Fedâkârlık Muhabbetin Mahsulü, ZAFERLER FEDÂKÂRLIĞIN İKRAMIDIR

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

m_a_esmeli

 

İnkâr ve şirk hastalığı salgındı.

En doğru îmân için Hazret-i Peygamber, önce muhabbeti tattırdı gönüllere. O’nu canlarından daha çok sevdiler. Sevdikçe îmânın hakikatine erdiler. Her türlü kötü inançtan ve sapık inanışlardan böyle temizlendiler.

Haksızlık ve zulüm, zirvedeydi.

En doğru adâlet ve hakkaniyet için Hazret-i Peygamber, yine önce muhabbeti tattırdı gönüllere. Gönüller adâlete ve hakkaniyete âşık oldu da zulüm ve haksızlıktan nefret etti. Düşmanlıklar dostluklara dönüştü.

Zayıf ve garipler, kimsesizdi.

Onlara en doğru şekilde merhamet ve şefkat için Hazret-i Peygamber, yine önce muhabbeti tattırdı yüreklere. Etrafında pervâne olan o yürekler, kerem ve cömertlik âbideleri hâline geldi. Zayıflar güçlendi, garipler sahiplenildi, kimsesizler yalnızlıktan kurtuldu.

Dünyanın dört bir yanı medet bekliyordu. Milletler ve ülkeler can çekişiyordu.

Bütün cihanın yegâne hidâyetle buluşması için Hazret-i Peygamber, yine önce muhabbeti tattırdı yetiştirdiği sadırlara. Onlar, en uzak kıtalara bile kuş oldular, uçtular.

Bu muhabbet, içlerinde öyle sönmez bir sevda idi ki; malları ve canları bir çırpıda Allah yolunda seve seve fedâ etmenin özüydü.

Yer-gök şahit:

Hazret-i Peygamber’in bizzat eğittiği sahâbe-i kiram denilen talebelerinin bütün özellikleri üstün, mükemmel ve sayısız. Fakat îman dâhil bütün hasletlerinin özünde Peygamber eğitimiyle aşılanmış şu iki özellik mevcut:

‒Kusursuz bir muhabbet,

‒Kusursuz bir fedâkârlık.

Çünkü bunlar olunca îman, gerçek bir îman.

Bağrında bunlar bulunanlar, Efendimiz’in her emrine ve arzusuna;

«Lebbeyk!» dediler.

Gösterdiği her bir hedefe; «Lebbeyk!» dediler.

Her müjdesine; «Lebbeyk!» dediler.

Her istikametine; «Lebbeyk!» dediler ve Çin’e, Semerkant’a, Afrika’ya, Anadolu’ya ve İstanbul’a kanat açtılar.

Bir bakışına bile; «Lebbeyk!» dediler ve can verdiler.

Böylece;

Muvaffak ve muzaffer oldular. Yegâne ve nümûne oldular.

Bedir günüydü. Hazret-i Peygamber sordu:

‒Ne dersiniz?

Dediler ki:

«‒Biz eyledik sana îman ki, yâ Rasûlâllah,
Getirdiğin yüce Kur’ân’a hak dedik billâh!
Kabul buyur, Sana tam ittibâya öz verdik,
Bu ten ve cânı ebed, biz fedâya söz verdik!
Berâberiz ebediyyen Sen’inle ey Ankā,
Yemînimiz, Sen’i peygamber eyleyen Hakk’a!
Nasıl dilersen o sûrette ferman eyle bize,
Çekinmeyiz, gireriz biz, girin desen denize!
Sen’inle ok gibi her hamlemiz bizim ileri,
Kasem bu, hiçbirimiz kalmayız bu yolda geri!»

İşte bu muhabbet ve fedâkârlık, Bedir’de emsalsiz bir destan yazdırdı. Uhud’da ise ağır imtihanlar üzerine bambaşka bir şana tuğrâ çekti. Hendek’te ayrı bir dirâyet imzası attı. Hayber’de de bambaşka şahlandı. Huneyn’de biraz sendelese de hemen kendine geldi ve yine zafere ulaştı. Mekke fethinde şükür ve affın sembolü oldu. Tebük’te tahammül ötesi bir imtihan hikmeti ve ibretleri sergiledi.

