99 beyitte Hakk’a Yolculuk Destânı: HİCRET YOLLARINDA NEBÎ…

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Yegâne müjde iken, merhamet iken, heyhat,
Nebî’ye Mekke’de hiç kalmamıştı hakk-ı hayat;
O Cân’a kıymaya kastetti zorba müşrikler,
O anda nezd-i Hudâ’dan haber ulaştı, meğer;
Sonunda hicret imiş, Son Nebî’ye son çâre,
Buyurdu ufka bakıp Mustafâ, Ebûbekr’e:
–Usulca sen de hazırlan, yakında hicret var!
Ebûbekir heyecanlandı, düştü kalbine nâr:
–Bu can sizinle berâber mi yâ Rasûlâllah?
–Evet, buyurdu Nebî: Durma ey vefâ-yı sabah!

Alî’ye hem dedi hicret için gelince saat:
–Benim yerimde bu akşam, eyâ Alî, sen yat!
Benim şu hırkamı örtün, çekinme, çekme keder,
Ve her emâneti tek tek kiminse onlara ver!
Tamâm olunca vazîfen, gecikmeden yola çık,
Koşup yetiş bize, olsun yolun ta Arş’a açık!

O şanlı yolcu henüz, çıkmadan, evinden aman,
Kuşattı hâneyi kātiller, ellerinde ziyan.
Vakār içinde Nebî, baktı kaynayan girişe,
Ne bir telâş, ne tereddüt, ne duydu endîşe;
Avuçla toprak atıp tozdan örtüler dokudu,
Çıkıp şu âyet-i Yâsîn’i her adım okudu:
“Biz onların çekerek ön ve arkasından set,
Kuşatmışız; göremezler bakınsalar da ebet!” (Yâsîn, 9)

Adamların süzülüp geçti içlerinden Nur,
Ne muhteşemdi dışardan görünmeyen bu zuhur.
Evet, görünmedi hiç nûru görmeyen göze O,
Göründü gün gibi sevdayla seyreden öze O.

Ebûbekir ile sessizce çıktı yurdundan,
Seğirtti kanlı sefiller, duyunca ardından.
O hisli yolcu, o gün şehre son defâ baktı,
O ayrılıkta gözünden keder ve dert aktı.
Tezâd-ı Mekke’de hicranla daldı kumlu çöle,
Ziyâde hüzn ile dönmüştü kalbi sanki göle.

Nasıl Nebî’ye revâ gördüler bu ayrılığı!
Şiâr-ı Mekke’ye var mıydı zerre gayrılığı?
Kopardılar vatanından nasıl yetim kalbi,
Hirâ’ya, Kâbe’ye; «Vâh elvedâ» deyip de Nebî!
İçin için dedi: “Doğdum içinde ey Mekke,
Bırakmadım, ama mecbur bıraktılar terke!
Üzülme, bekle, yetîm Ahmed’in dönüp gelecek,
Kucaklayıp seni tekrar yüceltecek bu yürek!”

Zaman tutuldu o an, başka türlü ân oldu,
O kutlu yolcuya hicret için liman oldu.
Serildi altına sahrâ, süzüldü çölde Nebî,
O’nun tıkanmadı Allah diyen geniş kalbi.
O’nun bu hicreti, hamleydi çölde rahmet için,
Bu hamle oldu fütûhat, bütün bir ümmet için.

Ezelde bestelenen bir nidâya hicret bu,
Bu ten içinde gönülden Hudâ’ya hicret bu!
Hemen ve şimdi günahtan sevâba göçmek bu,
Uyan; mekâna değil, son kitâba göçmek bu!
Bu hamle zulmü adâletle bertaraf gücüdür,
Bu hamle, kahrı yenen merhamet ve af gücüdür.
Bu hamle, kaybederek tam kazanmanın hüneri,
Bu hamle, Dürr-i Yetîm’in Muhammedî zaferi!
Bu hamle, sabr ile sonsuzluğun ezel kârı,
Muhâcirîni yüceltip büyüttü ensârı.
Bu hamle, Hakk’a fedâ-cân olup da koşmaktır,
Kaçış değil, bilakis, hür sebatla coşmaktır!
Bu hamle, doğruluğun yeryüzünde dik duruşu,
Bu hamle, emr-i Hudâ, kulların dakik duruşu.
Unutma; yerde helâkten felâha hicret bu,
Zulüm kusan gecelerden sabâha hicret bu!
Azaplı bir yöreden semt-i yâredir bu sefer,
Sonunda Ravza olan bir diyâredir bu sefer.
Cihan bağında bu hicret, ne varsa elde verip,
Habîb-i Hak oluvermektir ey hünerli garip!
Yatıp da ağlama, hicrettedir nişâne sana,
Sahâbesiyle berâber Nebî nümûne buna.
Unutma; hicret-i Ahmed şifâlı bir hamle,
Zamân, O’nunla çözüm buldu kanlı ahvâle.
Bütün cihan, ne olur hâlimiz acep derken;
Nasîb erişti O’nun hicretiyle rahmetten.
Karanlığın ebedî nûra döndürülmesi bu,
Cehennemin gül-i cennetle söndürülmesi bu.
Budur huzûruna Hakk’ın gönül gönül yöneliş,
Gecikme, haydi ölümsüz bahâra, ey derviş!

