BİR İMZA YETER…

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

fatih_garcan_yuzakidergisi_aralık2015

–Bırakın! Bırakın!

–Şefik Usta! Sakin ol! Şimdi sırası değil!

–Neyin sırası değil Allah aşkına! Sırası geçeli aylar oldu. Açın şu kapıyı!

–Şefik Usta açamam! Ânında kapının önüne koyar beni!

–Burada kalsan ne yazar? Kaç aydır maaş mı alıyoruz da bizi işten kovmasından korkacağız?

–…

–Kusura bakma! Ama bu adama; «Dur!» demezsek, bizi kovulmaktan beter edecek!

–Haklısın Şefik Usta… Ama dur usta!!!

Müdür odasından Hakan Beyin sesi geldi:

–Hasan! Ne oluyor orada?

–Müdür Bey, Şefik Usta sizinle görüşmek istiyor.

–Müsait değilim!

–Ne zaman gelsin?

–Ben ne zaman çağırırsam o zaman!

Şefik Usta daha fazla dayanamadı ve hışımla girdi içeri:

–Bana bak Hakan Efendi! Kaç aydır bir müsait olamadın! Sen ne biçim bir adamsın be? Kaç aydır şunca çalışanın maaşını vermediğin gibi bir de pişkinlik yapıyorsun!

–Şefikciğim! Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın?

–Evet! Zamanında adam zannedip de bir dünya emek harcadığım bir müdür bozuntusuyla!

–Yetiştirdin ve paranı aldın Şefikciğim! Şimdi geri vitese tak, aynen devam!

–Baban yaşında adamım, sen ne biçim konuşuyorsun benimle!

–Ne oldu? Zorunuza mı gitti? İnanın çok üzüldüm!

–Sen görürsün! Ben de gidip Yusuf Beyle görüşüp her şeyi anlatmazsam…

–O büyük patrona benden selâm söyle! Yaşlı kurt, uğramaz oldu. Ara sıra uğrasın buralara, tabiî uğrayabilirse…

–Sen nasıl bir şey oldun böyle! Yıllar önce o adam seni bana verdiğinde;

“Şefik Ustam; bu delikanlı yetimdir, memleketimizin çocuğudur. Sahip çıkmak istiyorum. Çekirdekten yetiştir ve hiçbir şeyini esirgeme. Eğer nasip olursa bu delikanlıyı işlerin başına getirmek istiyorum. Biliyorsun sağlıklı bir evlât nasip olmadı! Bu da benim imtihanım; ama bu çocuğu kazanmak istiyorum! Sana emânet!” demişti.

Şimdi gideceğim ve açtığın merdiven altı atölyeyi, orayı nasıl işlettiğini, burada zarar gösterip çalışanların maaşlarını dahî vermezken nasıl servetine servet kattığını anlatacağım… Unutma evlât Allâh’ın da bir hesabı var!

–Hele bir git, dene bakalım! Tekerime çomak sokanı yaşatmam! Sen beni tanımamışsın ihtiyar! Senin de o yaşlı kurdun da ipini çekmek bir kaş-göz işaretime bakar! Harcarım sizi! Artık burada işin bitti, seni kovuyorum! Çoluk çocuğunu babasız bırakmak istemiyorsan, bir an önce burayı terk et!

Şefik Usta öylece kalakaldı. Ne diyebilirdi ki?

Yıllardır canını erittiği, gençliğinin en güzel günlerini uğruna fedâ ettiği işinden ayrıldığına mı yansın; aylardır alamadığı maaşlarına mı yansın, evlâdından ayrı tutmayıp bir baba gibi kanatları altında yetiştirdiği Hakan’ın yaptıklarına mı?

Yılların ve onca meşakkatin çökertemediği Şefik Ustanın ağzını bıçak açmıyordu. İlk defa yaşını hissetmişti;

“Bunun gibilerle boy ölçüşmek benim neyime? Dön memleketine kuru ekmek-soğan… Oh! Mis!” dedi kendi kendine. Nereye gittiğini bilmez adımlarla adımladı fabrika bahçesinin geniş avlusunu. Kapıya vardığında ellerine sarılan güvenlik görevlisini zorla durdurdu:

–Dur evlât öpme! O el henüz öpülecek kadar olmadı!

