Âhiretsiz Yaşanan Dünya İNSANLIK FELÂKETİ

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

m_a_esmeli_yuzakidergisi_ocak2016

Âhiret;

Her şeyin mutlak sonrası.

Her şeyin ve herkesin ona gittiği değişmez netice.

İnsan, onu ne zaman göremedi, hesap edemedi, ya da unuttu ise, o zaman her türlü felâketin içine sürüklendi.

Cennetten bugüne hep bu hakikat sahnede.

İlk insan Hazret-i Âdem ile zevcesi Hazret-i Havva cennette idi.

Cenâb-ı Hak, ikisini de «sonra» ile alâkalı olarak ikaz etti:

“–Ey Âdem!

•Şu (şeytan),

•Hem senin için

•Hem de zevcen için

•(Apaçık) bir düşman!

Sakın;

•O sizi cennetten çıkarmasın;

•SONRA;

•Bedbaht olur, çok sıkıntı çekersin!” (Tâhâ, 117)

Yaratan, cennete koyan ve nimetler içinde yaşatan yüce Kudret’in bu gerçeğine rağmen, ne yazık ki;

“(Ne yaptı etti) sonunda şeytan ona vesvese verdi;

«–Ey Âdem!

•Sana ölümsüzlük ağacının ve

•Yok olmayacak bir mülkün

•Yolunu (metodunu, çaresini, şifresini) göstereyim mi?» dedi.” (Tâhâ, 120)

İblis, bu cezbedici sinsi tuzakla Hazret-i Âdem’in nefsinde bir merak uyandırdı ve onun zayıf tarafına, zafiyet noktasına yüklendi. Biraz mesafe alınca da bu defa;

“(O mel’un) şeytan,

•Onların örtülü olan,

•Mahrem yerlerini açmak için,

•İkisine (birden şöyle) vesvese verdi:

«–Rabbiniz;

•Ancak melek olmayasınız veya,

•(Cennette) ebedî kalıcılardan olmayasınız diye,

•Sizi bu ağaçtan men etti.» dedi.

(Ardından iyice inandırmak için, çok mâsumâne bir tavırla ve onlara güya çok büyük bir iyilik yapmış gibi);

•«–Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim.» dedi.

(Bir de);

•İkisine de yemin etti.

Böylece;

•Onları hile ile aldattı.

(Bu aldanış sebebiyle onlar, Allâh’ın fermanı olarak mutlak gerçek olan «sonra»yı unuttular. Şeytanın, kendilerindeki zaafı kullanarak nefislerine göre uydurduğu başka bir sonrayı gerçekleştirmenin olmayacak endişesine kapıldılar. Bu boş kaygı içinde uydurulmuş bir başka sonrayı inşa etmenin derdiyle de);

•(Yasak) ağacın meyvesini tattıklarında,

•Ayıp yerleri kendilerine göründü.

•Cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladı­lar.

Rableri,

Onlara nidâ etti:

•«–Ben sizi,

•O ağaçtan men etmemiş miydim?

•Şeytanın size,

•Apa­çık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?»

(Şeytanın uydurduğu sahte bir sonra uğrunda benim fermanım olan «gerçek sonrayı» niçin düşünmediniz? Görün şimdi neticeyi, işte hakkınızdaki hüküm!)” (el-A’râf, 20-22)

“(Haydi);

•Birbirinize düşman olarak,

•(Yeryüzüne) inin!»” (el-A’râf, 24)

Böylece onlar, cennetten düştü.

İlk insanlık felâketi bu oldu.

Hakk’ın takdir ettiği «gerçek sonra»ya karşı gaflet yüzünden çok ağır bir felâket. Şeytânî vesvese ve fikirlere kapılıp da tuhaf bir endişeyle uyduruk ve sahte bir «sonra»nın peşine düşmenin, cennetten yere düşüş felâketi.

Yeryüzünde ise ancak tevbeyle toparlanabildi insanoğlu.