Cellâtların önünde krallara Hazret-i Peygamber’in hidâyet mektuplarını şecaatle ve dimdik okudu.

Sonra;

Arkadan gelen nesillerin gönüllerine ulaştı. Dâhil olduğu her gönlü birer dâhî eyledi.

I. Murad Han’ın bağrında Kosova’yı fethedip şükrâne olarak kurban oluşun hamlesi oldu. Oralarda asırlardır secde eden insanların bulunuşu, o kurbanın sadaka-i câriyesidir.

Sonra;

21 yaşındaki Sultan Mehmed’e;

«‒Ya İstanbul beni alır ya ben İstanbul’u!» dedirterek gemileri karadan yürüttü.

Onun askerlerine, surlara tırmanırken;

«‒Çok şükür, şehidlik sırası bizde!» dedirterek fethe kurbanı oluşun yarışını gösterdi.

Genç Mehmed’i Fatih eyledi. Üsküdar ile İşkodra’yı kardeş eyledi. Solmaz mührü de, oradaki sadık ve samimî müslümanlar oldu.

Sonra;

Fatih’in şahsında bir adâlet sembolü oldu. Koca Sultan, yanlışlıkla elini kestirdiği bir gayr-i müslim karşısında haksız bulundu ve elinin kesilmesine karar verildi. Fatih karara baş büktü. O gayr-i müslim de, buna hayran kalarak müslüman oldu ve hakkından vazgeçti.

Sonra;

Çanakkale’de bir başka destan oldu. Kurtuluş harbinde bir başka destan yaşandı. Günümüzde de bir benzeri yaşanıyor.

Çünkü;

Bütün zaferler, fedâkârlığın ikramı. Bütün fedâkârlıklar da, gerçek bir muhabbetin mahsulü.

Eğer;

Bu ikisi hakkıyla varsa, her mücadele, kazanılmıştır. Çünkü hakikî şehidler, daima zafer getirmiştir. Çünkü metafizik kuvvet, sayıca çok fazla olan fizikî güçlere de galebe çalmıştır. Lâkin muhabbet ve fedâkârlık yoksa, îmanlar da sakat, başarılar da kötürüm. Yani nefsâniyete esir molozların öldüğü yerde mezbelelik var.

O hâlde bugün;

Allah için olan gayretleri inceden inceye tefekkür etmemiz lâzım. İlk kaynağındaki gibi bir muhabbet ve fedâkârlık var mı? Yine tarihi tefekkür etmemiz lâzım. Ufuklara bakıp görmemiz lâzım:

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..

Unutmamalıyız ki;

Zaferler getiren muhabbet ve fedâkârlık, hiçbir yorgunluk vermez ve asla üşengeçlik tanımaz. Nitekim Fatih’in yiğitleri, gemileri karadan yürütürken yorulmadılar. Şehid olurken de âcizlik içinde olmadılar. Kevser şerbeti gibi doyumsuz bir zevkle yudumladılar şehâdeti.

Dolayısıyla mesele;

Hazret-i Peygamber’den tahsil edilen o muhabbet ve o fedâkârlık. Zira düşmanların hücumları çok, fakat bugün bilhassa bu iki hasleti yok etmek üzere sayısız zehirler saçıyorlar mü’min dimağlara. Müslümanlardaki birlik ve dirliği dağıtmak için. Maalesef o zehri yutanlar Efendimiz devrinde de bugün de ancak nifak tohumu yutmuş olanlar. Allah muhafaza!

Velhâsıl çare;

Bugünlerde o muhabbet ve fedâkârlığa daha fazla sarılmak. Samimiyetle sarılmak, lâkin sımsıkı.

Yâ Rab!

Nasîb Eyle!

Âmîn!..