ben tatlı tatlı anlatır, derdimizi fark ettirmeye çalışırım. Zeki bir çocuğa benziyor, bence sandığımızdan kolay olacak.

–İnşâallah… Eğer bu işi dediğin gibi hâlledersen sağlam duâmızı alırsın.

–İnşâallah. Çocuğunuzun adı ne idi?

–Mehmet Emin.

–İsmi ile müsemmâ olur inşâallah.

Serdar, Mehmet Emin’i yanına çağırdı. Elini omzuna koydu. Bir iki girizgâh cümlesinin ardından; farkında olmadan yapmış olduğu hareketin ne anlama geldiğini, bu hareketin dînimizde de örf ve âdetlerimizde de yeri olmadığını sabırla anlattı. Mehmet Emin de usulca dinledi ve:

–Serdar Amca ben camiye gidiyorum. Kur’ân’a geçtim, Fil Sûresi’ni ezberliyorum. Ben gerçekten o işaretin ne olduğunu bilmiyordum. Bir daha yapmayacağım!

Mehmet Emin’in yaşına göre göstermiş olduğu olgunluk, Serdar’ı hayran bırakmıştı.

Serdar, durumu Ahmet Bey’e anlatınca Ahmet Bey, Serdar’ın elini öpmeye kalktı:

–Ağabey eğer sen fark etmeseydin veya göz yumsaydın kim bilir bu durum ne zaman, ne şekilde karşıma çıkardı? Allah râzı olsun sizden…

–Estağfirullah ağabey! Beni buraya memur edene hamd etmek ve binlerce kez şükretmek lâzım. İnanır mısın ben randevuya yetişeceğim diye bastım geldim; belki biraz daha geç kalsa idim görmeyebilirdim? Ben burada sizin helâl lokma hassasiyetinizi ve samimiyetinizi görüyorum. Siz tertemiz olunca, Allah beni buraya memur etti ve bu âna beni şahit kıldı.

Bu arada Serdar’ın telefonu çaldı. Arayan, beklediği misafirdi.

Serdar:

–Gördün mü ağabey? Bak vazife bitti, hemen telefon çaldı.

–İnşâallah senin de cennet sakini evlâtların, helâlinden bol bol kazancın olsun.

–Elhamdülillâh. İşte sizin gibi bir ağabeyim ve Mehmet Emin gibi bir yeğenim oldu. Şu an, içinde bulunduğum mutluluğu tarif bile edemem. Bu meselenin hayra dönüşmüş olması beni o kadar çok memnun etti ki anlatamam.

Serdar, müsaade alıp ayrılacağı sırada Mehmet Emin’in babaannesi Serdar’ın arabasının yanına kadar gelip bizzat teşekkür etti:

–Allah râzı olsun evlât. Rabbim de senin işlerini görünmez yerlerden kolaylaştırsın, evine bereket ve huzur versin…