–Estağfirullah Şefik Ustam. Sen buradaki herkesin babası gibisin… Herkes bilir seni. O el öpülmez de kimin eli öpülür?

–O iş öyle değilmiş işte evlât! Dediğin kadar olmadığımızı öğrendik, boyumuzun ölçüsünü aldık, gidiyoruz.

–Nereye Ustam? Buradaki herkes Yusuf Beyle bir bilir sizi. Yusuf Bey, iyice yaşlandı. Uğramaz oldu buralara. Ama şunca çalışan senin sayende ekmek yer burada.

–Artık yiyemiyor ama… Kaç aydır maaş yok! Bir sürü evli-barklı insan var; fakat evlerine lokma götüremez oldular. Ben de bu gidişe bir; «Dur!» diyeyim dedim, önce ben oldum işimden… Siz ağzınızı tutun da ben bir hâl çaresine bakacağım inşâallah!

–Peki, ya sen?!.

–Kalın sağlıcakla.

Şefik Usta, sessiz sedasız ayrıldı fabrikadan. Yol üzerindeki ankesörlü telefondan Yusuf Beye ulaşmaya çalıştı. Oradan da kendisine ertesi gün gelebileceği bilgisi gelince boynu bükük tuttu mahallenin yolunu.

Sokağa yaklaşınca endişesi iyice arttı. Erkenden geldiği için evdekiler elbet soracaklardı. İşten çıkarıldığını söylese, hepsi çok üzülecekti. Üstüne üstlük büyük oğlu da sağlık problemleri sebebi ile işten çıkarıldığı için iki aile tek maaşa bakıyordu.

“En iyisi biraz vakit geçirip iş çıkış saatinde eve gitmek. Ertesi gün belki hayırlarla gelir. Mevlâ görelim neyler…” diye düşündü.

İkindi namazını ve akşam namazını mahallenin yıllara başkaldıran tarihî camisinde kıldı. Zihni allak bullaktı. Rabbi, onu bir an olsun yalnız bırakmamıştı, elbet yine bırakmazdı. Sarıldı tekrar duâ ipine…

En çok üzüldüğü de Yusuf Bey gibi helâl-haram hassasiyetine dikkat eden birine böyle bir şeyin yapılmış olmasıydı. Elbet Cenâb-ı Hakk’ın da bir hesabı vardı. Zaman her şeyin ilâcı… Beklemeli ve görmeli…

Mahalledeki fırına vardı:

–Selâmün aleyküm Mahmut Usta.

–Ve aleyküm selâm Şefik Usta.

–Ustam oradan iki ekmek…

Tam bu sırada elini cebine atan Şefik Usta, cebindeki son paranın iki ekmeğe yetmeyeceğini fark etti:

–Ustam, ekmek bir olsun. Çocuklar diğerini sabah alır, sıcak sıcak yerler.

Tabiî bu durum Mahmut Ustanın dikkatinden kaçmamıştı. Poşete üç ekmek koydu ve Şefik Ustanın elini iki eliyle sıkıca tuttu:

–Haydi ustam hayırlı akşamlar. Selâmetle…

Şefik Ustanın boğazına yumruk kadar bir şey oturmuş gibiydi. Tek kelime etmeye kalksa, dilindeki kelimeden önce gözyaşları fırlayacaktı. Bir baş selâmı ile ayrıldı fırından. O akşam ev halkına hiçbir şey hissettirmedi.

Ertesi gün erkenden Yusuf Beyin merkez fabrikadaki ofisine gitti ve beklemeye başladı. Yusuf Bey ilerleyen yaşına rağmen her zamanki gibi dakikti:

–Ooo Şefik Ustam hoş geldin. Buyur gel, içeri geçelim.

–Hoş bulduk Yusuf Bey.

–Ustam dün hanım biraz rahatsızdı. Hastanede idik, o yüzden bugüne bıraktım; ama «âcil görüşmek istiyor.» ifadesini daha bu sabah öğrendim. Hakkını helâl et. Buyur ustam, dinliyorum.

