«ADÂLET ve İHSAN»

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

m_kucukasci-SAYI-119

Cuma hutbelerinden hepimiz şu âyet-i kerîmenin meâline âşinâyız:

“Şüphesiz Allah, adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (en-Nahl, 90)

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- bu âyet-i kerîmenin hutbelerde okunmasını kararlaştırmış. Çünkü bu âyet, Kur’ân-ı Kerîm’in en şümullü (kapsamlı) âyeti olarak görülmüş.

Türkçe tercümesinde bu kapsayıcılığı hissedebiliyor muyuz?

Tam olarak değil. Çünkü sayılanlar içinde îman ve ibâdet kısmı geçmiyormuş gibi geliyor.

Çünkü Allâh’ın emrettiği adl, Türkçedeki adâletten ibaret değil. İhsan da iyilikten ibaret değil.

Tefsirlere göre; «Adl», kelime-i şahâdeti benimsemek ve tevhid demek. Zira Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’a ortak koşmak demek olan şirk de büyük bir zulüm olarak vasfedilir. (Lokmân, 13) Zulmün zıddı adâlet, şirkin zıddı tevhid…

Yine adâlet, insanın iç ve dışının adâlet terazisinin iki kefesi gibi eşit olması mânâsına da geliyor. Bu da îmânın ihlâsına işaret eder. Çünkü iç ve dışın eşit olmaması, nifak ve riyâdır.

Daha ötesi, «el-Adl», Allâh’ın adıdır. (Kur’ân Yolu, III/380-383)

Adâlet; elbette beşerî münasebetlerde, muhakemelerde yani kul hakları sahasında hakkāniyetli olmayı, eşitler arasında eşit davranmayı da ifade eder.

Meâlin; hiçbir zaman aslın, orijinalin yerini tutamayacağına da güzel bir misaldir bu âyet.

Yine düşünce dünyamızda; aslî mefhumların, derinlere giden köklerin ne kadar mühim olduğuna da güzel bir misal… O kelimeleri attığımızda neleri kaybedeceğimiz açık.

1935’te bin yıldır kullandığımız kelimelere «Türkçe» karşılıklar uydururken, «adâlet»e «tüze» karşılığını teklif etmişlerdi.1

Allah muhafaza etmiş. Azıcık tutsa idi, bugün;

“Kuşkusuz Tanrı, tüzeyi komut verir!..” diye hutbe okuyanlara rastlanabilirdi. Hattâ onlar, millet anlasın diye böyle yapıyoruz da diyebilirlerdi! Hakikaten Allah korumuş.

Adâlet, bu derin mânâsını; «Dü­zeltme, dengeye getirme» mânâsından alıyor. Tâdil etmek, tâdilât, muâdil, mûtedil ve itidal kelimelerinin adl kökünden geldiğini hatırlayalım. İnancı düzeltmek de adl, davranışı düzeltmek de… Aşırılıklardan uzaklaşmak da adâlet…

Bugün; Tanzimat’tan beri bozulan, tahrip edilen bir şeyleri düzeltmeye cesaret ediyoruz. Osmanlıca dersi tartışmaları da bunun içinde. Lisanımızın en mühim mânâ ve kelime kaynağının İslâm’ın neş’et ettiği dil olan Arapça olduğunu itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Adâlet diye bir mefhumumuz yok imişse, bunu Arapçadan aldığımızı itiraftan niye yüksünelim?

İslâm’a girdiğimiz ilk asırlarda fethettiğimiz beldelerde bile, kendi dilimiz henüz hazır olmadığından; Farsça konuşmuş, yazmışsak, Mesnevî, Bostan, Gülistan gibi en mühim şâheserlerimiz Farsça ile yazılmışsa bu tecrübeyi niye inkâr edelim?..

Cumhuriyet fikrini Yunan veya Fransızlardan, sanayi ve teknolojiyi İngiliz ve Amerikalılardan aldığımızı inkâr ediyor muyuz? Telâffuz etmekten çekinseler de; biz de insanlığa «adâlet»in ve «ihsan»ın en güzel misallerini verdik, öğrettik, kazandırdık.

Bu sebeple geri döndürülemez tarihî sebeplerle, dilimizde Arapça ve Farsça bir zenginlik olarak mevcut.

Batılı, Lâtince ve Yunanca hakkında bu itirafı hiç yüksünmeden yapıyor. Mevcut İngilizcede, «öz İngilizce»nin sadece yüzde 20-33 arası olduğu bildiriliyor.2

Bugün kelimelerdeki «tâdilât» ihtiyacı, harften daha âcil…

Bir misal:

Diyanet İşleri Başkanlığı duyurmaktan sevinç duyduğum bir yarışma başlatmış:

Kur’ân-ı Kerim Kitâbeti Hat Müsabakası…

Güzelleriyle ve estetikten uzak olanlarıyla, bilgisayar hatlarının iyice çoğaldığı mushaf kitâbeti sahasına, sanat dokunuşu getirebilecek güzel bir müsabaka… Fakat adının üzerinde bir ibare daha koymuşlar:

“Ulusal Düzeyde”

«Ulus» da «düzey» de, bindikleri «sal» da, iyi ki bağrımıza yerleşip kalmamış diye sevindiğimiz «tüze»nin kardeşleri… Onları «tüze»nin yanına yollamalı… Bozanlar kadar olsun; tâdil etme, düzeltme (adl), güzelleştirme (ihsân) cesareti gösterelim!.. Allah emrediyor!..

