BİZ «BİTTİ» DEMEDEN BİTMEZ!

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

fatih_garcan-yuzakidergisi-agustos2016

Şoförün sesiyle daldığı manzaradan gözlerini ayırdı:

–Hocam yakındaki tesis civarın en temiz ve düzenli tesislerinden biridir. Abdest tazeleme ihtiyacı varsa burada mola verebiliriz.

İbrahim Hoca saatine baktı:

–Namaza bir saat kadar var herhâlde, öyle değil mi?

–Evet hocam.

–O zaman Denizli’ye vardığımızda tazeleyelim; hem namazımızı kılarız, hem de bir-iki ahbabımızı ziyaret etmiş oluruz. Geçerken uğramamış olsak, duyduklarında üzülürler.

İbrahim Hoca tekrar yol boyunca uzanan üzüm bağlarına, sıra sıra uzanan dağlara baktı. Uzunca bir müddet sükûnet hâli ortama hâkim oldu. Sessizliği, Saffet Hocanın heyecan dolu ifadesi bozdu:

­–İşte geldik! Denizli! Efeler diyarı…

İbrahim Hoca, ince bir gülüşle Saffet Hocaya baktı:

–Saffet Hoca, «efe» ne demek?

–İşte; «cesur, cengâver, yiğit adam» demek. Buraların yiğitlerine verilen meşhur bir lâkap diye biliyorum.

İbrahim Hoca, aracın ön koltuğunda oturan ve kendilerini karşılamaya gelen Sami Beye bakarak;

–Sami Bey evlâdım «efe» ne demek? Kimlere efe denir?

–Efendim, efenin aslı eşkıyâdır.

–Peki, Saffet Hocanın dediği gibi cesur ve yiğit adamlar değil midir bunlar? Ülkemizde birçok kişi oğluna «Efe» ismini, mânâsını bilmeden mi veriyor?

–Bu yörede halkın içinden zamanla farklı kaygılarla ortaya çıkmış bu eşkıyâlar, yörenin dağlarını mesken tutmuşlardır. Aralarında çok tanınmışları, zenginden alıp fakire verdiği için fakir halkın sevdiği, hattâ kolladığı efeler olsa da pek hoş hâtıraları yoktur. «Efe» ifadesi özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında bir mânâ değişimine uğramıştır.

O yılların Denizli Müftüsü Ahmed Hulûsi Efendi, işgale karşı halkı çok iyi bir şekilde teşkilâtlandırmıştı. Malûm, İstanbul işgal altında idi ve Anadolu’ya yardım edebilecek durumda değildi. Aksine Ahmed Hulûsi Efendinin gayretlerine engel olma durumları bile söz konusu olmuştu; ama o, dâvâsından asla vazgeçmedi.

Derken Yunan işgale başlar ve acımasızca ilerleyişini sürdürmek için önüne geleni yakar yıkar. Rivâyete göre, Demirci Mehmet Efe de o sırada Ziraat Bankasını soymaktadır:

“Yunan İzmir’i işgal etti!” haberleri tez vakitte yayılır. Bunun üzerine halk içinden bir milis hareketi oluşturmaya çalışan Müftü Ahmed Hulûsi Efendi, Demirci Mehmet Efe’ye haber yollar:

“Sana oğlumu va‘dediyorum. Emrin altındakilerle birlikte işgale karşı birlikte hareket edelim. Memleketi işgalden kurtardıktan sonra oğlum emrindedir.”

Demirci Mehmet Efe, teklifi kabul eder ve işgal kuvvetlerini denize dökünceye kadar devam edecek olan direnişin fitili ateşlenmiş olur.

Halk, efeleri o zaman bağrına basar. Demirci Mehmet Efe’nin hayatı, düzenli orduya karşı bir ayaklanmada son bulsa da zihinlerde işgal günlerindeki davranışı yerini almıştır artık. Sonrasında da «efe» ifadesi bu yönüyle gönüllerde yer bulmuştur.

–Doğrusu ben böyle olduğunu bilmiyordum, güzel bir hâtıra oldu benim için. Teşekkür ederim.

İbrahim Hoca:

–Takdirine kurban olduğum, ne güzel denk getiriyor. Aynen biz de yeni bir şey daha öğrenmiş olduk.