–Efendim nereden başlasam bilmiyorum. Mevzu Hakan Beyle alakalı… Öncelikle özür diliyorum, siz onu bana emânet etmiştiniz. Ben de elimden geleni yaptım; ama böyle biri olacağını hiç tahmin edemezdim. Hakan Bey son bir yıldır, maaşları ya çok geç veriyor ya da farklı sebeplerle kesintiye uğratıyor. Hak iddia etmeye cesaret edemez olduk. Son üç aydır da maaş yok!

–Ne diyorsun sen ustam? Bugüne kadar niye gelmedin?

–Efendim belki ilk başta gelsek daha iyi olurdu; ama biz aranızdaki hukuku daha farklı zannediyorduk. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Hakan Bey, kendisini çözdüğümü anladı ve beni kovdu.

–Neyi varmış Hakan’ın? Neyini çözdün? Söyle bakalım!

–Efendim, ilk yıllar hatırlarsınız işler çok güzeldi. Kâr, kâr üstüne… Tavan yapan cirolar, milletlerarası müşteriler, onlarca personel… Sonra bu arkadaş, işler yetişmiyor diye bir yer daha açtı. Muhtemelen sizin bundan haberiniz yok. Merdiven altı diyebileceğimiz bir atölye. Orada da bana bir kadro kurdurdu. Bir şef de oraya yetiştirdim. Zamanla işleri, belirli bir rutinin üstüne hiç çıkarmadı. Bir müddet öylece devam ettikten sonra, beni bir daha asla o atölyeye sokmadı. Daha sonra bizim fabrikanın işleri azalmaya, mesailer düşmeye başladı. İşler iyice azalınca; işten adam çıkarmalar, maaşlarda gecikme vs. Müşterilerden beni tanıyanlar vardı. Bir gün bir tanesi ile camide denk geldik, adam bana serzenişte bulundu. Ürünlerin eski kalitede olmadığını, müşterilerine çok mahcup olduğunu, ürün teslimlerinde aşırı derecede gecikmeler yaşandığını falan söyledi. Ben, o adamı da yaptırdığı işleri de iyi biliyorum. Kendisinin bize belki altı-yedi aydır iş vermediğini, bir yanlışlık olmuş olabileceğini söyleyince;

“–Nasıl yani ustam? Ben sürekli sizinle çalışıyorum! Sizin müdür, Hakan değil mi?” dedi. Ben;

“–Evet…” dedim ama benim jeton anca o anda düştü. Sonra işin peşine düştüm, bizim mahalleden bir-iki çocuk girmişti o atölyeye. Onlarla görüştüm. İş yetiştiremediklerini ve fazla mesai yapmaktan canlarının çıktığını söyledi. Yaptıkları birkaç işi sordum. Aylardır «bize iş vermiyor» zannettiğimiz birçok firmanın işlerini yapıyorlar ve kalite yerlerde. Onların çoğu da sizin hatırınıza ses çıkarmıyorlarmış; ama şikâyet gelmedi ise de gelmesi yakındır.

–Gelmez olur mu? Ben de hemen Hakan’ı aradım. Detaylı bilgi verdim. Güya araştırıp; «Problemin sadece o partiye ait olduğunu» söyledi.

–…

–Desene bu Hakan bizi yediğini zannediyor. Aklınca fason atölyede benim müşterimle iş yapıp kendine yontacak. Vay be! Bak sen şu işe! Son iki yıldır zarar bildiriyorum ben de. Ona çok güvendiğim için de hiç konduramadım böyle bir şeyi…

–Size zarar bildiriyor; ama servetine servet katıyor. Bilin istedim. Ben müsaade alayım Yusuf Bey, daha fazla vaktinizi almayayım.

–Dur, dur! Otur hele ustam! Nereye? Bir dur, şu işi bir çözelim, seni de hiçbir yere bırakmıyorum. O kim ki benim emektar ustamı kovacak? Hiçbir yere gitmiyorsun! Şimdiki mesaimiz bu işi adam akıllı çözmek.

