ARMUT BAŞKA! ELMA BAŞKA!

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

f_garcan-SAYI122

–Allah kabul etsin hocam!

–Allah kabul etsin hacı ağabey!

–Hayırdır hocam, eve gitmeyecek misin? Oturmuş kalmışsın.

Hocaefendi caminin bahçesinde oturduğu bankın yanını göstererek;

–Buyur sen de otur hacı ağabey.

–Pek düşünceli gördüm seni hocam.

–Şu camimizin hâli beni çok düşündürüyor. Allah râzı olsun yaptıranlardan. Fakat hayli eskimiş ve küçük. Nicedir uykularımı kaçıran bir fikir var; ama kime açarım, nasıl ederim, nasıl ve nereden başlarım, bilmiyorum…

–Hayırdır hocam?

–Allah râzı olsun zamanında araziyi bağışlayanlar, geniş geniş bağışlamışlar. Yanlış bilmiyorsam burada camiye ait iki buçuk dönüme yakın yer var.

–Evet, aşağı yukarı öyle idi.

–Şimdi; bu camiyi yıkalım, yerine hem Kur’ân kursu hem de yeni bir cami yapalım istiyorum. Burayı, bir Kur’ân merkezine çevirelim.

–Hocam bu iş, sahip çıkıp başında duracak adama bakar. Eğer sen; «Ben sahip çıkarım!» diyorsan, bu iş olur gider. Allâh’ın izniyle bir de bakmışsın, buralar cıvıl cıvıl çocukların Kur’ân sadâlarıyla dolmuş.

–Allah râzı olsun İbrahim ağabey. İnan şu an en çok ihtiyacım olan şey, bana böyle kıvılcım olacak biri idi…

–Haydi Bismillâh! O zaman ilk iş resmî makamlar ile görüşüp bu işin gidişâtı nasıl olurmuş onu öğrenelim. Ondan sonra ilgililere duyururuz inşâallah.

–Tamam ağabey! Haydi Bismillâh!

Muhammed Hoca ile Hacı İbrahim, hummalı bir şekilde işe koyuldular. Gerekli resmî işlemler tereyağından kıl çeker gibi hâlloluyordu. Sıra maddî güce gelmişti. Müftülükler vasıtası ile toplanan paralar, projenin ancak hafriyat ve temelinin bir kısmına yetiyordu.

Muhammed Ali Hoca; bir Cuma namazı sonrası, maddî durumu müsait olanları evine yemeğe davet etti.

Yemek esnasında gelinen durumu özetledi ve;

–Ağabeyler, Allah râzı olsun, bugüne kadar ne zaman kapınıza gelsem bir kere olsun beni boş çevirmediniz; ama durum bu. Sizden bu noktada yardım istiyorum. Siz veya gidebileceğimiz başka isimler…

Hocanın bu sözleri üzerine gelen misafirleri bir düşüncedir aldı. Biri, biraz da söylenir şekilde;

“–Aslında sağlam birini biliyorum. Sıkı bir tüccar… Ziyaret etmenin faydası olur. En fazla bizi kapısından kovar…” dedi.

Muhammed Ali Hoca;

–Ağabeyler! Siz yine düşünedurun. Aklınıza bu maksatla gidebileceğimiz isimler gelirse bir daha görüşürüz.

Sonra teklifi yapana döndü:

–Hacı ağabey, o arkadaşa yarın gitmeye hazırım. Sen de müsaitsen; sen, ben ve Hacı İbrahim ağabey üçümüz gidelim.

–Tamam, hocam da…

–Rahat ol ağabey. Biz kovulmayı göze aldıktan sonra… Yüzümüzün akıyla Allah için isteyeceğiz. Verir, vermez… Fark etmez!

Ertesi gün üç kişi bahsi geçen tüccarın evine vardılar. Evi yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içinde idi. Kapıya vardılar. Tam zile basacaklardı ki içeriden yüksek bir ses duyuldu:

–Hanım ben sana demedim mi bu malzemeyi bu kadar koyma diye! Bak yemek için seçtiğin soğanlar çok büyük! Beni söyletme kadın! Bu para nasıl kazanılıyor biliyor musun sen?

Hocayı bir telâştır aldı:

–Eyvah! Biz bu adamdan yardım istemeye geldik; adam bir soğanın hesabını soruyor. Hiç girmesek mi acaba?

–Al benden de o kadar!

–Gidelim o zaman. Ne yapalım? Nasibimiz yokmuş!

Yardım heyeti, umudu kesmiş bir vaziyette tam geri döndükleri sırada bahçenin büyük kapısı açıldı. Evin oğlu elinde bir koli ile gelenleri gördü:

–Hoş geldiniz ağabeyler! Buyurun!

Herkes bir an birbirine baktı. Hoca söz aldı:

–Babanız galiba, Hacı İsmet Beyin evi mi?

–Evet, ne için gelmiştiniz?

Tam o sırada Hacı İsmet durumu fark etti:

–Oğlum, ne oluyor orada?

–Baba, misafirlerimiz var. Seni sorarlar.

–Tamam, al içeri! Sen de oyalanma! Koş!