Gönül Hudâ’ya yönelsin hayât-ı hicretle,
Akıl da yolcu olur, yoğrulur basîretle.

Bu yolculukta Nebîmiz, basîret âbidesi,
Medîne zıddı cihetten ilerleyen nefesi,
Dehâ bu, başka taraftan yürüttü zorbaları;
Ulaştı Sevr’e selâmetle Varlığın Pınarı.
Misâfir etti hemen Sevr içinde bir mağara,
Girişte ördü örümcek, hemen bir ağ, nazara.
Ev ördü hem de güvercin, yumurta yaptı hemen,
Hemen eşikte o an çıktı bir ağaç.. derken;
Ebû Cehil ile birlikte geldi cânîler,
Bakıştı hepsi bu ahvâle; iz sürüp yer yer,
Eşikte durdu akıl, orda noktalandı yorum:
–Bozulmamış şu giriş, görmüyor musun, dostum!
Birer birer dediler; «–Yâ Ebâ Cehil, haydi!»
Ebû Cehil ise ısrarla; «–Burdadır O!» dedi.
Telâşa boğdu Ebûbekr’i zorlaşan vaziyet,
Diyordu Ahmed’e; «–Sen’siz helâk olur ümmet!
Bu nefs için değilim ben bu denli titrek mum,
Fakat olur Sana bir şey deyip de korkuyorum.»
Buyurdu Şâh-ı Vakar: «–Yâ Ebâbekir korkma,
Üçüncümüz yüce Allah, bizimledir, korkma!»
Bu söz, içerde biterken dışarda gitti gelen,
Telâş, sükûnete teslîm-i nevbet eylerken;
Açıldı sır, ikinin yâr olan ikincisine,
Akıttı kalb-i Nebî, gizli zikri kalbe yine.
Gönülde Hak’la berâberliğin bu tâlîmi,
Tasavvuf oldu, bu hikmet donattı iklîmi.
Şerîat üzre tarîkat denildi takvâya,
Dikildi lâle-i tevhid, gönül denen saraya.
Habîb, okuttu o mektepte dün, bugün, yarını,
Hünerli gözlere gösterdi cân ufuklarını…

Ebûbekir daha bir kavrayışla anladı ki;
Cihanda hizmet-i Ahmed, ne kutlu bir mevki!

O Gül’ün her şeyi bir başka safâ,
Tükrüğünden de nasîb oldu şifâ!
Dil-i mecrûh ona illâ muhtaç,
Tertemiz tükrüğü nurdan bir ilâç..
Sıradan bir tükürük sanma onu,
Kime sürmüşse O Gül, gözle sonu.
Yaranın üstüne şebnem gibidir,
Daha te’sirli devâ yok; ey pîr!
Yâr Ebûbekr’i ısırmıştı yılan,
Gözü yaşlandı derin bir acıdan.
Sabredip tuttu fakat gözyaşını,
Varlığın Goncası, yorgun başını,
Çünkü koymuştu o dostun dizine,
Uyumaktaydı, fakat tam yüzüne,
Âniden düştü küçük bir damla,
Ve uyandırdı bu sessiz imlâ,
Acı ahvâli O Server gördü,
Yılanın zehrine tükrük sürdü.
Buldu Sıddık, daha ânında şifâ,
Dedi: «Cânım Sana binlerce fedâ!..»

Duâlar etti Nebî, sonra döndü mor yılana,
Buyurdu: «Dostu neden dişledin, açıkla bana!»
Utandı suçlu yılan: «Yâ Nebî, bu kalbi, nice,
Kavurdu, ah, Sen’i görmek murâdı, ömrümce.
Sonunda tam görecekken kapattı dost yuvamı,
Ne çâre, ben de ısırdım, bağışla dâvâmı!»