Fakat;

Fânî dünya önce ve sonranın ekseninde ağır bir imtihan mektebi oldu.

O mektepte;

Beşeriyetin yegâne yaratıcısı ve muallimi olan Hazret-i Allah, bütün insanlığa ilân etti:

“Hiç şüphesiz ki (Hakk’ın katında);

•(Hayatın, Hak tarafından mutlak takdir edilen) sonu / sonrası / âhiret,

•Önünden / dünyadan,

•Daha hayırlıdır!..” (ed-Duhâ, 4)

“Fakat sizler;

Dünya hayatını tercih ediyorsunuz!”

“(Hâlbuki) âhiret;

Daha hayırlı ve ebedî!” (el-‘lâ, 16-17)

Heyhat;

Anne ve babasının yeryüzüne cennetten niçin düştüğünü idrak edemeyen Hazret-i Âdem’in oğlu Kābil, bu ilâhî hakikati göremedi. Gafil bir şekilde dünyaya daldı, âhireti umursamadı. Kalbi katılaştı. Sonunda ahsen-i takvim değerini kaybetti ve kendisinden daha makbul ve değerli olan kardeşini kıskandı, sonra da daha ileri giderek onu öldürdü. Peşinde sürüklendiği dünyası da harap oldu, sırtını döndüğü âhireti de.

Onun «gerçek sonra»yı duyarsız bir şekilde fark etmez oluşu; neticede bir başka insanlık felâketi oldu.

Günler geçti;

İnsanlar çoğaldı. Yine dünya hırsı, âhiretin önüne geçti. Herkes «gerçek sonra»dan gafil hâle geldi. Fânî bir dünyada mutlak bir âkıbeti düşünmeden yaşayış, Âdemoğullarını yoldan çıkardı:

–Putperest oldular,

–Zulme ve azgınlığa başladılar,

–Kimsenin bize karışmaya hakkı yok, diyerek çekinmeden günahlara daldılar,

–Hakk’a karşı; «özgürlük» nâraları atarak nefislerine ve şeytanlara köle oldular,

–Her türlü kötülüğe bulaştılar, çirkeflikleri gelin gibi süslediler,

–Vicdanlar canavarlaştı,

–Önceki ve sonraki en âşikâr felâketleri bile görmez oldular,

–Duymaz oldular,

–Üstelik isyanda ve küfürde inatçı kesildiler,

–Rahmet ve hidâyete karşı ise en garezkâr düşmanlar oldular.

Sonunda;

Çok acı bir netice tecellî etti:

Tufan!

Bütün yeryüzünü sulara gark eden felâket.

Hazret-i Nûh’un kurtuluş gemisine binmeyenlerin tamamı kahır pençesinde boğuldu.

Bunu görünce;

Dünyadaki tüm fânî nefesler, sadece ibâdet tesbihi hâlinde değerlendirildi.

Artık;

Yaşayan herkes, dünyayı sadece âhirete hazırlık tarlası olarak telâkki etti.

Derken;

Yine günler geçti;

O tarlada bu defa meşhur İrem Bağları kuruldu. Efsanevî güzelliklerle müthiş cazibeler meydana geldi. O cazibelere kapılan insanlar yine âhireti unuttu. Dünya, yine âhiretsiz yaşanmaya başladı. Gökten gönderilen ilâhî ikazlara ve onu kendilerine ileten tertemiz şahsiyetlere karşı keyifler kaçtı, öfkeler patladı. Şiddetle itiraz ettiler ve hırçın yaygaralar kopardılar. Yegâne vahyin mübârek elçisini de getirdiği rahmet ve hidâyete rağmen bin bir ithamla ve en tuhaf şekilde suçladılar:

•Sapıklık içindesin,

•Beyinsizlik içindesin,

•Yalancısın! (Bkz. el-‘râf, 60 ve 66)

Çünkü;

Yüce kudretten ve âhiretten habersiz şekilde fânî güçleri ile şımarmışlardı. Rastgele yaşayışları bozulsun istemiyorlardı. Kibir ve inkâr ile kabardılar ve saçmaladılar:

•Taptığımızı bırakıp da Allâh’a mı kulluk edeceğiz? (Bkz. el-‘râf, 70)

•Bizden daha kuvvetli kim varmış? (Bkz. Fussilet, 15)

•Hayat, sadece bu dünya!