En azından, bu kelimeler mushaf yazma yarışması afişine konmamalı!.. Bu hiç «âdil» değil!.. Çünkü bu kelimeler, Kur’ân ile zihin alâkalarımız kopsun diye uyduruldu.

Medeniyet; kelimeler, mefhumlar üzerinde yükselir. Ancak onun temel anlayışında iktisada bakış da mühim rol oynar.

Batı medeniyetinin ürettiği Kapitalizm, Liberalizm, Sosyalizm cereyanları hep «kapital-sermaye-serbest piyasa» gibi maddî hususları esas aldı. Onlar; insan emeğinin hakkını bulması, dolayısıyla eşitliği ve adâleti arzuluyormuş gibi işe girişseler de, neticeleri hep istismara çıktı. Tıpkı daha önce feodal düzeni düzeltme, insanları kilise tasallutundan kurtarma yolunda yaptıklarının da daha büyük esâretlerle neticelenmesi gibi.

İslâm ise bir ideolojiden çok fazlası… «Allah, adli emreder.» Tâdil etmeyi, düzeltmeyi, ıslahı emreder:

Mülk Allâh’ındır. Fânîlik sırrı sebebiyle, insan ömür boyu elinde tuttukları üzerinde ancak bir devre mülk kadar sahiplik iddia edebilir. Ölünce her şeyi bir güzel ismi de «el-Vâris» olan Allâh’a kalır!..

Öyleyse insan emânet olarak elinde olan üzerinde, sadece belli şartlar dâhilinde tasarruf etmekle mükelleftir.

Servet sadece zengin bir muhite hapsolmamalıdır. Zekât, infak, ihsan gibi müdahalelerle tedâvülde tutulmalıdır. İsraf, savurganlık ve cimrilik olmamalıdır.

Çoğu sosyalist düşüncelere sahip karikatüristler yahut rejisörler, zenginleri nasıl resmeder?

Zengin çirkindir. Koca göbekli, duyarsız, bencil, korkak, menfaatperest bir varlık olarak resmedilir.

Evet, zenginlik insanı vicdanen çirkinleştirir. Fakat İslâm bu çirkinliği tâdil eder. Cömertlik, infak ve diğergâmlık ile zenginliği güzelleştirir, hayran olunacak, gıpta edilecek bir makama yükseltir. (Buhârî, İlim, 15)

Batıda fakir halk için; “Ekmek bulamadılarsa pasta yesinler.” diyen ve sonunda giyotine yollanan saraylı kadınlarla aynı devirde, Osmanlı sultan hanımları, vakfiyelerinde;

“Trabzon’dan bal getirile, sebillerden şerbet akıtıla, hiçbir masraftan kaçınılmaya!..” diyorlardı. Hâlâ türbelerinde duâlar alıyorlar.

Yazımızın başında meâlini zikrettiğimiz âyet-i kerîmenin ikinci kelimesindeki «ihsân»ı (sadece iyilik, kerem, cömertlik değil…) en doğru şekilde anlamış insanlardı medeniyetimizin insanları.

İhsan kelimesindeki derinlik de, sadece iyilik değil, kötülüğe bile iyiliği ihâta ediyordu. Basit bir iyilik değil; Allâh’ı görüyormuşçasına, her fiilini haseneleştirmeyi, her sözüne hüsn, her tavrına ahseniyet kazandırmayı ifade ediyordu. Adl gibi, «Muhsin» de Allâh’ın ismi…

“Her medeniyet kendi insan tipini yetiştirir.”

Her medeniyet piramidinin zirvesini kim tutuyorsa, tabana kadar onun kimliği, o şahsın şahsiyeti yansır, denilir. İslâm medeniyetinin güzel örneklerinin tamamında, Hazret-i Peygamber’in şahsiyeti vardır. Bu medeniyeti kelime kelime ve vasıf vasıf O meydana getirmiştir.

Piramidin yerine bizim için daha sıcak bir misal olan kubbeyi koyalım. Bizim kubbemizin sütun başlarında İslâm harfleriyle Allah Teâlâ, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hulefâ-yı Râşidîn, ehl-i beyt ve aşere-i mübeşşerenin adları yazılıdır. Bu millet bu kubbenin gölgesinde yaşadıkça, en güzel medeniyet nümûneleri sergilemiştir. Onlar cihanın gök kubbesinde daima hoş sadâlar bırakmıştır.

O minberden yükselen;

“İnnallâhe ye’muru bi’l-adl…” sadâsını; lâfzıyla, harfiyle, mânâsıyla, derin münasebetleriyle gönüllerinden hiç ayırmayarak…

_______________________

1 https://archive.org/details/osmanlicadantr00lk

Bu kitabı tetkik ederek, bugün alışıp kullandığımız nice kelimenin, o gün, mâziyle irtibatı koparmak adına nasıl bir gayretkeşlikle uydurulduğunu görebiliriz.

2 http://en.wikipedia.org/wiki/Latin_influence_in_English

http://dictionary.reference.com/help/faq/language/t16.html

http://www.slate.com/blogs/lexicon_valley/2014/03/10/etymology_languages_that_have_contributed_to_english_vocabulary_over_time.html