Evlâtlarımızla Beraber Hakk’a

YAZAR : Sami GÖKSÜN

sami_goksun_yuzakidergisi_temmuz2016

Dînimiz İslâm, eğitim ve öğretime ayrı bir önem vermiştir. Dînî, millî ve ahlâkî hakikatlerin iyi bir şekilde hazmedilerek müslümanlara öğretilmesi, aynı zamanda Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in de bizlere bir tavsiyesidir. Hira Mağarası’nda Cenâb-ı Hakk’ın Peygamberimiz’e, vahiy meleği Cebrâil vasıtasıyla ilk emir olarak; «Oku!» buyurması da bu gerçeği ifade etmektedir. Bu emirle birlikte; ilim, kalem, insan gibi eğitim ve öğretim için gerekli olan unsurlardan bahsedilmesi; dînimizin okumaya, eğitim ve öğretime; kâinâtı Cenâb-ı Hakk’ın nazarıyla görmeye ne derece kıymet verdiğini vurgular.

Yüce Rabbimiz ve Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; özellikle çocuklarımızın eğitimi ve öğretimi konusunda, müslümanları titizlikle uyarmıştır. Yüce dînimizin bildirdiği gerçeklere göre, bütün insanlar İslâm fıtratı ve tabiatı üzere doğar.

Daha sonra ana-baba, toplum, eğitim ve öğretim kurumları ve çevre, çocuğa hangi duygu ve düşünceleri aşılarsa; çocuk da o düşünce ve duygularla büyür, gelişir ve yetişir. Bu yüzden çocuklarımıza dînî ve millî bilgileri, gelenek ve göreneklerimizi öğretmek, en önemli vazifelerimizdendir. Sevgili Peygamberimiz bu gerçeği bildirmek için şöyle buyurmuşlardır:

“Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu hıristiyanlaştırır, yahudileştirir veya mecûsîleştirir.” (Buhârî, Tefsîr Rûm, 2)

Çocuklar Cenâb-ı Hak tarafından ana-babalarına, şekilsiz birer plâstik madde ya da hamur hâlinde verilir. Çocuklara istedikleri şekli verenler; ana-babalardır, toplumdur, eğitim ve öğretim kurumlarıdır.

Bütün bu hakikatlerin farkına varmamız gerekiyor. Millet olarak, kurumlarımız olarak, sivil toplum kuruluşlarımız olarak bu önemli meseleye hep beraber omuz vermeliyiz. Yoksa geleceğimiz farklı şekillenebilir. Bu noktada evlâtlarımızın şuurlu yetişmeleri için onlara; yüce Yaratıcımız’ı, Peygamber Efendimiz’i, kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’i, kelime-i şahâdeti ve kelime-i tevhîdi, îmânı, İslâm’ı ve yüce ahlâkını çok iyi öğretmeliyiz. Namaz, oruç, zekât, hac ve kurban gibi ibâdetlerimizi çok iyi anlatmalı ve uygulamalı bir şekilde onlara idrak ettirerek yaşamalarını temin etmeliyiz.

Bu şekilde yetişen bir nesil ve bu nesillerin meydana getireceği millet, geleceğinden emin olabilir. Bu duyguları elimizden almak için; yıllarca, dış güçler ve onların içerideki uzantıları büyük gayretler gösterdiler. Memleketimizde aslı Arapça olan ezân-ı Muhammedî’yi on sekiz yıl Türkçe okuttular. Kur’ân eğitim ve öğretimini yasakladılar. Bu işi yapmaya çalışanları hapislere attılar, işkenceler yaptılar. Bu hakikatleri iyi anlayıp, fert olarak evlâtlarımızı ve müslüman toplum olarak neslimizi çok iyi yetiştirmeliyiz. O zaman daha güçlü bir millet hâline gelebiliriz.

Böyle olursa bir millet; vatanı, dîni, dili, tarihi, kültürü, gelenek ve göreneklerine bağlılığı ile yaşayan milletler topluluğu içinde var olma gücünü ve kuvvetini kazanır. Bu özellikler; aynı zamanda bir toplumu millet yapar, güçlü devlet yapar. Allah korusun tersi bir durumda milletler şahsiyetlerini kaybeder ve yüce ideallerini kaybedip zayıf düşer. Başka kültür ve medeniyetlerin potasında eriyip giderler.

Böyle toplumların belirtilen özellikleri, toplumda yaşayan fertlerin de değişmez özellikleri hâline gelir. Bu ortamda yaşayan fert de şahsiyetini kaybeder. Yüce ideallerini unutur. Taklitçi olur, gününü gün etme kaygısına düşer. Menfaatten başka bir şey düşünemez hâle gelir.

Bu mevzuda devlet, müesseseler, sivil toplum kuruluşları ve kendilerini mes’ul görenler; geleceğimizin teminatı olan genç kuşaklarımıza millî ve mânevî değerlerimizi çok iyi bir şekilde öğretmeyecek olursak, gelecekteki nesillerimiz millî olamazlar ve mâneviyat içerisinde büyümezler. Yabancı kültürlerin, yabancı dinlerin, yabancı âdetlerin, yabancı milletlere ve dinlere ait gelenek ve göreneklerin etkisi altında kalarak; millî ve dînî duygulardan, düşüncelerden, gelenek ve göreneklerden uzaklaşırlar. Bunları sevmez, bunlardan zevk almaz olurlar, haysiyetsizleşirler. Özümüze ait olan her şeyden uzaklaşırlar. Bütün bunlar da öz değerlerimizin kaybedilmesi anlamına gelir. Bunun telâfisi ise oldukça zordur.