•Öldükten sonra ne dirilmesi? (Bkz. el-Mü’minûn, 37)

Böyle lâkırdılar ile onların «gerçek sonra»yı umursamaz gidişatları, kendileri için öncekilerde olduğu gibi kahr-ı ilâhî sebebi oldu.

Dehşetli bir kasırga estirdi Hazret-i Allah.

•Uğultulu bir kasırga.

•Hem dondurucu bir rüzgâr,

•Hem kasıp kavuran bir rüzgâr.

•Üzerinden geçtiği şeyi kül eden bir âfet. (bkz. Fussilet, 16; el-Kamer, 19; ez-Zâriyât, 41-42)

“(Bu kahır tecellîsi);

•İnsanları;

•Sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi,

•Koparıp deviriyordu.” (el-Kamer, 20)

Yeni bir insanlık felâketiydi bu.

Âhiretsiz düşünülen bir hayatın getirdiği acı bir felâket.

Aklı başa getiren bir ibret!

İbret alan insanlar toparlandı. Derhâl akıllar ve gönüller, yine istikamet üzere ömür sürdü.

Ardından yine günler geçti;

Onca felâketin niçin olduğu yine unutuldu. Âdemoğlu yine âhiretsiz bir dünya yaşamanın derdine düştü. Evvelâ, bu âhiretsizlik derdi yüzünden başlarına gelen felâketlerin yorumlarını değiştirdiler. Dediler ki:

–Bizden öncekiler binaları sağlam yapmadığı için kahroldu. Biz bu hususta en doğru ve güçlü tedbirleri aldık. Artık kasırgaların bize hiçbir şekilde zararı dokunmaz. Kimse merak etmesin, hepimiz güvendeyiz.

Bu bilgiç yorumlar, kafalarında ve yüreklerinde iyice kökleşti.

Sonunda, yine;

Aşırı emniyet hissi ve kendilerine aşırı güven neticesinde doğru yoldan ve âhiret rotasından saptılar:

–Bozukluğu cazip bir ideoloji hâline getirip Hakk’a karşı direndiler.

–Nefsâniyet içinde üstünlük tasladılar.

–Peygamberleri istihzâya kalkıştılar.

–Kendi fikirlerini dînin gerçeklerinden daha değerli saydılar.

–İlâhî nasihatleri kulak ardı ettiler.

–İstikamet üzere olanlara nefret hisleriyle doldular.

–Fitne ve fesat kazanı olan kadınların yanında yer aldılar.

–Mala ve mülke esir oldular.

–Sözlerini çiğnediler.

–Emânet ve nimete karşı nankörlükte bulundular. Hâinliklerin odağı oldular.

–İyilik dururken kötülüğe koştular.

–Çirkin işlere engel olmadılar.

–Kul hakkını gözetmediler.

–Her türlü şerrin yuvası hâline geldiler.

Bu kadar bedbahtlıklarına, rezâletlerine ve alçaklıklarına rağmen kendilerini en akıllı, en doğrucu, en mantıklı, en bilgili, en dengeli ve en normal kimseler olarak gördüler. Öyle ki, Allâh’ın her bakımdan en tertemiz, mübârek, muhterem ve hidâyet menbaı olan elçisine neler neler yaptılar ve neler neler dediler:

•Yalancı ve şımarığın biri!

•İyice büyü çarpmış!

•Ona uyarsak, sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz! (bkz: el-Kamer, 25; (el-Kamer, 24; eş-Şuarâ, 153)

Âkıbet;

Onlar da kahr-ı ilâhîye mahkûm oldu.