–Tamam baba. Kusura bakmayın, Benim bu koliyi aşağı mahalledeki fakir bir teyzeye bir an önce götürmem lâzım.

Heyet neye uğradığını bilemedi. Soğana kızılıyor, yardım kolileri gidiyor…

–Selâmun aleyküm. Hacı İsmet sen misin ağabey?

–Evet buyurun! Gelin şöyle, oturun.

Heyetten Hacı Ârif kendini tanıttı. Hacı İsmet;

–Tanıdım seni hacım, zahmet etme. Yıllar önce küçük bir işimi yapmıştın. Dürüst adamsın. Dürüst adamı unutmam, saygım sonsuzdur. Heyet olarak geldiğinize göre… İsterseniz direk konuya girin.

Hoca lâfı uzatmadan üç-beş cümlede durumu özetledi. Hacı İsmet elini sakalına attı. Kısa bir süre düşündükten sonra;

“–İşi hangi mimar ve müteahhit takip ediyor?” diye sordu.

Hoca yanında getirdiği projenin bir örneğini Hacı İsmet’e uzattı:

–Bu bende kalabilir mi?

–Evet.

–Tamam, mesele anlaşılmıştır!

–O zaman biz müsaade alsak…

–Peki, buyurun hocam. Tekrar görüşeceğiz. Müsaade Allah’tan.

Heyet dışarı çıkınca birbirlerine tekrar baktılar. Hacı İbrahim:

–Ne oldu şimdi? Bu adam bize yardım yapacak mı? Yapmayacak mı?

Muhammed Ali Hoca:

–Ağabey sanki bekleyip görecek gibiyiz.

Aradan üç-beş gün kadar geçmişti. Belki gece yarısı denecek bir vakitte caminin bahçesine art arda kamyonlar sıralandı. Hocaefendi pür telâş kamyonların yanına vardı:

–Hayırdır ağabeyler? Gecenin bu saatinde, bu kamyonlar neyin nesi?

–Siz hocaefendi olmalısınız.

–Evet!

–Hocam, bu malzemeler sizin takip ettiğiniz cami ve Kur’ân kursu için geldi. Gönderen; «O beni bulur.» dedi. Bendeki bilgi bu kadar. İzniniz olursa malzemeleri indirebilir miyiz?

–Estağfirullah! Ne demek, tabiî ki buyurun.

Sabah namazı olmadan bütün inşaat malzemeleri inşaatın yanına indirilmişti. Hocaefendi hayretler içinde idi. Çünkü gelen inşaat malzemeleri, projenin sonuna kadar yetecek kadar vardı.

Namaza gelen cemaat de şaşkındı. Hemen hocayı buldular. Hocaefendi durumu aktardı:

–Gönderen henüz belli değil; ama Hacı İsmet galiba…

–Yahu onda bu kadar para var mıydı ki?

–Bakalım namazdan sonra hemen gidip öğrensek, siz müsait misiniz?

–Olur hocam tabiî ki!

Heyet namazdan sonra soluğu Hacı İsmet’in evinde aldı. Hacı İsmet, çok tatlı bir tebessümle karşıladı onları. Hoca durumu anlatıp bir bilgisi olup olmadığı sordu:

–Allah yardım etti denk getirdik hocam. Durumu anlattığım tüccar arkadaşlarım oldu. Onlar da destek oldu. İnşâallah güzel bir şey çıkar ortaya. Yalnız hocam sana çok güveniyoruz bilesin!

–Estağfirullah ağabey. Gönderdiklerin inşaatın sonuna kadar yeter ağabey.

–İnşâallah. Mimar ve yüklenici firma ile görüştüm. Yeriniz müsaitmiş, hemen gönderdik.

Hoca gözyaşlarına boğuldu:

–Hacı ağabey! Hakkını verebilecek miyiz? Sen çok büyük ateşlere attın beni!

–Sizi de araştırdım hocam. Hakkınızda duyduklarım hayran bıraktı. Bu inşaatın yapımında da bittikten sonra da yanında olacağız. Hem siz daha iyi bilirsiniz ya hocam; Sultan Fatih’in, Hazret-i Ömer’in, Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in derdi de yetişmiş üç-beş adam değil miydi? Ben Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hâfızlara olan muhabbetini öğrenince böyle bir arzum oldu. Allah da sizi karşıma çıkardı…

–Ağabey söylemeden edemeyeceğim. İnanır mısın, biz ilk geldiğimizde sen yenge hanıma soğanın hesabını soruyordun. Sesin dışarıdan duyuluyordu. Biz kapıyı çalmaya cesaret edemeden geri dönmüş gidiyorduk. Oğlun kapıyı açtı. Yoksa biz umudumuzu yitirmiştik…

–Eee hocam, o kapıyı açtırana bakacaksın o zaman! Yalnız armut başka şey, elma başka şey… Hem de bu, bir kızılelma ise… Ben israfa karşıyım, infâka değil!

Niyetler hâlis olunca Allah, sebepleri halk etti işte. Cenâb-ı Hâk, hakkıyla tefekkür etmeyi ve hakkıyla hizmet etmeyi nasip etsin. Haydi Bismillâh! Allah yâr ve yardımcımız olsun…