Sami Bey:

–Efendim sorular nokta atışı geldi, pek de bilmiyor gibi değildiniz.

–Estağfirullah. Görüyorsun ya Saffet Hocam, bu memleket hiç de kolay kazanılmamış. Yurdumun her bir yanında buna benzer kahramanlık hâtıralarını dinlemek mümkün. Maraş’tan Çanakkale’ye, Denizli’den Erzurum’a…

–Aynen öyle Hocam. Kim bilir tarihimizde sadırlardan satırlara dökülememiş nice hâtıralar mevcuttu da, o cengâverlerin mangal gibi yüreklerinde sır olup gitti.

–Memleketimizin insanını hep merhametinden, inandığı değerlerden yola çıkarak kendi şuursuz hedeflerine meze yapmadılar mı? Değerlerimize olan sağlam bağlılığımız, belki onlar için bir araç oldu; ama Cenâb-ı Hak yine o samimiyetimizin yüzü suyu hürmetine düşmanlarımıza fırsat vermedi. Şer odakları ne zaman bu memleketi bölmeye kalksa, karşısında her zaman daha da kuvvetlenen daha da kenetlenen bir Türkiye bulmadı mı?

–Buyurduğunuz gibi Hocam. Çanakkale’de de öyle oldu. Savaştan önce bölgeye bir seyyah derviş edâsı ile gelip, halkın gönlünü kazandıktan sonra, tüm arazinin haritasını çıkaran İngiliz ordusunun harita mühendisi de o yolun yolcusu değil miydi? Senaryo, aynı senaryo… Ne kadar çok şehid vermiştik. Tüm araziyi avuçlarının içi gibi bildikleri için, birçok şehidimiz daha siperlerinden bile çıkamadan şehid düşmüştü…

–Ki o düşman kuvvetleri; bizi ayakta tutan değerleri o gün çok iyi öğrendi ve onları yok etmeden başarılı olamayacağını çok iyi anladı. O günden beridir her türlü strateji oyunlarına harman olan güzel vatanım, ne kadar kuvvetli bir îmâna harç olmuş ki, en ufak bir geri adım attıramamışlar ecdâdımıza. Yalnız onca hesapların içinde hesap edemedikleri ve gözden kaçırdıkları koca bir detay, yine bir Osmanlı tokadı misali şakladı suratlarında. Artık nasıl bir alışkanlık olmuş olacak ki bu tokadın müptelâsı olmuşlar. Her fırsatta bu tokadı yemek ve kendi gerçekleriyle yüzleşmek için sarf ettikleri çaba; yaptıkları masrafla onlarca ülkenin fukarası ihyâ olurdu. Bu yenilgi duygusu nasıl bir duygu ki, her defasında daha da körüklenerek kapatır olmuş gözlerini. Göremediler! Anlayamadılar! Bu ülkenin eşkıyâsı, ayyaşı, berduşu bile «Vatan» denince can fedâ koşturuyor cenk meydanına. Bırakmıyor vatanını ciğeri beş para etmezlere…

–Çanakkale’ye geldiklerinde de çok eminlerdi İbrahim Hocam. İstanbul’da otelleri ve karşılama programları bile hazırdı. Lâkin olmayınca olmuyormuş. Öğrendiler! Biz; «Bitti!» demeden bitmeyeceğini… Son sözü bizim söyleyeceğimizi… Kursaklarında kaldı hevesleri ve gayzlarında son buldular. Nasıl ki şer odaklarının bu eşsiz topraklardaki emelleri bitmeyeceği gibi, bu vatanın da onlara gereken cevabı verecek cesur yiğitleri bitmeyecek!

Mola vakti gelmişti. Sami Bey, İbrahim Hocanın kapısını açarken ellerine yapıştı:

–Hocam Allah sizden râzı olsun. Bugün güzel insanlarla beraber olmanın ne demek olduğunu bir kez daha öğrendim. Her ânı bir başka hikmet dolu bir yolculuk oluyor. Memnuniyetimi arz etmek istedim.

–Bizde bir şey yok delikanlı. Rabbim ne nasip ederse o dökülüyor ağzımızdan. Müsaade edip konuşturana hep birlikte şükredelim o zaman.

–Allah sizden râzı olsun Hocam.

–Senden de Sami Bey evlâdım. Bizim için de çok güzel bir vesile oldu. Çok teşekkür ederiz.