Zuhûr eden nice sırlarla geçti tam üç gün,
Yazıldı Mekke’ye mâtem, Medîne’yeyse düğün.
Mekân-ı hicrete yaklaştığında coştu Kerîm:
«Bu şehre sıdk u sadâkatle girdir ey Rabbim!» (el-İsrâ, 80)

O an Medîne’de en zirvedeydi tam heyecan,
Merakla bekleşiyorlardı hasret içre o an…
Güneşte rahmeti, bir başka özlüyorlardı,
Ve özledikçe de, hicranla gözlüyorlardı…

Pazartesi’ydi, Rebî-evvel’in de on ikisi,
Ufukta gördüğü an gözcü, yankılandı sesi:
“–Koşun, koşun, geliyor beklenen büyük yolcu!”

Dizildiler yola, halkın görünmüyordu ucu.
O anda başladı tekbîre, atlılar, yayalar,
Katıldı onlara, kumlar, çağıldayan kayalar.
Ve kutlu kāfile, yaklaştığında tam Kuba’ya,
Bakıp çağıldadı gözler tutuldu nurlu aya,
Tutuştu dil; «Talea’l-bedru» öyle başladı ki,
Semâyı kapladı çın çın gönüllerin şevki…
Muhabbet içre Muhammed’le kaynıyordu yürek,
Çağıldıyordu gören her gönülde bir lebbeyk!
Önünde yan yana gelmişti sanki gök ile yer,
Huzurda coştu gönüller; «Bu can fedâ!» dediler:

“Ufuktan ay gibi doğdun ne mutlu şehrimize,
Büyük nasîbe eriştik, şükür, ne mutlu bize!
Yerin bahârı bugün; ey lütufla gönderilen!
Güneş de coştu süreyyâ da coştu çehrenden.
Bizim için iki dünyâda ey şifâlı nehir,
Şu hasta Yesrib’e geldin Medîne oldu şehir.
Yegâne seyyidimiz Sen’sin ey hidâyet-i din,
Buyur Medîne’ye, sonsuz şerefle hoş geldin!”
Ey ümmetin hidâyet-i hicrânı, merhabâ!
Ey yeryüzünde gökyüzünün şânı, merhabâ!

Hoş geldin ey bu bahçemizin kurtuluş gülü,
Gurbette ey hayâtımızın cânı, merhabâ!

Hoş geldin ey bulut, buyur ey çölde can suyu,
Ey hastanın şifâ dolu Lokmân’ı, merhabâ!

Hoş geldin ey bahâr-ı muhabbet, buyur, buyur,
Ey cennetin bu halka gülistânı, merhabâ!

Hoş geldin ey Beşîr, iki dünyâda ey Şefî‘,
Ey Rabbimin kerem dolu fermânı, merhabâ!

Hoş geldin ey İmâme, şeref verdin âleme,
Ey varlığın yegânesi, sultânı, merhabâ!

Hoş geldin ey parıltısı yıldız saçan Hilâl,
Ey hurşidin de nûr-i dırahşânı, merhabâ!

Hoş geldin ey Habîb-i Hudâ, haşre dek buyur,
Ey gam gününde herkesin imkânı, merhabâ!

Hoş geldin ey huzûruna âşık gelenlere,
Bîçâre gönlün ey yüce dermânı, merhabâ!

Hoş geldin ey Nebî, bize geldin ya ey Rasûl,
Târih bu, ey zamânımızın ânı, merhabâ!

Kıldın bugün Medîne-i can, köhne Yesrib’i,
Seyrî fedâdır ey bereket kânı, merhabâ!

Dünyâda rahmet eyle, kıyâmette merhamet,
Nûrun cihanda ey bize devrânı, merhabâ!

Bu merhabâ ile hicret yolunda bitti çile,
Medîne oldu mübârek sıfatlı Ravza, Gül’e.
Yeşerdi sevgili ashâb onun içinde özel,
Onun içinde demâdem yeşerdi aşk-ı ezel.
Tadar ziyârete kim gelse hep o sevdâdan,
Ayırma bizleri yâ Rab, fedâdır uğruna cân…

Vezin: mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
(fa’lün)

Mübârek tükrükleri kısmı: feilâtün / feilâtün / feilün
(failâtün) (fa’lün)

Merhaba gazeli: mef’ûlü / fâilâtü / mefâîlü / fâilün

16 Ağustos 2012 / 28 Ramazan 1433; 09:30; MEDÎNE-İ MÜNEVVERE