Hazret-i Allah emretti:

•Kimsenin kaçamayacağı korkunç bir ses hepsini kuşattı,

•Diz üstü çökekaldılar ve

•O zalimler, sel süprüntüsüne döndü.

•Onları ayrıca dehşetli bir zelzele yakaladı.

•Şiddetli bir sarsıntı.

•Hepsi yüz üstü düştü ve öylece kalakaldı. (bkz: el-Mü’minûn, 41; Hûd, 67; el-A‘râf, 78)

Yine acı bir insanlık felâketi yaşandı.

Âhiretsiz hayat arzusu yüzünden tecellî eden acı bir felâket.

Hak tarafından kurtarılanlar cenâhında yine nice ibretler alındı.

Devran bu minval üzere döndü.

Yine günler geçti;

İnsanlar bu acı felâketleri yine unuttu.

Yine benzer felâketlerin kıskacında nice gafiller, zalimler, nankörler ve bedbahtlar helâk oldu.

Velhâsıl;

Âhireti unuttukça ve ölümü görmedikçe insanlığın cevheri, şeytanlığın nemrutluğuna yenildi, firavunluğuna boğuldu, ebûcehil hastalığına yakalandı. Bir lâhzada geçip giden bir dünya ve nefsâniyet uğruna hepsi de kahr u perişan oldu. Onların etrafında kümelenen kitleler de onlar da hep bir insanlık felâketinin sebebi oldular sadece.

Yine günler geçti;

Ehl-i dünya yine âhireti unuttu.

Şimdi;

Yine insanlık felâketinin ortasında yeryüzü.

Duyarsız hayatlar, cinayetler, zulümler ve çıkar savaşları ekseninde beşeriyet birbirine girdi.

Üç günlük fânî gücüne aldanarak şımaran ve azgınlaşan zalimler, kundaktakileri bile paramparça edip mezarlara sürükleyerek yine aynı gaflete sürüklendiler.

Yine göremiyorlar:

Her yanda yükselen eyvah ve imdat çığlıkları neticesinde yarın kim helâk olacak?

Kendileri.

Çünkü;

Bugün İslâm coğrafyasında milyonlarca masumu ve mazlumu zulüm bombalarına av yapan o gafiller, aslında;

Cehennem ateşlerine âşık şaşkın balıklar gibi.

Balıklar!

Binlerce yıldır şeytanın attığı aynı oltalara o kadar aldandığı ve hiç şüphesiz azap tavalarında çızırdatıldığı hâlde ne yazık ki hâlâ aldanmamayı bir türlü öğrenemedi. Gafil balıklar, binlerce yıldır o kadar acı örneklere ve gözleri önünde yaşanan âfetlere ve felâketlere rağmen dünyevî oltalara yakalanmamayı beceremedi.

Nankör ve zalimler, onca intikam tecellîlerine rağmen gerçek felâketi kavrayamadılar.

Hâlbuki;

Dünyada ve âhirette huzurun yegâne kapısı;

Âhiret inancı içinde güzel bir kulluk ömrü.

O hâlde yeni yıl;

Âhireti unutma yılı değil!

Bomboş zevk u safâlara ve çılgın eğlencelere, ya da zulümler girdabına dalarak yaşama yılı hiç değil.

Hâsılı;

Kulları, şu kısacık dünyada insanlık felâketine götüren her heves, fikir, ideoloji, taraftarlık, yaşayış ve saplantı; hangi süslü ambalâja bürünürse bürünsün, iki cihanda da hüsrandır.

Çare;

Ömür boyu âhiret endişesi ve hazırlığı.

Çare;

Şu kısa hayatı; boş felsefelerle uydurulan «sahte sonra»lara göre değil Hakk’ın takdir ettiği «mutlak ve gerçek sonra»ya göre yaşamak.

O zaman;

Dünyaya huzur hâkim olur.

İnsana;

Cennet kapıları ardına kadar açılır.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn!..