Geç Kalmadan; HAYRA KOŞALIM!..

YAZAR : Sami GÖKSÜN

sami_goksun-yuzakidergisi-ekim2015

Müslüman, hayır ve iyilik için ömrünü değerlendiren hizmet insanıdır. İyiliği nerede görürse sever ve hemen yapmaya koyulur. Hayatta birçok alanda insanlar bir şeylerin peşinde koşup durmakta, âdeta birbirleriyle yarışmaktadır. Bu yarışta müslüman, hayır ve iyilik tarafında yerini almalıdır. Bunu yüce Rabbimiz bir âyet-i kerîmede şöyle tâlimat buyuruyor:

“Yarış edercesine hayır işlerine koşun.” (el-Bakara, 148)

Ayrıca Mâide Sûresi 2. âyet-i kerîmesinde de Cenâb-ı Hak bu meyanda;

“İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın. Günahta ve haddi aşmada birbirinizle yardımlaşmayın.” buyurmaktadır.

İyi, faydalı işler ve hizmetlerde ferâsetli davranıp, fırsatları hemen değerlendirmek; bu konuda acele etmek, yüce dînimizin; «Acele ediniz!» diye tavsiye ettiği noktalardan birisidir.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ten rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zaman insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler, mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dîni küçük bir dünyalığa satar.” (Müslim, Îmân, 196)

Hayırlı ve iyi işleri yapmayı nefsimiz ve şeytan istemez. Bu, onlara çok ağır gelir. Onun için de bu tür işlerin tehir edilmesini isterler. Oysa gelecek günlerin neler getireceği hiç belli olmaz.

Hayır ve iyilik yolunda harcayacağımız her bir gram enerjinin karşılığının olacağını yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle belirtmektedir:

“Kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını görür.” (ez-Zilzâl, 7)

Yaşanmış bir hâdise olması sebebiyle tarihte kudretli bir şahsiyet olan Evrengzib Şah’ın ölümünden sekiz gün önce oğlu Âzam Şah’a yazdığı çok ibretli bir mektubu sizlerle paylaşmak isterim:

“Oğlum! Afiyette dâim ol! Sağlıcakla kal! Kalbim senin sevginle ve senin iyiliğin için çarpıyor. İhtiyarlık geldi, bedenimden gücümü aldı götürdü. Gözlerim şimdi görmüyor.

Cennet inancı, insanlara dünyadan ellerini çekme zamanında bir iç rahatlığı veriyor. Ne mutlu bu iç rahatlığı içinde ve cennet ümidi ile gözlerini kapayanlara!

Oğlum! Bu dünyaya bir garip yolcu olarak geldim, gene bir garip yolcu olarak gidiyorum. Ne olduğumu bilemedim. Nereye gittiğimi de bilemiyorum.

Saltanat, zafer, kudret ve iktidar yollarından sonra arkada ne kaldı?

İşte şimdi amel terazimin kefelerinde iki şey var:

İşlenen iyilikler; önlenemeyen ve işlenen günahlar, suçlar. Hangisi ağır basarsa, ömrün ölçüsü işte budur oğlum.

Kudret zamanında şefkatli mi idin? Affetmesini bildin mi? Karşındaki suçlu olsa da onu müsâmahanın okşamasıyla sarabildin mi?

Hastaya şifâ, aç olana yiyecek, çıplak olana giyecek, hasret içinde olana kavuşma sunabildin mi? Hakkı haksızlıktan ayırabildin mi?

İşte amelleri iyilik ve hayırları ölçen terazinin kefesine ağırlık olan; altından değerli, pırlantadan pahalı, zümrütten kıymetli şeyler bunlardır.

Olgun insan odur ki; bunların değerini can tenden çıkmak üzere iken değil, ölümün hatırlanmadığı delikanlılık çağından itibaren bilir ve onları kafasına ve gönlüne ışık kaynağı, ilham kaynağı yapar.

Oğlum! Ya terazinin keder kefesinde neler var? Günah denen şey, gönlüne sadece keder veren şeydir. Bu keder iyi amellerin yokluğundan, günahların çokluğundan doğar.

Hoşgörü, yerini kin ve intikama; sükûnet, yerini hiddete; hak, yerini haksızlığa; şefkat, yerini merhametsizliğe bırakırsa; işte o zaman benliğinde keder ağacı filizlenir. Cehennem dediğimiz şey de işte bu günah ve keder filizleri ile örülür.