–Allah râzı olsun efendim.

–Cümlemizden ustam. Şimdi bu işe nereden başlarız?

–Yıllardır çalıştığımız firmalarda tanıdıklarım var, onlara sorayım. Direk patronlarla görüşürsek firma imajı açısından iyi olmayabilir.

–Yok ustam, direk patronlarla! Bana zarar gösterdiğine göre fatura falan da kesmiyor olması lâzım, yoksa saklaması mümkün değil. Millet de işin içinde biz varız diye…

Yusuf Bey üç-beş telefon görüşmesi yaparak genel fotoğrafı ortaya çıkarmıştı. Hakan; bütün yüklü işleri merdiven altı atölyesine, bir iki çerezlik işi de fabrikaya yönlendiriyor, çarkını döndürüyordu.

Şefik Usta;

–Yalnız Yusuf Bey, Hakan çok değişmiş. «Tekerime çomak sokanı yakarım!» falan dedi. Acaba hiç bulaşmasanız…

–Yok! O iş, öyle kolay değil. O, benim ona verdiğim imza yetkisine güvenip bunu yapıyor. İcabında olmadık şeyler imzalayıp aklınca beni batıracak!

–Peki, ne düşünüyorsunuz?

–O imza yetkisini ona verirken ben de onun imza yetkisini almıştım. O zaman niyeti bozulmadığı için bunu ya fark etmedi veya anlamadı. Böyle bir şey de hiç karşısına çıkmadığı için uyanmadı muhtemelen. Yalnız bu işi biraz daha araştırıp, neyi var yok bir öğrenelim. Yaş tahtaya basmamak lâzım. İnsan şeytanlaşınca kapasitesi değişiyor. Başka bir şey oluyor. Vereceği zarardan emin olduğumuz an; neyi var neyi yok alırım, rûhu bile duymaz.

­–Bana düşen bir şey var mı?

–Sen birkaç gün burada ol. Buradaki işlere yardım et! Ben ihtiyaç oldukça seni çağıracağım. Sadece bu işi gerçek boyutlarıyla öğrenmek istiyorum. Zira bu yaştan sonra yetim hakkı yemek istemiyorum.

–Anladım ve saygım ziyadesiyle arttı. Allah râzı olsun. Sizden haber bekliyorum o zaman.

–Aynen ustam, aynen devam! Daha çok iş yapacağız inşâallah.

Yusuf Bey, avukatları ve muhasebe müdürleri aracılığıyla mevzuyu tüm tafsilâtıyla ele aldı. Tüm yapılanlar gün yüzüne çıkınca da Hakan’ın tüm mal varlığına el kondu.

Hakan ertesi sabah işe geldiğinde, kapının kendisine açılmadığını görünce ağzından salyalar saçarak ardı ardına küfürler sıraladı. Kapıdaki güvenlik görevlisi gayet sakindi:

–Hakan Bey; aracınızı kapının dışına park ediniz lütfen, Yusuf Bey odasında sizi bekliyor.

–Yusuf Bey mi? Ne alâka? Niye gelmiş?

–Bilmiyorum. Buyurun!

Hakan, pür telâş önce odasına geçmek istedi. Lâkin kapının kilidi değiştirildiği için giremedi. Kapının önünde bir müddet öylece bekledi. Sonra kendi kendine;

“En fazla kovar, zaten alacağımı almışım. Şuna gününü göstereyim de içimde kalmasın!” dedi.

Bir üst kattaki Yusuf Beyin odasına girdiğinde karşılaştığı manzara Hakan’ı olduğu yere çivilemişti.

Yusuf Bey, Şefik Usta, şirketin muhasebe müdürleri ve avukatlar odada hâzır ve nâzırdı.

Hakan pişkinliği tercih etti:

–Ooo Yusuf amcam hoş geldin. Yahu geleceğini bir haber verseydin, bir-iki hazırlık yapardık. Özlettin kendini be Yusuf amcam benim!

–Çok mu özledin yeğenim?

–Özlemez miyim Yusuf amcam?