Zamanımızda, milletler kendi düşüncelerini başkalarına benimsetmek için büyük çaba harcamaktadırlar. Böyle bir ortamda; millî ve dînî varlığımızı, gelenek ve göreneklerimizi koruyabilmek için bizim de var gücümüzle çalışmamız gerekiyor. Özellikle yavrularımızın eğitim ve öğretimine ve bu noktada güzel yetişmesine büyük özen göstermeliyiz. Onların gerçek ilim ve irfanı öğrenmelerini temin etmeliyiz. Dünya diplomaları için gayret ettiğimizden daha çok âhiret diploması için de uğraşmalıyız.

Yavrularımıza mânevî hayatımızda çok önemli bir yeri olan Ramazân-ı şerifleri, Ramazan ve Kurban Bayramlarımızı idrak ettirerek, önemini anlatmalıyız. Bunlardan başka; Kadir, Berat, Mîrac, Regāib gibi kıymetli fırsat gecelerini iyi hissettirmeliyiz. Milletimizin hayatında önemli gün ve geceler de bulunmaktadır, onları da iyi anlatmalıyız. Cami ve camide toplu olarak yapılan ibâdetin önemini, onlara benimseterek yaptırmalıyız.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in de belirttiği gibi; büyüklerimize saygıyı, küçüklerimize sevgi ve merhameti onlara iyi öğretmeliyiz. Onlara merhametin genel olmasını yani mahlûkāta şâmil olmasını öğretmeliyiz ve yaşayıp hissettirmeliyiz.

Misafirin Allâh’ın bir ikramı olduğunu, onu ağırlamanın âhiret inancından kaynaklandığını anlatmalıyız.

Akrabalar arasındaki bağların güçlü olması gerektiğini, onlarla münasebetin kesilmemesi gerektiğini yaşayarak fark ettirmeliyiz.

Komşuluk hakkının önemini, komşularımızla iyi geçinerek onlara hissettirmeliyiz.

Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmemiz gerektiği anlayışı ile hareket edip, toplum huzurunun temininin de bu duygunun en önemli âmili olduğunu iyi vurgulamalıyız. Yoksullara, yetimlere, düşkünlere yardım elini uzatmak; hayatın sıkıntılarını göğüslemek; bağışlama, doğruluk, sözünde durma, güven verme, güler yüzlülük, dostluk, tevâzu, yumuşak huyluluk, çalışkanlık, şecaat, adâlet, vakûr bir duruş gibi yüksek ahlâkî değerlerimizi onların yaşamalarına yardımcı olmalıyız. Bu ve buna benzer İslâm ahlâkının güzellikleri ile yavrularımızın da ruhlarını donatmalarına öncülük etmeliyiz.

Onlara güzel ahlâk örnekleri ile yol göstermeliyiz. Böyle yapmak, onların dînî, millî ve ahlâkî gelişmelerinde çok daha etkili olur. Sevgili Peygamberimiz’in de eğitim ve öğretim metodu böyle idi. O hem söyler, söylerken de kendi hayatında güzel ahlâk örnekleri vermeyi seçerdi. Başkalarına verdiği öğüdü bizzat kendisi fazlasıyla yaşardı.

Bizler de kendimize gelmeliyiz, kimlik ve kişiliğimizi, benliğimizi, millî ve mânevî değerlerimizi öğrenmede, yaşamada ve çocuklarımıza öğretip yaşamalarını sağlamada bu yüce metodlardan yararlanmalıyız. Nişan, düğün ve sünnet merasimlerimizi meşrû ölçüler içerisinde yapmalıyız. Çocuklarımızı şuurlandırmalıyız. Başkalarını taklit etmenin zararlarını ve bu davranışların; milletlerin, ailelerin, yok olmasına sebep olabileceğini anlatmalıyız. İslâm’ın ve Kur’ân’ın yolundan ayrılamayacağımızı onlara göstermeliyiz.

Öyle bir nesil yetiştirelim ki; biz âhirete göçtüğümüzde bize hayır duâ etsin, kesilmeden sâlih amellerin gelmesine vesile olsun. Vatan, millet, din, îman ve mukaddesat uğrunda can vermeyi; cana minnet saysın. O zaman işte gelecekteki zaferler Allâh’ın izniyle müslümanların olacaktır.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurur:

“İnsan ölünce ameli kesilir. Ancak şu üç hâl müstesnâ:

•Sadaka-i câriye,

•Kendisinden faydalanılan ilim,

•Kendisine duâ eden sâlih evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14)

Biz de iyi yetişmiş, terbiye edilmiş, millî ve mânevî duygularla bezenmiş çocuklar yetiştirelim ki, öldükten sonra arkamızdan duâ etsinler ve faydalı bir nesil olsunlar inşâallah.

Rabbim bizlere idrak nasip eylesin…

Âmîn…