Oğlum! Zamanımızın boşa geçtiği endişesi yüreğimde devâsı olmayan bir hastalık gibi çöreklenmiş yatıyor. Zaferler, savaşlar, dudaklarımın arasından çıkan sözlerle bağışlanan veya son bulan haklar ve hayatlar…

Şimdi bunların hepsi birer efsane. Bu gerçeği gençlik ve iktidar çağımda anlayabilseydim; elbette işlerimde daha düşünceli, daha dikkatli olurdum. Davranışlarımda haksızlık ve müsâmahasızlıktan daha çok çekinirdim.

İnsanların en büyük kusuru nedir bilir misin oğlum?

İnsanların gözleri ne önünü ve arkasını ve ne de içini görebiliyor. Hayatın devamlı olmadığını, ancak son nefesin bedenden çıkmak üzere olduğu anda anlayabiliyoruz. Fakat Ömer Hayyam’ın dediği gibi; o zaman ömür gemisi, hayat limanından demir alıp kalkmış oluyor.

Dinle oğlum! Ölüm istikbalden bir şey ümit edilemediği anda başlar. İnsan kendi geleceği hakkında böylesine çaresizlik içinde iken, bir sürü insanların yüklerini sırtlamak ne demektir!?. Gel gör ki bunun vebal korkusu; ancak, beller iki büklüm, gözler fersiz kalınca düşünülür oluyor.

İşte oğlum sana öğüdüm odur ki, herkesin varacağı büyük imtihan gününe sen de hazırlanmalısın. O güne şimdiden, fırsatlar elden gitmeden hazırlanmalısın. Ben bu imtihanı vermek üzere aranızdan ayrılıyor ve Hâlık’ın huzûruna gidiyorum.

Kardeşlerini evvelâ Allâh’a, sonra da size emânet ediyorum. Hasta anneniz, ebedî âleme giden yolculuğumda bana refakat etmek istiyor. Bu cihana arzumuzla mı geldik ki, istediğimiz zaman gidelim?

Hâdiselere yön veren yüce Allâh’ın tespit ve tayin ettiği an gelmeden bir yaprak dahî kıpırdayamaz. Bize düşen sadece gücümüzü hayra ve iyiliğe kullanmaktır.

Sizi Allâh’a emânet ediyorum! Siz de hak yolunda dâim olunuz!”

Evrengzib Şah’ın ölüm döşeğinde yazdığı bu ibretli mektup hepimize hayat yolculuğunda rehber olacak özde ve değerdedir.

Yukarıda da zikredildiği üzere iyiliği iyilik olarak takdir etmek ve yerine getirmek lâzımdır. İyiliği küçük görmek, önemsememek; iyilik duygusuna sahip olmamaktan ileri gelir.

Efendimiz bu mevzuda şöyle buyurmaktadır:

“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi (tabiî) bir iyiliği bile sakın küçük görme.” (Müslim, Birr 144)

Geleni güler yüzle karşılamak da başlı başına bir sâlih ameldir.

Yine küçük gibi görülen, fakat neticesi fevkalâde hayır olan şu mevzuda da Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar ki:

“–Vaktiyle bir insan yolculuk hâlindeyken çok susamıştı. Bir kuyuya rast geldi ve içine indi. Su alıp dışarıya çıktı. O esnada bir de baktı ki, dili susuzluktan bir karış dışarı çıkmış soluyan bir köpek gördü. O köpek susuzluktan nemli toprağı yalıyordu. «Bu köpek de tıpkı benim gibi susuz kalmış,» deyip hemen kuyuya indi, mestini su ile doldurup ağzı ile tutup yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Onun bu davranışından Allah Teâlâ hoşnut ve râzı oldu ve adamı bağışladı.”

Ashab;

“–Ey Allâh’ın Rasülü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı?” dediler.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Her canlı sebebiyle sevap vardır.” (Buhârî, Müsâkât, 9)

Hulâsa; her noktada iyilik ve hayır yapmalı, çocuklarımızı da hayra ve iyiliğe teşvik ederek alıştırmalıyız. Bunu da yaparken birbirimizle yarış hâlinde olmalıyız. Unutmamalıyız ki dünya ve âhirette mesut ve mutlu olmanın yollarından biri de iyilik ve hayır yapmaktır. Böylece iyi ve hayırlı insanlar sınıfına dâhil olabiliriz.

Cenâb-ı Hak; bizleri daima hayır ve iyilikte birbiriyle yarış yaparak takvâya ulaşmaya, neticesinde de kalb-i selîm ile son nefesimizi verip, kendine kavuşmaya nâil eylesin. Âmîn…