–Eskiden haftayı geçirmezdin, en son ne zaman uğradın merkez binaya?

–…

–Elbet özlemişsindir yeğen! Hiç şüphem yok! Otur bakalım! Şu bizim imza yetkisi evrakı vardı, noter onaylı. Getir de bir oku bakalım!

Hakan iki avukat eşliğinde odasından resmî evrakları aldı geldi:

–Okudum!

–Ne yazıyor?

Hakan meseleyi anlamıştı:

–İmza yetkimizin karşılıklı olduğu…

–Evet evlât! Bütün yaptıklarını yaparken güvendiğin ifadeyi bile doğru-dürüst okumamışsın! Veya akıl hocaların pek safmış! Şimdi her şeyi muhasebeciler eşliğinde Şefik Ustaya devret bakalım. Bir de şu merdiven altı firmada sigortasız eleman çalıştırmış, bir hayli usulsüzlükler yapmışsın. Avukat arkadaşların da seninle görüşecekleri var. Ondan sonra da gidebilirsin, tabiî gidebilirsen!

Hakan; mevzunun buraya varacağını hiç tahmin etmemiş olacak ki, Yusuf Beyin ayaklarına kapandı:

–Ben ettim, siz etmeyin Yusuf amca!

–Evlâdım bunları düşünecek bol bol vakit ve imkânın olacak! Alın memur bey!

Nereden ve ne zaman geldiklerini anlayamamıştı bile… İki polis kolundan tuttu ve Hakan’ı götürdü.

Yusuf Bey; hemen, ödenmeyen maaşlar ve haksız yere işten çıkarılanlar için bir çalışma başlattı. Kısa zamanda işleri rayına oturttu. Maaşlar ödendi ve çalışanlar geri döndüler.

Yusuf Beyle Şefik Usta baş başa oturmuş değerlendirmeler yaparken, Yusuf Bey:

–Şefik Ustam, bu fabrikanın başına sen geçeceksin!

–Ama efendim ben anlamam!

–İtiraz istemem! Oğlun da biraz toparladı, o da senin muhasebeni tutsun. Ben de her zaman bir telefon kadar yakın olacağım. Takıldığın yerde sorman yeterli. Zaten işi de en iyi bilen, müşteriyi de en iyi tanıyan sensin!

–Efendim yapabilir miyim?

–Yaparsın inşâallah! Yalnız özel bir ricam olacak! Bilirsin Hakan yetimdi. Garip anasının ve çoluk çocuğunun bir günahı yok. Ben hesaplattırdım. Her ay şu zarftaki kadar miktarı ailesine ulaştırıver ve karşılığında imza al. Ben geldikçe incelerim. Bunun dışında da sana hatırlatma ihtiyacı gördüğüm bir şey yok! Haydi kolay gelsin.

–Allah râzı olsun efendim. İnşâallah sizi mahcup etmemeye çalışacağım. Allah sizden râzı olsun. Ben de bir şey eklemek istiyorum.

–Buyur ustam!

–Efendim, burada çok güzel kabiliyetler var. Ben onları yetiştirip size yönlendirsem; farklı fabrikalarda farklı zamanlarda değerlendirip tanısak, sonra da onlara üst vazifeler versek. Böylece bu fabrika bir eğitim harmanı olmuş olur. Çünkü sizin gibi Allah korkusu taşıyan, helâl-haram nedir bilen insanlara bugün her şeyden çok ihtiyaç var. Ömrünüz el verdiğince yetiştirin bunları. Yoksa Allah muhafaza biz de kapının önünde bulmuştuk kendimizi!

–Ah ustam! Sadece bu alanda olsa… Bugün her yerde dürüst, sağlam adamlara öyle ihtiyaç var ki; inan yıllarca kötünün iyisi dediğimiz, ama ilk fırsatta gözünü kırpmadan yiyen adamlara kaldık maalesef… Nicelerine göz yummak zorunda kaldık. İnşâallah bundan sonra daha iyi olur.

–İnşâallah efendim, ben inanıyorum. Allah kuluna kâfî… Yeter ki biz istemesini bilelim. Allah sizden râzı olsun…